'Yeni kentlerde, insanların taşıta bağımlılığını azaltacak çözümler
'Yeni kentlerde, insanların taşıta bağımlılığını azaltacak çözümler bulmalı'
Tasarımın Yeşil Zirvesi olarak kabul edilen ‘‘EKODesign Konferansı’’nın ilgi çekici konuşmacılarından birisi New London Architecture (NLA) Yönetim Kurulu Başkanı Peter Murray.
NLA, büyük şehirlerde fiziksel değişimlerden oluşan problemlerin tartışıldığı bağımsız bir forum. Oluşum, kentin gelecekteki şeklini belirlemek üzere kentsel birliği sağlamayı ve profesyonelleri, plancıları, politikacıları ve halkı bir araya getirmeyi amaçlıyor.
2008 yılından bu yana, dünyanın yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor ve BM tahminlerine göre şehir nüfusunun oranı 2050’de toplam dünya nüfusunun yüzde 70’ine ulaşacak. Murray de, özellikle yoğun kentler kavramına odaklanıyor ve “Yoğun kentler, yaşayabilmemizin sürdürülebilir şeklidir” diyor. Nitekim son dönemde mimari de, bu yoğunlaşan kentsel alanların daha yaşanabilir olması üzerine kafa yoruyor.
Murray konferansta, “Tarihi bir kent nasıl sürdürülebilir yapılabilir? 21. YY kenti olabilmek için bir kent nasıl yeniden planlanır?” sorularını yanıtlayacak. Biz de konferans öncesinde kendisi ile konuştuk ve aynı soruları İstanbul için sorduk. İşte yanıtları:
İnsanlar, enerji ve malzeme verimliliğini dikkate alan yeni tasarım yolları arayışında. Bu alandaki en büyük fırsatlar neler?
Londra’nın gelecek 30 yıllık gelişimini belirleyen planın ana hedeflerinden biri sürdürülebilir bir kent yaratmak ve AB hedeflerine ulaşmak. Bu stratejinin kilit bölümü çok daha yoğun bir kent yaratmayı öngörüyor. Yoğun kentler yaşayabilmemizin sürdürülebilir şeklidir. Hong Kong dünya kentlerinin arasında en düşük CO2 emisyonuna sahip. Londra, Rasmussen’in “dağınık kent” olarak tanımladığı türde bir kenttir. Bu nedenle artık politikalar daha fazla yoğunluk kaldıracak ve araca olan bağımlılığın azaltılmasını sağlayacak iyi ulaşım bağlantıları olan yeni bölgelerde büyümenin sağlanacağı şekilde oluşturuluyor. Mevcut binalarda enerji verimliliğini artıracak stratejilere sahibiz ancak, özel konutlarda bunu gerçekleştirmenin çok zor olduğu kanıtlanmış durumda.
İstanbul gibi büyük bir kentte mimari planlamamız yok; eskiye, tarihi binalara pek saygımız olduğu söylenemez. Bu konuda ne tavsiye edersiniz?
Londra da 1960’lı yılların sonlarına kadar aynı durumda idi. Ancak, eski yapılara bakım konusunda oluşturulan bir dizi denetimler ile durum değişti. Devlet çeşitli koruma seviyeleri ile bir bina “listesi” hazırlıyor. Çok özel binalar 1.Derece olarak “listeleniyor”. Bu dereceye göre binada çok az değişiklik yapabiliyor ve binanın özelliğine zarar vermiyorsunuz. Binalar 2 Yıldız ve 2.Derece olarak sınıflandırılabiliyor. Bu derecelere sahip binalarda değişiklikler yapabiliyorsunuz ancak yerel Yapı Koruma Yetkilisinden izin alıyorsunuz. Sonra, bölgenin özelliklerini koruyan Korumalı Alanlar’ımız var. Bu alanlarda değişikliklere izin veriliyor ancak bu değişikliklerin çok dikkatlice yapılması gerekiyor. Londra’da önemli gözetleme noktalarından bakarak görüş koridorları oluşturuyor ve yüksek binaların kentin önemli simge yapılarını perdelemelerini engelliyoruz. Hiç kimse Parlamento Binası veya St. Paul’s Katedralinin görüntüsünü engelleyecek bir bina inşa edemez. Tüm bu düzenlemeler gayet iyi çalışıyor.
Kamuya açık yeşil alanların sayısı açısından bakıldığında dünyanın diğer büyük kentleri ile karşılaştırırsak, İstanbul’daki park sayısı çok kısıtlı. Bu konuda neler yapılabilir?
Londra bu konuda çok şanslı, çünkü 18.yüzyıl tasarımcıları mülkleri, önlerinde büyük meydanlarla tasarladılar. Tüm bu meydanlar bugün başkentte birçok yeşil alanı olmasını sağladı. Hyde Park ve Regents Park gibi kraliyet ailesine ait mülkler geliştirilmedi ve halka verildi. Daha gelişmiş bir kentte büyük ölçekli yeşil alanların oluşturulması için ya kullanılmakta olan mevcut bir alanı istimlak edeceksiniz ya da boş bir araziyi yeniden düzenleyeceksiniz. Aslında 2012 Olimpiyatları’nda da bu yapıldı. Kamuya ait olmayan arazi istimlak edilerek bir master plan oluşturuldu. Olimpiyat parkı genel kullanıma yönelik değiştirildi ve artık, aslında genelde çok fazla yeşil alanı olmayan bir bölgede kamuya açık bir park alanı olarak hizmet veriyor. Sokakları araç trafiğinden kurtarma konusunda New York’ta yapılanlara hayranım. Bisiklet sürücüleri ve yayaları korumak için bitkili alanlar oluşturarak ve araçların kapsadığı yeri azaltarak New York kenti yüzlerce küçük kent parkları ve yeşil alanları yarattı.
Çağdaş mimaride en önemli trendler neler?
Şu sıralarda trend niteliğinde olacak bir tarz yok. Genelde binalar giderek daha yükseliyor, daha dayanıklılar (ancak, sıklıkla tasarımcılar tarafından önerilen verimliliğini sağlamıyorlar) ve ikon niteliğini kaybettiklerini görüyoruz, çünkü her bina “bana bak!” şeklinde kendisini ifade etmeye çalıştıkça kentler işlevini yerine getiremiyor.
“Portland to Portland’ projenizden bahsedersek,şehirlerdeki ulaşım sorununa bisiklet çözüm olabilir mi?
Yaklaşık bir düzine mimar ve planlamacı Portland, Oregon, ABD’den İngiltere’nin Londra kentindeki Portland Meydanına kadar bisiklet kullanarak gitti. Minneapolis ve New York gibi yerlerin bisiklet kullanımı için hangi olanak ve altyapıyı sunduğunu öğrenmek istedik. Portland’dan başladık, çünkü burası bisiklet kullanımının yoğun olduğu bir şehir ve aynı zamanda Amerika’nın en yaşanabilir kenti olarak seçildi. Turumuzu Londra’nın Portland Meydanında sona erdirdik. Tespitlerimiz ile ilgili bir rapor hazırladık ve Londra Belediye Başkanına sunduk. Londra’da daha iyi bisiklet kullanım olanakları sunması açısından bu raporun yardımcı olmasını ümit ediyoruz. Kent merkezlerinde özel araç ile yol alma günlerinin sayılı olduğuna inanıyorum. Gelecekte, yürüme ve kamuya açık ulaşım kombinasyonu; bisiklet kullanımı gibi aktif ulaşım daha çok tercih edilecek.
“Yeşili Unutun, Rengimiz Şeffaf”
‘‘EKODesign Konferansı’’ 7. yılında “şeffaflık” teması altında yarın YEM Etkinlik Salonu’nda gerçekleştiriliyor.
Türkiye’de sürdürülebilir tasarım ve kentleşmenin önünü açmayı hedefleyen EKODesign, “şeffaflık” kavramının çevresel, ekonomik ve toplumsal boyutlarını ele alacak.
Konferansta, her şeyin “yeşil” etiketlenerek “çevre dostu”, “enerji verimli”, “sürdürülebilir”, “ekolojik” kılındığı ve bu kavramların bulanıklaştırıldığı günümüzde; katılımcılığın ön planda olduğu, çevreye zararı en aza indirilmiş yaşam alanlarına sahip olabilmek için “Yeşili Unutun, Rengimiz Şeffaf” söylemi ön plana çıkacak.