Türkiye ekonomisi üzerine bir değerlendirme

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İ. Hakan YETKİNER / İzmir Ekonomi Üniversitesi Ekonomi Bölümü

Yılın sonunda ekonominin genel bir değerlendirmesini yapmak artık adetten oldu. Biz de bu yazımızda daha geniş bir zaman perspektifinden Türkiye ekonomisi üzerine bir genel değerlendirme yapacağız. Öncelikle bir tespit ile yazımıza başlayalım. 1980'lerin ortalarına kadar Türkiye ekonomisi hem ekonomik olarak hem de sosyal olarak kapalı bir ülke idi. O zamanlar sadece Türkiye ve dünyanın geri kalanı vardı. Bu kapalı olma hali günlük dilimize de yansımıştı: bir iddiada bulunurken "dünyanın en güzel sahili", "dünyanın en güzel sesi", dünyanın en zeki çocuğu" gibi abartmalı ifadeler kullanılırdı. Özal iktisadı ile uygulanmaya başlayan ekonomi politikaları ile Türkiye ekonomisi (belki de gereğinden fazla) açık ekonomi haline geldi. Ancak sosyal olarak hala kapalı olduğumuz için olsa gerek benzer abartmalı ifadeleri herkes kullanmaya devam ediyor. Karar-alıcı olmayan ya da karar alıcıları etkileme gücü bulunmayan kişilerin abartılı konuşmasında fiili olarak bir sakınca yoktur. Ama bunu ekonomi gibi ciddi bir konuda yapmaya kimsenin hakkı yoktur. İş o boyuta geldi ki ekonomi üzerine yazı yazan (ama akademik ekonomi eğitimi hiç olmayan) bazı yazarlarımız AB ekonomisini "hasta adam" olarak adlandırmaya ve Türkiye ekonomisinin çok yakın zamanda dünya ekonomisinin önder ekonomilerinden biri haline geleceğini iddia etmeye başladılar. Elbette güzel dileklerde bulunmak toplumun motive edilmesi açısından çok faydalı olabilir. Ancak toplum gerçekler üzerinden yönlendirilmelidir. Bu yazımız biraz da bu tür hayali tespitlere dikkat çekmek için yazılmıştır. Dolayısıyla öncelikle dışarıdan bir yabancı gözüyle Türkiye ekonomisini tarif etmeye çalışalım. Bu tarif bize Türkiye ekonomisinin bazı karakteristik özelliklerini anlama olanağı verecektir.

Türkiye ekonomisi yabancı gözüyle nasıl gözüküyor?

Birinci tespit: Türkiye ekonomisi gelişmiş ülkelerle asırları aşan yerleşik bir ilişki ağına sahiptir. Osmanlının son dönemlerinden itibaren gelişmiş ekonomilerin özel ya da kamu şirketleri Türkiye'de ortaklıklar kurmuşlar ve üretim ve ticaret ilişkileri geliştirmişlerdir. Bu, Türkiye ekonomisi için bir avantajdır. Onlar bizi, biz de onları tanımaktayız. İkinci tespitimiz, Türkiye ekonomisinin AB ile bütünleşmesi ile ilgilidir. Türkiye 1 Ocak 1996 tarihinden beri Avrupa Gümrük Birliği'nin bir üyesidir. Yapılan araştırmalar Türkiye ekonomisinin Gümrük Birliği üyeliği nedeniyle AB lehine bir kırılma yaşamadığını, tam tersine o tarihten sonra çok daha fazla ülke ile dış ticaret ilişkisi geliştirdiğini göstermektedir. Üstelik Türkiye 1999 tarihinden beri aday üye ülkedir ve 2005 yılında üyelik müzakereleri başlamıştır. Türkiye tam üyelik hakkını alsa da almasa da bir şekilde AB ekonomisine entegre olmuştur. Üçüncü tespitimiz, Türkiye'nin coğrafi konumunun iktisadi önemidir. Türkiye doğu ve güneyinde bulunan ülkelere göre çok daha yüksek bir ekonomik gelişmişliğe sahiptir. Türkiye'nin coğrafi konumun stratejik önemi genellikle askeri açıdan algılanmaktadır. Oysa asıl olarak ekonomik açıdan önemlidir. Gelişmiş ekonomiler Türkiye'nin konumunun önemini çok iyi tespit etikleri için Ortadoğu, Afrika ve Türkî Cumhuriyetleri kapsayan geniş bir alanın bölge merkezlerini genellikle İstanbul'da kurmaktadır. Dördüncü tespitimiz, Türkiye ekonomisinin sahip olduğu beşeri sermaye ile ilgilidir. Beşeri sermaye icat yapacak bilgi ve donanıma sahip olmamakla birlikte gelişmiş ekonomilerin yaptığı icatları ve onun türev teknolojilerini kullanabilen bir bilgi birikimine sahiptir. Bunun doğal bir sonucu olarak Türkiye ekonomisi kendi icatlarına dayanan mal ve hizmet üretememekte, ancak icatlara bağlı olarak nihai mal üretimi çeşitlerindeki değişikliklere kolaylıkla adapte olabilmektedir. Son teknoloji tıp malzemesi ya da tekstil makinesi hemen Türkiye'de kullanılmaya başlanabilmektedir. Son olarak, Türkiye ekonomisinin önemini hala yeterince anlamadığı iki önemli "üretim faktörü" Anadolu'nun tarih zenginliği ve topraktır. Bu iki faktör kullanılarak Türkiye çok daha yüksek gelir seviyesine ulaşabilir. Türkiye ekonomisinin yabancı gözüyle profili yukarıdaki gibidir.

Küresel kriz ve Türkiye

2001 yılında büyük bir iktisadi kriz yaşayan Türkiye ekonomisi, sonrasında tarihinde az görülmüş bir iktisadi başarı yakalayarak kesintisiz 27 çeyreklik bir ekonomik büyüme yaşamıştır. Ancak bu iktisadi başarı ABD'de başlayan ve sonrasında küresel boyut kazanan talep krizi ile sekteye uğramıştır. Küresel kriz, kim ne derse desin, Türkiye ekonomisini, özellikle de reel ekonomiyi, çok ciddi şekilde etkilemiştir. Şu anda henüz krizden tam olarak çıkılmadığı için sağlıklı bir tespit yapma imkânı yoktur. Ama pek çok aklı başında iktisatçının belirttiği gibi bu kriz Türkiye ekonomisinin reel kesimini en az 2001 krizi kadar etkilemiştir. GSYH'dan istihdama, yatırımdan tüketime tüm rakamlar bu sonuca işaret etmektedir. Tek fark finans ve bankacılık sektöründe ortaya çıkmıştır. Hemen kriz öncesinde hem özel hem de kamu sektörünün pek çok varlığını iyi fiyatlarla satması sonucu Türkiye ekonomisi krize nakit bolluğu içinde girmiştir. Küresel krizin Türkiye ekonomisini teğet geçen bu kısmı olmuştur.

Makro ekonomik performans: Kısa vade

Türkiye ekonomisi 2007-2009 yılında tüketimden yatırıma, ithalattan ihracata, istihdamdan kapasite kullanımına ciddi bir daralma yaşamıştır. Bunun sonucunda ekonomi küçülmüş ve negatif büyüme yaşanmıştır. Elbette her kriz gibi bu da geçecektir. Nitekim 2010 yılının başından itibaren iyileşme belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştır. Pek çok makro ekonomik gösterge hali hazırda kriz öncesi değerlere ulaşmıştır. Kısa vadede tüketimin, yatırımın, ihracatın ve ithalatın, kapasite kullanım oranının ve çok daha yavaş olmakla birlikte istihdamın artmasını beklemeliyiz. Buna bir de 2011 yılı ortalarında yapılacak olan seçim nedeniyle artacak olan hükümet harcamalarını da eklersek, 2011 yılında ekonominin ısınmaya başlayacağını öne sürmek yanlış olmaz.

Makro ekonomik performans: Orta vade

2011 yılı ortalarında yapılacak seçimlerde 'siyasi istikrara devam' sonucunun çıkacağı yönünde genel bir kanı mevcuttur. Eğer bu kanı gerçekleşirse Türkiye ekonomisi en az bir 5 yıl daha 2001 yılından beri uygulanan politikalarla yönetilmeye devam edecektir. Bu da 2001 yılı için öngördüğümüz ekonomik iyileşmenin (şu anda öngörmemiz mümkün olmayan dış ya da iç şoklar olmadığı sürece) bir sonraki seçime kadar devam edebileceğine işaret etmektedir. Yatırımlar orta vadede realize edildiğine göre, yatırım planlayan yerli ve yabancı yatırımcılar için 2011 yılı en doğru yıl gibi gözükmektedir. Özellikle yerli yatırımcıların 2011 yılında daha çok yatırım yapması beklenebilir. İnşaat sektörü bunun ön sinyallerini vermiştir. Ancak yabancı yatırımcılar açısından karar alıcıların (hükümetin) daha çok çaba göstermesi gerektiği yönünde işaretler mevcuttur.

Makro Ekonomik Performans: Uzun Vade

Yukarıda belirttiğimiz gibi iyi niyetli temennilerde bulunmak elbette pozitif bir tutumdur. Ancak konu ekonomi olunca gerçekliklerden uzaklaşmanın bedeli çok ağır bir şekilde ödenebilmektedir. Ne yazık ki Türkiye ekonomisinin uzun vadeli performansı hiç iç açıcı değildir. Eğer bir benzetme yapmak gerekirse Türkiye ekonomisinin uzun vadeli performansını halkımızın diline yerleşmiş olan "mehter gibi iki adım ileri, bir adım geri" benzetmesi ile açıklayabiliriz. Türkiye ekonomisinin büyüme performansı istikrarlı değildir. Bunun nedeni de Türkiye ekonomisinin doğru temeller üzerinde ekonomik büyüme gerçekleştirememesidir. Ekonomik büyüme kuramı bize bilgi birikimi, icat, beşeri sermaye, eğitim, sağlık, üretimi destekleyici kamu harcamaları gibi faktörlerin çok önemli olduğunu göstermektedir. Yukarıda saydığımız her bir değişken için OECD istatistiklerine bakılırsa Türkiye'nin hemen hemen hepsinde en altta yer aldığı görülecektir. Türkiye ekonomisinin büyüme dinamikleri hala borç alma ve varlık satışı ile finanse edilen iç talebe bağlıdır. Artık bu politikadan vazgeçilmesinin zamanı gelmiştir. Yaptığımız bir çalışma 1950'den sonra Türkiye ile ABD ve Türkiye ile Batı Avrupa ekonomileri arasındaki gelişmişlik farkının açılmaya başlandığını ve bu ayrışmanın devam ettiğini göstermektedir. Bu bağlamda Türkiye ekonomisi özellikle 1950'den sonra aslında göreli olarak fakirleşmektedir.

Türkiye ekonomisinin bir türlü içinden çıkamadığı ikinci büyük problem de dış ticaret açığıdır. 2007 krizi ile geçici olarak iyileşen dış ticaret açığı istatistikleri, ekonomik iyileşme ile birlikte ciddi miktarlarda kötüleşmeye başlamıştır. Türkiye'nin toplam dış ticaretinin 200 milyar doları, dış ticaret açığının ise 50 milyar doları geçtiği bir durumda, güven kaybı ya da daha kötüsü panik olması halinde, Merkez Bankasının rezervlerinde bulunan 75 milyar doların çok fazla faydası olmayacaktır. Uzun bir süredir Türkiye ekonomisine kesintisiz sıcak para girişi olduğu için karar alıcılar bu konuda 2000'li yılların başındaki hassasiyetlerini kaybetmişler gibi gözükmektedir. Elbette kronik cari açık sorunu, günlük politikalarla ortadan kaldırılamaz. O nedenle karar alıcıların bir an önce önlerine geleneksel olarak cari açık fazlası veren Almanya ve Japonya deneyimlerini koyarak, yapısal önlemler almaya başlaması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki ekonominin kuralları acımasızdır ve Ponzi oyunu oynayanlar eninde sonunda bunu ağır bir bedelle öderler. Oysa Türkiye ekonomisinin yeni bir 2001 krizi yaşama lüksü yoktur.

Bu konularda ilginizi çekebilir