'Vasatlık tuzağından' nasıl kurtuluruz?

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Bizi vasatlıktan kurtaracak öngörme ve önlem alma disiplininin çerçevesini çizmeye gayret etmeliyiz. Çerçeveleri belirlemeden, tam ve bütünsel kararlar üreterek, etkin sonuçlar almamız çok zor.

Toplumsal yapının işleyişinin vasatlığı aşarak gelişmişlik düzlemine bizleri eriştirmesi için birey bazında entelektüel kapasiteyi, toplum ölçeğinde ise sistem kapasitesini sürekli geliştirmek gerekiyor.

Kenichi Ohmae, Japonya'nın yükseliş dönemlerinde yazdığı kitaplarıyla da ünü dünya ölçeğinde yayılmış bir iş danışmanıdır. Financial Times'ın yaptığı analize göre dünyada en çok satan elli kitap arasında Ohmae’nin de iki kitabı vardır.

Ohmae’nin dilimize çevrilen kitaplarını özenle okudum. Görünmeyen Dünya adlı kitabının “Yeni Vahşi Batıyı Ehlileştirmek” başlıklı son bölümünde, “Jeopolitik ve ekonomik olayları, ancak onunla ilgili gelişmeye açık kavramsal bir modeli zihinlerinde kurmayı başaranlar anlayabilecektir” saptaması üzerine bir dosya açmış, bu genellemeyi doğrulayan ya da yanlış olduğunu kanıtlayacak örnekler bulmaya çalışmıştım.

Ünlü yönetim bilimcisi Peter F. Drucker da çok tanınmış makalelerinden biri olan “İş Teorisi”nde, yakın bir zamana kadar parlak bir yıldız olan şirketlerin birden kendilerini durgunluk ve düş kırıklığında bulmalarını, sorunlarla boğuşmalarını ve yönetilemez hale gelmelerini açıklarken şu genellemeyi yapar:

“Bu krizlerin her birinin temel nedeni, işlerin kötü yapılmakta olması değildir. Neden, yanlış şeylerin yapılması da değildir. Aslında çoğu durumda doğru şeyler yapılmaktadır; ama sonuç alınamamaktadır. Görünürdeki bu çelişkinin kaynağı nedir? Örgütün üzerinde yükseldiği ve yürüdüğü varsayımlar artık günümüz gerçekliğine uymamaktadır. Bunlar, her örgütün davranışını biçimlendiren, neyin yapılması ve neyin yapılmaması gerektiğine ilişkin kararlarını dikte eden ve örgüt açısından anlamlı kabul edilebilecek sonuçları tanımlayan varsayımlardır.”

Bu yazıda, yeteneklerini küresel ölçekte kanıtlamış iki yönetim bilimcisinin uyarılarından yola çıkarak, “zihni modellerini ve iş kuramlarını” sürekli yenileyerek uyum yeteneklerini korumak ve geliştirmek isteyenlere bir çerçeve sunmaya çalışacağım.

Yapılan işte sürdürebilir sonuçlar almak isteniyorsak; çabalarımızı üç temel sorun üzerinde odaklamalıyız: İş çevresini tanıma, görev alanını belirleme , doğru konumlanma yapma ve bizi sonuca götürecek çekirdek yetkinlikleri net olarak tanımlama.

Bizi vasatlıktan kurtaracak öngörme ve önlem alma disiplininin çerçevesini çizmeye gayret etmeliyiz. Çerçeveleri belirlemeden, tam ve bütünsel kararlar üreterek, etkin sonuçlar almamız çok zor.

Burada ayrıntıları tartışmaktan çok, vasatlıktan kurtularak gelişmişler kervanına karışmanın gerek ve yeter şartlarını belirleyen çerçeve üzerinde duracağız. İş yapma bilincinin önemini ve bilinci yükseltmenin temel bileşenlerinin “ çevreyi hissetme ve tanıma”, “kendinin farkında olma” ve “geleceği planlama”  olduğunu biliyoruz. İş çevresini tanıyabilmemiz ve hissetmemiz için; toplum ve yapısını, faktör koşullarını, talep koşullarını, karşılıklı-bağımlılıkların oluşturduğu ağları ve rakip stratejilerini yakından izlemek, bilmek ve anlamak gerekiyor.

Toplum ve yapısı

Toplum ve yapısının bileşenlerini; aile kurumu, devleti oluşturan ve dini büyük kurumlar gibi büyük örgütler, sivil toplum örgütlenmelerinin gelişme düzeyi, toplumun sınıfsal ayrışmaları, farklı çıkarları olan katmanlaşması vb. belirler.
İçinde bulunduğumuz toplum yapısının bileşenlerini ne denli net bilebilirsek, geleceğe dönük kararlarımızın zihni modelini oluşturan varsayımları o denli hayatın öz gerçeğine yakınlaşan anlayışla belirleriz. Toplum yapısını derinliğine analiz etmemişsek, yaşam biçimlerinin ve yaşam tarzlarının ne yönde geliştiğini, insanların ortak değerlerinin, ortak iradelerinin, ortak yararlarının, ortak projelerinin ve özledikleri ortak kurumların ne olduğunu ve ne olması gerektiğini de betimleyemez; geleceği de belirleyememeyiz.
Toplumsal gelişme, insanların birbirlerini yüz yüze gözetlediği ve denetlediği birincil ilişkilerden, kurumlar aracılığıyla ikincil ilişkilere geçiş sürecini izliyor. Bu açıdan bakıldığında, çağımızda vasatlık düzeyini aşarak, gelişmiş toplumlar arasına katılmak için, kapsayıcı bireyi; kapsayıcı kurumları ve kapsayıcı sistemleri oluşturmamız gerekiyor.
Her birey, kurum ve sistem kapsayıcı olabilmek için fırsat eşitliği ve eşit hakları geliştirici olmalıdır. Kapsayıcılığın bir başka bileşeni ise paylaşılan ortak aklın gücünden yararlanmadır. Kitle desteği ve kitle enerjisinin gücünden yararlanabilmemiz için paylaşımcı ortak aklın önemini içselleştirmiş olmalıyız.

Bir başka katılımcılık bileşeni, katılımcı yönetimin gücü ve etkin yönetişim yapabilmektir.
Toplumsal yapının işleyişinin vasatlığı aşarak gelişmişlik düzlemine bizleri eriştirmesi için birey bazında entelektüel kapasiteyi, toplum ölçeğinde ise sistem kapasitesini sürekli geliştirmek gerekiyor.

Diğer bütün yapılar gibi toplumsal yapının da kendini yeniden üreterek, uzun dönemli geleceği güven altına alan bir işleyişe sahip olması, içeriğinin böylesi bir enerjiyi sürekli üretmesini gerektiriyor.

Faktör koşulları

İş örgütlerinin temel amacının, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma olduğu sıklıkla vurgulanıyor. Sürdürülebilir maddi ve kültürel zenginlik üretimi “faktör koşullarından” bağımsız ele alınamaz.
Yaşadığımız ülkenin “yeraltı ve yerüstü kaynakları” hakkında net bilgi sahibi değilsek, işimizle ilgili varsayımlar üretirken hayatın öz gerçeğinde ciddi sapmalarla yüzleşebiliriz. Somut bir örnek vermek gerekirse, yeraltı kaynaklarını araştırmak için yapılan sondajların ortalama bin metreyi aştığı, ülkemizde ise üç yüz metreler dolayında olduğu gerçeği bizi yanlış varsayımlara götürür. MTA gibi bir kamu kuruluşunun madenlerle ilgili “görünür ve muhtemel rezerv” verileri, banka sisteminde geçerli kabul edilmiyor; “teminat” olarak gösterilemiyorsa, orada madenciliği istenen düzeye çıkarmamız mümkün olmaz.

Faktör koşullarının bir diğer bileşeni “fiziki sermaye stokudur”. Bir yatırım kararı verilirken, karayolu ağı, demiryolu olanakları, hava ulaşım kolaylıkları, iletişim altyapısının düzeyi, limanların yeterliliği vb. insan eliyle oluşturulan fiziki sermaye stoku hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Marmara Denizi çevresinde kırk iki iskele niteliğinde yapının bulunduğu, üretim büyümesinin hızlandığı dönemlerde bu iskele niteliğindeki yapının yeterli olmadığını bilmeden yatırım yapılırsa, geçmişte sıkça yaşandığı gibi dağıtım zincirinde sıkıntılar yaşanır. Yollardan havaalanlarına, limanlardan çalışan kadınların çocukları için kreş altyapısına uzanan fiziki sermaye stoku dikkate alınmaksızın, sürdürülebilir rekabet gücü yaratan bir üretim tesisi hayata taşınabilir mi? Fiziki sermaye stoku bilgileri yeterli değilse, yatırım ve işletme dönemlerinde etkin sonuçlara bizi taşıyacak gerçekçi varsayımlar üretilebilir mi?

Bilgi Toplumu aşamasında faktör koşuları arasında ağırlıklı yere sahip olanı “insan kaynağı”dır. Ülkemizde, 20 yıla yakın bir zaman kesitinde, “Bu ülkede işsizlik yoktur; mesleksizlik vardır” diyenler haksız mıdır? Van’dan Edirne’ye, Sinop’tan Mersin’e nereye giderseniz gidiniz, iş inşalarının karşınıza çıkardığı temel sorun “kalifiye işgücü eksikliği” olacaktır.

Yatırım yönetiminde, insan kaynaklarına ilişkin varsayımlar üretilebilmesi için verilerin sağlıklı olması gerekir. Verilerin sağlıklı olması da yetmez “dinamik envanter algısı” bağlamında, sürekli yenilenmesi de iş gücüyle ilgili zihni model varsayımlarını üretmemize yardımcı olur. Ülkemizi “vasatlıktan kurtarma” niyeti ciddi olanların yapması gereken ilk iş, başta insan kaynağı olmak üzere faktör bileşenleri hakkında net bilgi üreten ve yenileyen dinamik envanterin oluşturulmasıdır.

Bilim ve teknolojinin üstel büyümesinin yarattığı etkileri hep birlikte yaşıyoruz. Ülkemizin vasatlıktan kurtularak, öncü ülkeler kervanına katılabilmesinin gerek şartı, bilim ve teknoloji alanında belli düzeyleri yakalamasıdır. Bilim ve teknolojiyi geliştirmek için başka üniversiteler, TÜBİTAK gibi araştırma kurumları, özel kesim araştırma laboratuvarları vb. bütün birimler ortak sorumluluk taşır. Gerçek anlamda yatırım yapacak olan bir kuruluş ya da kurum, ülkenin bilim ve teknolojik düzeyini analiz etmeden, bu alanda gerçeğe yakın varsayımlar üretmeden doğru yolda ilerleyebilir mi? Faktör koşullarının temel bileşenlerinden biri olan bilim ve teknoloji düzeyi hakkında üretilen varsayımlarını yanlış verilere dayandıran bir yatırımcının zihni modelinin ürettiği kararlar onu çıkmaz sokaklara sokmaz mı?

Faktör koşullarının bir başka bileşeni “finansal yapı ve erişilebilirlik olanakları”dır. Sadece banka sistemine dayanan, finans sisteminin araçları ve erişilebilirlikleri gelişmiş, yaygınlaşmış ve derinleşmiş bir yapıya sahip değilsek, o yapılara sahip olan ülke girişimcileri karşısında “şans eşitsizliği” söz konusu olmaz mı? Bu durumda “serbest ve adil piyasa koşullarından” söz edilebilir mi? Yatırım kararı verenler, ülkenin finans sisteminin yapısı, araçlarının çeşitliliği ve erişilebilirlik olanaklarını analiz ederek zihni modellerinin varsayımlarını geliştirmezlerse, kendilerini yaratmak istedikleri sonuca götürecek kararlar üretebilirler mi?

Serbest ve adil piyasa koşullarında rekabet edebilmek için faktör koşullarından bir başkası da “hukuk sisteminin işlerliği”dir. Vasatlığı aşarak toplumu öncü kuruluşlar düzeyine taşıyabilmemiz için herkesin kanunun önünde eşitliğinin güven altına alınması gerekiyor. Hepimiz, kanunları eleştirme hakkımız olduğunu bilecek ama, yürüklükteki bir kanuna uymama lüksümüz olmadığını kavrayacağız. Hakimlerin hem zihni hem de maddi bağımsızlıklarını güven altına alarak sistemin kendi çevrimini tamamlamasını güven altına almaya derinliğine baktığımızda, ihtisas mahkemelerini geliştirerek, bilirkişi bağımlılığını azaltmak, davaların makul zamanda tamamlanmasının önlemlerini almak gerekmez mi?
Faktör koşullarının önemli bileşenlerinden biri de “üretim yöntemleri ve ürün çeşitliliği” bakımından rakiplerle eş düzeyde olma, daha da önemlisi yeni yöntemler geliştirme yeni ürünlerle piyasaya çıkabilmelidir.

Ekonomide sistemin etkin işleyişi ve hukuk sisteminin etkinliği kadar iş çevresini oluşturan faktör koşullarının bileşenlerinden bir diğeri olan “siyasi işleyiş ve siyasi irade oluşum” biçimini de her zaman kararlarda göz önünde tutulmalıyız. Siyasi parti yasaları, seçim sistemleri, parlamento ve işleyişi, siyasi liderlerin oteriterliğe kaymasının engellenmesi , toplumsal performansın yükselmesini engelleyen siyasi oluşumların yönetişimi vb..

Talep koşulları

Vasatlığı aşmak için küresel bağlamda üretim yapmak ve ürünlerimizi satarak değerlendirmek gerekiyor. Blim ve teknolojideki gelişmeler, üretimde dönüştürme ve işlem yapısını değiştirdiği gibi, insanların satın alma güdülerini de değiştiriyor. Üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin iç bütünlüğünün yarattığı karar ve kurumlar yeni ticari ağların oluşmasını sağlıyor. Toplum ve yapısı değişiyor; faktör koşulları farklılaşıyor; gelişmeler “talep koşullarını” yeniden yapılandırıyor.

Bir toplumun vasatlığı aşarak, alanında gelişmişler kervana katılabilmesi için küresel pazarlarda oluşan ağların yapısını, işleyiş biçimlerini yeni algı ve varsayımları, bu varsayımlardan oluşan zihni modellerin satın alma kararlarını nasıl etkilediğini de yakından izlemesi gerekir.

Bugün “sosyal medyada arkadaş çevresinin” talep üzerine etkilerini hesaba katmadan gerçekçi bir talep tahmini yapılamıyor. Pazar ağlarının niteliklerini, kapsadıkları alanı ve ölçekleri yakından izleyenler vasatlık sınırını aşarak gelişenler arasına katılabiliyor.
Talep koşullarındaki değişmeyi anlamanın bir başka yolu “rakip ve müşteri algısında” değişmelerin izlenmesidir. Herhangi bir elektronik araçla ulaşabildiğimiz bütün üreticilerin “potansiyel rakip”, tüketicilerin de “potansiyel müşteri” olması göz ardı edilerek vasatlık aşılabilir mi?

Dünya genelinde “orta sınıfın üçüncü yükselişi” konusunda uzmanlar görüş birliği halinde. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde hızla artan orta sınıfın “tüketici değer, beklenti ve davranışları” üzerinde etkilerini analiz etmeden, oluşmakta olan yeni pazar ağlarının nitelik ve niceliğini kavrayamayacağı gibi, beklenti ve davranışları yakalamamız da mümkün olmaz.

Sadece orta sınıfı değil, toplum yapısındaki yeni sınıfsal katmanlaşmalar da talep koşullarını belirleyen etken olarak her zaman ilgi menzilimizde olmalı ki, taleple ilgili varsayımlarımız gerçekliğe yakın olsun, o zihni modele göre aldığımız kararlar kaynaklarımızı etkin ve verimli değerlendirebilsin.

“Müşteriye ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik” yol ve yöntemleri üzerinde kafa yormadan talep koşullarını değerlendirerek vasat üretici olmanın ötesine geçemeyiz.
Vasatlık tuzağından kurtulup, dünya ölçeğindeki eleklerin üstünde kalmak istiyorsak; pazar ağlarının nicelik ve niteliklerini, rakip ve müşteri algısındaki değişmeleri; tüketici değer, beklenti ve davranışlarındaki değişmelerin yönünü ve hızını , müşteriye ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik konularını alabildiğine sorgulamak, bu konularda net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanmayı ihmal etmemek gerekiyor.

Vasatlıktan kurtuluşun bir başka yönü de, iş çevresini tanıma bağlamında “karşılıklı bağımlılık ilişkilerini tanımlama, betimleme ve yönlendirmedir.” Bugün iş dünyasında belirsizlikleri artıran, gelecek korkusu yaratan ve yüzleşme cesaretini kıran olgu da, karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin hızla değişmesi, eski yapıların çözülmesi ve yeni yapıların oluşturulmasıdır.

Gelecek hata, iş çevresinin karşılıklı bağımlılık ilişkilerini, rakip stratejilerine ilişkin çerçeveyi tamlayarak, diğer iki ana başlık üzerinde duracağız: Görev alanı ve çekirdek yetkinlikler.


 Bu konuya giriş için  Rüştü  Bozkurt “İşlerimizi ‘bilinçle’ yönetmek”Dünya  Gazetesi 4 Ocak 2014 tarihli yazısına bakılırsa   verilmek istenen çerçeve  daha iyi  anlatılmış olur.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar