'Yatırım yapılabilir ülke' sanıldığı kadar doğrudan yatırım ge

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Türkiye’nin notu Fitch’ten sonra Moody’s tarafından da yatırım yapılabilir düzeye çıkarıldı. Şimdi gözler S&P’ye çevrilmiş durumda. Bir süre sonra S&P’nin de Türkiye’nin notunu yatırım yapılabilir ülke düzeyine çıkarması sürpriz olmaz.

Not artışına odaklanınca, “Şu derecelendirme kuruluşu not artırdı, sırada şu var” gibi değerlendirmeler, yani süreç daha bir ön plana çıkınca, “Not artışından sonra ne oluyor” sorusu pek sorulmaz hale geliyor. Not artışı ya da düşüşü, nasıl bir etki yaratıyor, buna pek bakılmıyor.

İşte biz elimizden geldiğince bu konuya eğilmek istedik. Her bir yılı ya da dönemi not durumuna göre ayırmak mümkün olamayacağı için de dönemsel olarak en temel uluslararası gösterge olan ödemeler dengesini masaya yatırdık. Bir de, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın yabancılara dönük özelleştirme uygulamalarının nasıl seyrettiğine baktık.

Not, neyi artırıyor?

Türkiye, iki derecelendirme kuruluşuna göre artık “yatırım yapılabilir ülke”. Peki burada kastedilen yatırımlar, ne tür yatırımlar? Doğrudan yatırımdan mı söz ediyoruz, yoksa portföy yatırımlarından mı? Doğrudan yatırımdan söz ediyorsak, onu da ikiye ayırmak gerekiyor. Kazmanın toprağa vurulması ve sıfırdan bir yatırım gerçekleştirilmesi mi söz konusu olan, yani istihdam yaratan, vergi doğuran bir yatırım mı; yoksa kurulu bir tesise ortak olunması veya bir tesisin satın alınması, bir başka ifadeyle sermaye girişinden ibaret bir yatırım mı?

Doğrudan yatırımlarla ilgili girişleri ödemeler dengesi istatistiklerinden izliyoruz. Ancak, bu girişlerin ne kadarının yeni yatırımlar için olduğunu, ne kadarının kurulu tesisler için gerçekleştiğini bilemiyoruz.

Ama bu konuda tahmin yürütmek pek de zor değil. Gerek özelleştirme uygulamaları çerçevesinde yabancılara yönelik satışlarda gözlenen artış, gerek özel sektörün, özellikle de bankaların yabancı ortak almasının doğurduğu yabancı sermaye girişi göz önünde bulundurulursa, ağırlıklı girişin kurulu tesisler için olduğu kolaylıkla ifade edilebilir.

10’ar yıllık dönemlerin söylediği…  

Son 10 yılda, önceki 10 yıla göre, neredeyse kıyas götürmeyecek ölçüde çok şey satmışız; Türkiye’nin kasasına daha çok para girmiş. Yabancılar ayrıca gelmiş Türk kamu menkul kıymetlerine, yani Hazine bonosu ve devlet tahviline çok yüksek tutarlı yatırımlar gerçekleştirmişler, bir başka ifadeyle portföy yatırımı adeta tavan yapmış. Bitmedi, Türk bankaları ve şirketleri yurtdışından borçlanmayı keşfetmiş, borç katlandıkça katlanmış. Yani sonuçta Türkiye’ye inanılmaz bir para girişi olmuş. Aslında belki “olmuş gibi görünüyor” demek daha doğru. Çünkü bu para anında çıkmış, giren para cari açığa dönüşmüş.

Bir kez daha tekrarlama durumundayız. “Cari açık veriyoruz, ama neyse ki finanse ediyoruz” safsatası var ya… Bu döviz girişi olmasaydı, acaba o zaman cari açık verebilir miydik? Olmayan para harcanabilir mi ya da borçlanılarak finanse edilmemiş bir harcamaya girişilebilir mi? Bırakın bunu bir ülkenin yapmasını, bir şirket, hatta birey olarak bile yapamayız.

Yani son 10 yılda çok para gelmiş, cari açık olarak da çıkmış, özet bu!

Bir önceki 10 yılda çok daha az para gelmiş, çok daha az cari açık verilmiş, o dönemin özeti de bu!

17 milyardan 333 milyara

1993-2002 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönemde Türkiye’nin toplam cari açığı yalnızca ve yalnızca 16.9 milyar dolar.

Peki, bir sonraki 10 yıllık dönemin, yani 2003-2012 döneminin cari açığı ne kadar, tam 333.5 milyar dolar.

Yani 10’ar yıllık dönemler itibariyle cari açık neredeyse 19 kat artmış.

İlginç bir göstergeden daha söz edelim. 2003-2012 dönemini oluşturan 10 yılın 7’sindeki cari açık, 1993-2002 döneminin toplamındaki açıktan daha yüksek. Örneğin 2011, tek başına 75 milyar açık verilen bir yıl.

Cari açık nasıl olur da artar; tabii ki para giriyorsa. Dedik ya, olmayan parayı harcayacak, olmayan dövizle ithalat yapacak halimiz yok. Para bulmuşuz ki bu açığı vermişiz.

Bu yaklaşımdan hareketle belirtelim; 333 milyar dolar cari açık verdiğimiz son 10 yılda 308 milyar dolar finansman sağlamışız. Aradaki 25 milyar dolarlık fark, pozitif olarak net hata noksana yazılmış. Bu 25 milyar, ağırlıklı olarak cari açığın fazla yazıldığını gösteriyor. Küçük bir olasılıkla finans hesabının kayıtlara eksik girmiş olması da söz konusu.

Özelleştirme

1993-2002 döneminde doğrudan yatırım girişi 7.7 milyar dolar oldu. Bu dönemde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın tümüyle ya da kısmi bir şekilde yabancılara dönük olarak gerçekleştirdiği özelleştirme uygulamalarının tutarı yalnızca 83.5 milyon dolar.

Sonraki 10 yılda, yani 2003-2012 döneminde doğrudan yatırımlar 105.5 milyar dolara tırmandı. Bu dönemdeki yine yabancılara dönük özelleştirme uygulamalarının tutarı ise 12 milyar doları buldu.

Son 10 yıllık dönemde özellikle finans kesiminde yüklü yabancı sermaye girişi olduğu biliniyor. Bu girişlerle Özelleştirme İdaresi’nin bir ilgisi yok. Yani soru şu; son 10 yıldaki doğrudan yatırımlar daha çok mevcut tesisler için getirilen sermayeden mi kaynaklanıyor, yoksa ağırlıklı olarak sıfırdan tesis kurulması için mi sermaye getirildi?

Dedik ya, sıfırdan doğrudan yatırımlarla ilgili veriye sahip değiliz. Gözleme dayanarak söyleyebileceğimiz, ağırlıklı olarak mevcut tesisler için sermaye getirildiği.

Tırmanan, portföy yatırımları

Yine 10’ar yıllık dönemler itibariyle bakalım; asıl tırmanış gösteren portföy yatırımları için gelen döviz. 1993-2002 döneminde portföy yatırımı için gelen döviz yalnızca 148 milyon dolar. Yanlış değil, 148 milyon dolar! Çünkü 1998’de 6.7 ve 2001’de 4.5 milyar dolarlık çıkışlar olmuş.

Portföy yatırımı olarak 2003-2012 döneminde gelen döviz ise tam 106 milyar dolar. Ve bu dövizin 16 milyarı 2010, 22 milyarı 2011, 41 milyarı da 2012’de gelmiş.

Yani Türkiye’de faiz düştükçe, yurtdışından daha çok döviz gelmiş. Ya da, Türkiye’nin notu arttıkça faizi düşürmek mümkün hale gelmiş, ama döviz girişi artmaya devam etmiş. Bunda tabii ki uluslararası alandaki konjonktürün etkisi de yadsınamaz.

Buradan hareketle şunu söylemek mümkün, hem zaten tahmin edilen de bu; son not artışlarıyla birlikte faiz ne kadar düşürülürse düşürülsün, Türkiye’ye daha fazla portföy yatırımı gelecek.

İyi de biz “Portföy yatırımı artsın” gibi bir çaba içinde miyiz, yoksa bir denge tutturmaya, hatta az döviz gelmesini sağlamaya mı çalışıyoruz? Merkez Bankası döviz girişi daha yavaş olsun, diye çaba göstermiyor mu?

Bir yanda “Daha çok fon gelecek, daha çok dövizimiz olacak” tamtamları çalıyor, bir yanda bu durumun TL üzerinde yaratacağı tahribat önlenmeye çalışılıyor.

 

odeme_alat.jpg

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar