'Sapere aude!'
İnsanlığın gelişiminde “Bilmeye (düşünmeye) cesaret etmenin” çok büyük rolü olduğu kaçınılmaz bir gerçektir şüphesiz ki…
Aydınlanma mücadelesinde insanoğlu çok önemli bedeller ödeyerek, kendi aklınla düşünmeye cesaret etti ve bugünlere geldi.
Öncelikle, izninizle başlığımızı kısaca açıklayalım.
Sapere aude (Latince: "Bilmeye cesaret et!") İlk defa Horatius tarafından kullanılan Latince deyiş. Horatius'un kullandığı haliyle Dimidium facti qui coepit habet: sapere aude yani, "Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!"tir. Immanuel Kant ve Aydınlanma Çağı ile özdeşleşmiştir. Kant “Aydınlanma Nedir?” adlı denemesinde aydınlanma çağının felsefesini bu deyiş ile özetlemiştir.
Bu iki sözcüğün yaşamımızda kültürden sosyolojiye, psikolojiden felsefeye, pozitif bilimlerden spora kadar çok geniş yaşam alanlarımızda çok önemli yer tuttuğuna inanırım. Bu bağlamda, bugün de Türk futbolunun kendi aklını kullanarak ya da buna cesaret ederek, içinde bulunduğu sorunlardan çıkacağına inanan bir iyimserliğe sahibim. Çoğu aşılmaz gibi görünen sorunların çözüme kavuşturulmasında, Arşimet’in dünyayı değiştirmek için aradığı kaldıracın aslında bu olduğuna inanıyorum. Çünkü, her türlü zorluk ve sıkıntının üstesinden gelinmesinin yolunun öncelikle özgür düşünme yetisiyle hareket edilerek, düşünmeye ve aklı kullanmaya cesaret edilmesi iradesine bağlı olduğunu, kendi bireysel yaşamımda da deneyimlemiş birisi olarak görür ve değerlendiririm.
Bugün Türk futbolunun temel problemi altyapı değil, üst yapı sorunudur!
Bugün her yönüyle dibe vurmuş Türk futbolunda temel sorunun, bir üst yapı sorunsalı olduğu saptamasıyla konuya başlayalım. Türk futbolu son onbeş yılda parasal gelirlerini yaklaşık %360 arttırarak, 700 milyon euroya ulaştırmasına karşın, bu gelişimini yönetsel alanda üst yapıda sağlayamamıştır. Parasal büyümenin gerektirdiği yönetsel yeniden yapılanma ne yazık ki, sağlanamamış, aksine sahip oldukları bütçeleri yüz milyon eurolara ulaşan futbol kulüplerinin yönetimi konvansiyonel yöntemlerle sürdürülmeye çalışılmıştır. Parasal genişlemenin ihtiyacı olan finansal değişim ve gelişim süreci Türk futbolunda sağlıklı yaşanamamıştır. Bu nedenle de, finansal bir karaktere bürünen endüstriyel futbol, Türk futbolunun sportif ve mali anlamda Avrupa ve dünya futbolundan pay almasının önünü kesmiştir. Bu bağlamda sportif olarak bakıldığında Türk futbolunun UEFA’da 11. sıra ile onbeş yıl öncesi sportif performansının gerisinde kaldığını görüyoruz. Son Euro 2016 başarımız olmamış olsaydı, aynı olumsuz performansı FIFA sıralamamızda da görüyor olacaktık.
Futbol kulüpleri yönetimlerinin futbolun küresel gelişiminin gerisinde kalması, Türk futbolunun rekabette geriye düşmesine neden olmuştur. Yeterli yönetsel yetkinlik ve olgunluğa sahip olmayan yönetim anlayışı “idare eden” bir yapılanma içinde yoluna devam etmiştir. Kurumsal yönetim ve yönetişimden öcü gibi kaçılması, Türk futbolunun kötü yönetilmesini de beraberinde getirmiştir. Buna bağlı olarak, iyi denetlenmeyen, hesap vermeyen, şeffaf olmayan ve paydaşlarına karşı sorumluluk taşımayan Türk futbol üst yapılanması, Türk futbolunu bugünkü içinden çıkılamayan bir duruma getirmiştir. Bu yapı Türk futbolunu sportif anlamda ilerilere taşıyamamıştır.
Devlet futbolun ana sponsoru olduğu sürece, siyaset hep futbola nüfuz eder!
Türk futbolunun bu transformasyonu gerçekleştirememesinin temel nedeni ise: Sahip olduğu parasal büyüklüğe kendi dinamikleriyle ulaşamamış olmasıdır. Yeterli rekabetçi dengeye ve futbol kalitesine sahip olmayan Süper Lig yapılanması, düşük izlenilirliğiyle, Avrupa ve dünya futbol pazarında kendi ürününü satar konuma gelemediği için, uluslararası parasal gelir yaratmaktan çok, devlet destekli yaratılan domestik gelirlerle yetinmek zorunda kalmıştır. Yani, bugün 500 Milyon Dolara ulaşan naklen yayın gelirlerinin devlet destekli artış göstermesi, sonuçta Türk futbolunun temel sponsorunun devlet olmasına yol açmıştır. Süper Lig’in sponsorunun Spor Toto, 1. Lig sponsorunun PTT, Federasyon Kupası’nın sponsorunun Ziraat Bankası’nın olduğu dikkate alındığında, devletin futbola nasıl nüfuz ettiğini net olarak görebiliyoruz.
Türk futbol yapılanması kendi potansiyellerini harekete geçirememiştir
Türk futbolu her ne kadar, kendi dinamikleriyle olmasa da önemli bir parasal gelire ulaşmasına karşın, bu büyüklüğün yaratacağı sinerjiyle, sahip olduğu sportif, mali ve entelektüel anlamda potansiyelini harekete geçirememiştir. Daha doğrusu bu potansiyeli işleyebilecek, geliştirecek, uzun erimli stratejileri oluşturabilecek ve bunları realize edebilecek bir futbol yönetsel yapılanmasından uzaktır. Bugünkü kulüplerin ve futbol otoritesinin yapılanması, finansal futbol yapılanmasının gereklerini yerine getirecek yetkinlikten uzak yapılardır.
Futbolun bugün bir finans işi olduğu gerçeği kavranamamıştır!
En son Galatasaray’ın Finansal Fair Play uygulaması kapsamında UEFA tarafından, Avrupa kupalarından men edilmesiyle birlikte, bir kez daha günümüz futbolunun aynı zamanda bir finans işi olduğunu da bize gösteriyor.
Bu bağlamda bakıldığında, Süper Lig’deki 18 kulübün toplam gelirleri 2 milyar TL’ye yükselirken, borçlarının iki katına ulaşıp 4 milyar TL civarında gerçekleştiğini görüyoruz. Yani, bugünkü başarısız futbol yapılanması süreç içinde bize, net olarak varlıkları borçlarını karşılayamayan, 1.7 milyar TL düzeyinde öz kaynak açığı bulunan, yaklaşık 500 milyon TL zarar eden bir lig ekonomisini hediye etmiştir.
Yukarıda dile getirdiğimiz olumsuzluklar, futbolumuzda bir finans problemi olduğunu gerçeğini göz önüne seriyor. Günümüz futbolunda, finansal sorunlarını çözümleyemeyen futbol ligleri ve kulüplerinin, rekabette geriye düşeceklerini sizinle paylaşmak istiyorum.
Sonuçta;
Türk futbol yapılanması endüstriyel dönüşüm sürecinde, finansal futbolun gerektirdiği üst yapı reorganizasyonunu gerçekleştiremediği için, Avrupa ve Dünya futbolunda rekabette geriye düşmüştür.
Bu yapı kısacası, gelirlerinden fazla gider yaratan, bunun için de yoğun olarak borçlanmaya yönelen, katlandıkları finansman maliyetleri, kur farkları ve genel takım giderleri nedeniyle zarara dönen, seyirci sayısı düşen, maç günü gelirleri azalan, sponsorluk gelirleri bitmek üzere olan, sadece naklen yayın gelirlerine dayalı, bir Süper Lig inşa etmiştir.
Sahip olduğumuz futbol yapısı, Türk futbolunu sportif ve mali anlamda ileriye taşıyabilecek yetkinlikten uzaktır. Bu nedenle, Türk futbolu merkez liglerin etrafında bir çevre lig olarak, onlara payanda olmaya devam etmek zorundadır.
Oysa, Kant’ın yüz yıllarca önce söylediği gibi “Sapare Aude!” diyerek, futbol aklımızı kullanmaya cesaret edip futbolumuzda yeni bir aydınlanma çağı başlatabiliriz. Bunun için Türk futbolu gereken potansiyele sahiptir. Yeter ki, buna niyetimiz olsun…