Kalkınma Bankası kredilerinin yoksul ülkeler için güvenli hale getirilmesi gerekiyor

II. Dünya Savaşı sonunda Dünya Bankası’ndan ilk kredi alan ülke Fransa idi Macron Zirvesi'nin Paris'te olması Fransa’nın finansal tarihi açısından da oldukça ironik duruyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un “Yeni Küresel Finansman Paktı Zirvesi (Paris Finans Zirvesi)”, 2023 yılının Haziran ayında daha adil bir iklim finansmanı için bir araya geldi. İklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkeleri bir araya getiren zirvede tek bir ortak ses vardı: “Kimseyi geride bırakmayan yeşil bir geçiş hayalimiz var.” Peki bu hayalin önündeki engellere yeterince gerçekçi bakıldı mı? Gazeteniz DÜNYA bu konuda başlattığı bin münazarayı sizlerle paylaşıp, cevap bekleyen sorulara yanıt aradı.

BARRY EİCHENGREEN - Kaliforniya Üniversitesi Ekonomi ve Siyaset Bilimi Profesörü / RUURD BROUWER TCX* CEO’su 

Zirvenin somut hedefleri arasında, kırılgan ekonomilerin yüksek gıda, enerji, yeşil geçiş ve kalkınma zorluklarıyla başa çıkmak için gereken finansmana erişimini artırmak yer aldı. Önemli bir konu, bu yenilenen finansal erişimin çözdüğünden daha fazla sorun yaratmamasını sağlamak olmalı.

II. Dünya Savaşı sonunda Dünya Bankası’ndan ilk kredi alan ülke Fransa idi Macron Zirvesi'nin Paris'te olması Fransa’nın finansal tarihi açısından da oldukça ironik duruyor. Hatırlanacağı üzere 1947'de, II. Dünya Savaşı sonrası Fransa hala mali ve ekonomik olarak savunmasızken, Dünya Bankası kredisi alan ilk ülke olmuştu. Bugün olduğu gibi 1947 kredisinin temel amacı, hükümetin ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmak için kritik olan Fransa'nın enerji gereksinimlerini karşılamasına yardımcı olmaktı. Kredi, çelik, gübre ve hayvansal yağların yanı sıra 7 milyon ton kömür ve 1,2 milyon metrik ton petrol ürünü ithalatını finanse etti. Yüzde 3,25 faiz oranı ve yüzde 1 yıllık ücret, krediyi bir pazarlık gibi gösterdi. Krediyi ödemenin yüzde 4,25'lik maliyeti piyasa koşullarından çok daha ucuzdu ve savaşın harap ettiği Fransa'nın özel sermaye bulma şansı çok az olacaktı. Kredi, 30 yıllık bir vade, 5 yıllık bir ödemesiz dönem ve ilk 10 yılda asgari geri ödemelerle geldi ve bunların tümü Fransız Hazinesi'nin sınırlı kaynakları ve ülkenin zorlu ekonomik durumu nedeniyle kabul edildi.

Kredinin onaylanmış amaçlar için kullanıldığının kanıtı istendi

Krediye bağlı koşulluluk da mevcut uygulamaya benziyor. Dünya Bankası, gelirlerin onaylanmış amaçlar için kullanıldığına dair kanıt istedi. Banka personeli, tedarikçi sözleşmelerini bireysel faturalar seviyesine kadar inceledi. Fransa'nın baş müzakerecisi bunu ülkesine hakaret olarak değerlendirdi. Ama, “dilenciler seçici olamazdı.”

Dünya Bankası'nın bu ilk kredisi, resmi düşünceye uzun bir gölge düşürmeye devam ediyor. 3 çeyrek yüzyıl sonra, “Çok Taraflı Kalkınma Bankaları (MDB)” kredileri için standart, 10 yıllık ödemesiz dönem ve imtiyazlı faiz oranları ile 30 yıl olmaya devam ediyor. Benzer şekilde, Macron Zirvesi'nin odak noktası, uzun vadeli, düşük faizli krediler sağlayarak ekonomik yeniden yapılanma ve kalkınmayı desteklemekle ilgili. Tek ek gereklilik, enerji kaynaklarının yeşil olması. Buna artı bir değişim dememiz isteniyorsa peki öyle olsun.

Kur risklerinin hala borçluya yüklenmesi taktir edilemez

Takdir edilmeyen başka bir paralellik daha var. 1947'de olduğu gibi MDB'ler hala kur risklerini borçlulara yüklüyor. 1950'de bir dolar 3,5 Fransız Frangı'na mal oldu; 1958'de frank devalüe edildiğinde döviz kuru 4,2 franka yükseldi. 1959'da 4,9 frankın üzerine çıktı ve başka bir devalüasyon 1969'da yaklaşık 5,2'ye itti. Toplamda, dolar cinsinden faiz ödemelerinin frank cinsinden maliyeti yüzde 50 arttı. Fransız hükümetinin yıllık ödemeleri daha da keskin bir şekilde arttı, çünkü ilk ödemesiz dönem, anaparayı 30 değil 20 yıl boyunca geri ödediği anlamına geliyordu. Bugüne geldiğimizde ise düşük gelirli ülkelerin karşılaştığı sorun Fransa’nınki ile paralellik gösteriyor. MDB'ler dolar cinsinden borç verdiğinden, dolar yükseldiğinde yoksul ülkeler adeta dövülüyor.Çekiç en yoksullara düşüyor, çünkü MDB kredilerindeki ödemesiz dönem, amortisman ödemelerini daha kısa sürede yoğunlaştırıyor. Bu nedenle, MDB'ler için bir sermaye artırımı ve Macron Zirvesi'nde önerilen bir başka imtiyazlı borç verme turu, ortaya çıkan kredilerin yeniden dolar cinsi olması nedeniyle daha fazla sorun meydana getirmeye muktedirdir.

Yoksul ülkelere musallat olan kur baskısı engellenmeli

Bazı durumlarda, Dünya Bankası dolar ödemelerini swap işlemlerini kullanarak yerel para birimine çevirir. Ancak banka bilançosunda kur riski almaz. Yerel para birimi dönüştürme işlemlerini yalnızca piyasa karşı taraflarıyla yansıtma döviz takası işlemlerini gerçekleştirebildiğinde yapar. Dolayısıyla piyasalarının likiditesi göz önüne alındığında, fakir ülkelerin para birimleri için böyle bir karşı tarafın olmaması onarılamaz sıkıntıları beraberinde getiriyor.

Macron Zirvesi'nde bir araya gelen hissedarlar, Dünya Bankası'na daha fazla sermaye sağlamak veya daha fazla dolar kredisi vermesini sağlamak için borçlanma yetkisi vermek yerine, döviz kuruna bağlı kayıplar durumunda bankayı yeniden sermayelendirmek için bir garanti fonu oluşturmalı. Banka daha sonra döviz swaplarını ve yerel para cinsinden kredileri bilançosunda güvenle tutabilir. Bu basit adımlar, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransa'ya musallat olan ve benzer şekilde bugün düşük gelirli ülkeleri takip eden döviz kuru hatasını ortadan kaldırabilir. 

BUGÜNÜN BORÇ SORUSU

BRIGITTE GRANVILLE- Londra Queen Mary Üniversitesi Uluslararası Ekonomi ve Ekonomi Politikası Profesörü

Paris Finans Zirvesi’nin hedefleri, yoksul ülkeler arasında borç sıkıntısının son zamanlarda yeniden canlanmasını ele almanın çok ötesine uzanıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un “Güney ile mali dayanışma” söylemine atıfta bulunarak, Dünya Bankası'nın ve diğer (bölgesel) çok taraflı kalkınma bankalarının kapasitesinin artırılacağını düşünüyorum. Zirve, savunmasız gelişmekte olan ülkelerde yoksulluk ve halk sağlığı krizleriyle mücadelenin kalıcı zorluklarından daha fazlasını içeren ahlaki ve politik bir aciliyet duygusunu yansıtıyor. Bu, kayıtsızlığa karşı koymak ve 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi'ne ivme kazandırmak için başka bir çaba değil, çünkü artık iklim değişikliği ve küresel ısınma çağında yaşıyoruz. Bu sert yeni gerçeklik, soruna en az katkıda bulunan yoksul ve savunmasız ülkelere en sert şekilde düşecek. Dramatik vakalara sahip ülkelerin dahi altındalar Yeşil altyapı yatırımları ve hedefleri artırmanın aksine, borç sorunlarını çözmek, yaşayan hafızada pek değişmeyen eski bir zorluk aslında. Mevcut borç krizi, 1982'de Meksika'da başlayan, bugün olduğu gibi bol, ucuz borç finansmanının aniden durduğu ve küresel faiz oranlarındaki keskin artışların birikmiş borç stoklarına hizmet etme maliyetinin yükselmesine neden olduğu gelişmekte olan ülke egemen temerrütlerinin arketipsel (ilk örneğine) dalgasına hayli benziyor.

IMF, şu anda 39 düşük gelirli ülkeyi (dördü hariç hepsi Afrika'da) fiili veya potansiyel “borç sıkıntısı” içinde sınıflandırıyor. Bu çetele, kişi başına düşen gelirleri onları en yoksul kategorinin hemen üzerinde sıralayan Sri Lanka ve Pakistan gibi en dramatik vakalardan bazılarını bile içermiyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de soru, orijinal sözleşmelere göre hizmet edilemeyen ve geri ödenemeyen borçlarla nasıl başa çıkılacağıyla ilgili. Ödemelerin yeniden planlanması ile bazı borçların tamamen silinmesi arasında uygun bir denge nasıl kurulur ve bu kadar çok farklı türde karşılıklı şüpheli alacaklı arasında borç erteleme anlaşmaları mümkün müdür? İşte buna tüm tarafların açık sözlü bir şekilde katkı koyması gerekiyor. Son olarak şaşırtıcı olmayan bir şekilde en zorlayıcı katkılar, borç zorluklarını uzun süredir inceleyen ve yöneten ekonomistlerden ve (eski) politika yapıcılardan geliyor. 

II. Dünya Savaşı sonrası Fransa ve Dünya Bankası

Macron Zirvesi'nin Paris'te olması Fransa’nın finansal tarihi açısından da oldukça ironik duruyor. Hatırlanacağı üzere 1947'de, II. Dünya Savaşı sonrası Fransa hala mali ve ekonomik olarak savunmasızken, Dünya Bankası kredisi alan ilk ülke olmuştu. Bugün olduğu gibi 1947 kredisinin temel amacı, hükümetin ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmak için kritik olan Fransa'nın enerji gereksinimlerini karşılamasına yardımcı olmaktı. Kredi, çelik, gübre ve hayvansal yağların yanı sıra 7 milyon ton kömür ve 1,2 milyon metrik ton petrol ürünü ithalatını finanse etti. Yüzde 3,25 faiz oranı ve yüzde 1 yıllık ücret, krediyi bir pazarlık gibi gösterdi. Krediyi ödemenin yüzde 4,25'lik maliyeti piyasa koşullarından çok daha ucuzdu ve savaşın harap ettiği Fransa'nın özel sermaye bulma şansı çok az olacaktı. Kredi, 30 yıllık bir vade, 5 yıllık bir ödemesiz dönem ve ilk 10 yılda asgari geri ödemelerle geldi ve bunların tümü Fransız Hazinesi'nin sınırlı kaynakları ve ülkenin zorlu ekonomik durumu nedeniyle kabul edildi.

Kur riskinin borçluya yüklenmesi onaylanamaz

Fransa’nın 1947'de yaşadığı gibi Çok Taraflı Kalkınma Bankaları (MDB) hala kur risklerini borçlulara yüklüyor. 1950'de bir dolar 3,5 Fransız Frangı'na mal oldu; 1958'de frank devalüe edildiğinde döviz kuru 4,2 franka yükseldi. 1959'da 4,9 frankın üzerine çıktı ve başka bir devalüasyon 1969'da yaklaşık 5,2'ye itti. Toplamda, dolar cinsinden faiz ödemelerinin frank cinsinden maliyeti yüzde 50 arttı. Fransız hükümetinin yıllık ödemeleri daha da keskin bir şekilde arttı, çünkü ilk ödemesiz dönem, anaparayı 30 değil 20 yıl boyunca geri ödediği anlamına geliyordu. Bugüne geldiğimizde ise düşük gelirli ülkelerin karşılaştığı sorun Fransa’nınki ile paralellik gösteriyor. MDB'ler dolar cinsinden borç verdiğinden, dolar yükseldiğinde yoksul ülkeler adeta dövülüyor.Çekiç en yoksullara düşüyor, çünkü MDB kredilerindeki ödemesiz dönem, amortisman ödemelerini daha kısa sürede yoğunlaştırıyor. Bu nedenle, MDB'ler için bir sermaye artırımı ve Macron Zirvesi'nde önerilen bir başka imtiyazlı borç verme turu, ortaya çıkan kredilerin yeniden dolar cinsi olması nedeniyle daha fazla sorun meydana getirmeye muktedirdir.

* TCX, düşük gelirli ülkelere riskten korunma araçları sağlayan çok taraflı bir kurum olarak çalışıyor