Seçim ekonomisi ihtiyacı kalmadı
Dış ticaret rakamlarının 'en büyük risk' olduğunu belirten TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, "OVP kamu kurumlarında ciddi bir şekilde benimsenirse ciddi bir çıpa olacaktır" dedi.
Hüseyin GÖKÇE
ANKARA - Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, 2011-2013 yılları arasında uygulanacak Orta Vadeli Program'da (OVP) yer alan ortalama yüzde 5 büyüme oranı hedefine yönelik, "Daha iddialı bir hedef belirlenebilirdi. Yüzde 5 ortalama istihdam sorununu çözmez" dedi.
Kamuya olan borçların yeniden yapılandırılmasıyla ilgili olarak "Esnafı dükkanına, müteşebbisi fabrikasına döndürecek adımlara ihtiyaç var" diyen Hisarcıklıoğlu, "Anaparaya dokunmadan gecikme faizi yükü kamu borçlanma faizine yaklaştırılarak bir borç yapılandırması yapılabilir" şeklinde konuştu. Değerli TL'nin dış ticarette yarattığı sıkıntı konusunda tek sorumlunun Merkez Bankası olmadığını ifade eden Hisarcıklıoğlu, şunları söyledi:
"Sorumluluk aynı zaman hem maliye politikasında, hem de yapısal reformlar açısından hükümettedir. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda, rekabetçi bir kur için Merkez Bankası‘nın yapabilecekleri sınırlı. Dolayısıyla kısa vadeli sermaye hareketlerini kısıtlayıcı uygulamalar da incelenmelidir."
Ankara Sohbetleri'ne konuk olan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Ankara Temsilcimiz Ferit Parlak ve Ankara Haber Müdürümüz Hüseyin Gökçe'nin sorularını yanıtladı.
- 2011-2013 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Mali Plan ve programda yer alan hedefleri iş dünyası olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orta Vadeli Program'ın uzun bir bekleyişin ardından açıklanması ülkemiz için yeni bir dönüm noktasıdır. Özellikle de yaklaşan seçim döneminde sağlam bir çıpa vazifesi göreceğine ve piyasalara güven hissi vereceğine inanıyoruz. OVP, seçim ekonomisi kaygılarını önemli ölçüde gidermiştir. Özellikle kamu maliyesi alanındaki tablo çok olumlu bir görünüm vermektedir.
Programın en önemli göstergesi olan ekonomik büyüme alanında daha iddialı bir hedef belirlenebilirdi. 2010'da büyüme yüzde 6.8 olarak tahmin edilmiş. TOBB olarak bunun daha üzerinde bir rakama, yüzde 7 - 7.5 aralığında bir ekonomik büyümeye ulaşacağımızı öngörüyoruz. 2011-2013 arasındaki üç yılda ortalama büyüme yüzde 5 olarak hedeflenmiş. Türkiye'nin büyüme potansiyeli bunun üzerinde. Ayrıca yüzde 5 civarındaki bir büyüme, ne istihdam sorununa kalıcı bir çözüm getirmeye, ne de Avrupa Birliği standartlarına ulaşmamıza yardımcı olur. Daha yüksek bir ekonomik büyüme hedeflemeli ve bu yönde kamu-özel sektör olarak birlikte çalışmalıyız OVP'de ikinci önemli gösterge, istihdam ve işsizlik. Burada mütevazı bir iyileşme var. Önümüzdeki üç yılda tarım dışında 1.5 milyon, net olarak 1.1 milyonluk istihdam artışı bekleniyor. Buna bağlı olarak da işsizlik 2013'te yüzde 11.4'e gerileyecek. İstihdam ki bu artışın tamamı özel sektöre dayalı olacak.
Özel sektör olarak 3 yılda 1.5 milyon yeni istihdamı sağlayacağımıza inanıyorum. Bu rakamlar yüzde 5'lik bir büyüme hedefi ile de uyumlu. Öte yandan daha yüksek bir büyüme hedefi benimser ve bu hedefle uyumlu istihdam piyasası reformlarını hayata geçirirsek, 3 milyon kişi civarında takılıp kalan işsiz sayısını daha da azaltabilir ve işsizlikte tek haneli oranlara ulaşırız. Öte yandan programdaki hedeflere ulaşma konusunda riskler de mevcut. Bunu dış ticaret rakamlarında görüyoruz. İhracatın ithalattan daha hızlı artması bekleniyor.
Ama döviz kurlarında enflasyonun üzerinde bir yükselme öngörülmüyor. Bu durumda TL'deki değerlenme en azından değişmeyecek gibi gözüküyor. En büyük ihracat pazarımız olan Avrupa ekonomisinin canlanması kuşkusuz ihracatımızı olumlu etkileyecektir. Ancak bu canlanma başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarını da yükselteceğinden, ticaret dengemizi yeniden bozabilir. Bu durumda geriye kalan tek çözüm, yapısal reformlar ile girdi maliyetlerini azaltacak tedbirlerin alınmasıdır.
'Ekonomi, gündemin ilk sırasında olmalı'
- TOBB Başkanı olarak, sürekli talep ettiğiniz yatırımın ve üretimin önündeki engellerin kaldırılması konusunda son dönemlerde bir iyileşme gözlemliyor musunuz?
2007'den itibaren siyasetin bir çözüm aracı değil, çekişme aracı olarak gündemin hep ilk sıralarında olduğu, ekonominin ise geri plana itildiği bir dönem yaşadık. Uzlaşmaya ve ülkemizin ortak çıkarlarına odaklanamadık. Siyasetin doğal akışına dışarıdan yapılan müdahaleler, artan kutuplaşmalar ve sonrasında gelen küresel iktisadi kriz yüzünden zamanımızı ve kaynaklarımızı israf ettik.
İş ve yatırım ortamını iyileştiren reformlar, 2006'ya kadar gayet hızlı bir biçimde hayata geçirilmişken sonrasında devamını getiremedik. Bunun sonucunda, Dünya Bankası'nın "Doing Business-2010" adlı kapsamlı araştırmasına göre Türkiye, iş ve yatırım ortamının düzgünlüğü sıralamasında, 10 basamak birden geriledi. 63. sıradan 73. sıraya düştük. Yani zaten arkalardaydık. Şimdi başkaları da bizi geçti. Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre Türkiye, Küresel Rekabet Endeksi sıralamasında, 133 ülke arasında ancak 61'inci sırada yer bulabildi.
Dünyanın 17. büyük ekonomisi olmakla övünen bizler için hiç de yakışık almayan bir tablodur bu. Yüksek büyüme sürecini 2010 sonrasında da devam ettirmek ve dünyadaki olumsuz dalgalanmaların Türkiye'ye olan etkilerini hafifletmek için, tüketici ve yatırımcı güvenini arttırıcı önlemlere ve yapısal reformlara devam edilmesinde büyük fayda görüyoruz. Dünya ekonomileri arasında, iyi ile kötü ayrımının belirginleştiği bir dönemdeyiz. Bir tarafta; Yunanistan, Portekiz, İngiltere var. Diğer yanda; Brezilya, Hindistan, Çin. ‘İyi'ler listesinde yer almanın yolu, yeni bir reform süreci başlatmaktan, kamuoyuna sunacağınız orta vadeli bir hikâye sahibi olmaktan geçiyor.
Zaman, yüksek büyüme hızını nasıl koruyacağımıza ve rekabet gücümüzü nasıl koruyabileceğimize ilişkin gündeme geri dönme zamanı olmalı. Umarım yeniden ekonomiyi gündemin ilk sırasına taşımayı başlarız ve bu sorunlara da hep beraber çözüm buluruz. İstikrarı ve huzuru muhafaza etmemiz halinde, daha iyi günlerin bizi beklediğini inanıyorum.
-Reel sektörün birikmiş prim ve vergi borçlarının yeniden yapılandırılması çalışmalarının hangi çerçevede yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz. Sürekli gündeme gelen bu konuların bir rehavet ortamı yarattığını düşünüyor musunuz?
TOBB olarak burada yeniden yapılandırmaya ihtiyaç olduğunu 2009 yılı başından itibaren dile getirdik ve bu konuyu takip ettik. Zira kriz döneminde firmaların nakit akışı, gelir-gider dengesi bozuldu. Bankalar da kredi verme konusunda çekingen davrandı. Bir de çok yüksek gecikme faizleri uygulanınca ortaya büyük bir sorun çıktı. Esnafı yeniden dükkânına, müteşebbisi fabrikasına döndürecek bir adıma ihtiyaç var. Gecikme faizinin düşürülmesi bu yönde güzel bir ilk adım olmuştur.
Vergi ve prim borç stoku 100 milyar liraya ulaşmış durumda. Şahısların ve firmaların vergi borcu 50 milyara ulaştı. Özel sektörün SSK'ya 28 milyar lira, esnaf ve çiftçinin Bağ-Kur'a 20 milyar lira borcu var. Türkiye'de 3.3 milyon esnaf bulunuyor ve bunların üçte ikisi borçlu. Esnaf ve zanaatkârın hem sosyal hem iktisadi anlamda önemi büyük. Bunları yaşatmak zorundayız. Çünkü onlar Türkiye için sermaye birikimi modelidir. Yani esnaf önce KOBİ olur, sonra işini büyütür sanayici olur. Vergi ve prim borçlarının ödenebilecek bir vade içinde, mesela en az 36 ay vade ile taksitlendirilmesine ihtiyaç vardır. Anaparaya dokunmadan gecikme faizi yükü kamu borçlanma faizine yaklaştırılarak bir borç yapılandırması yapılabilir.
Tüm vergi ve benzeri yükümlülükleri kapsayan, vadesi ve taksitlendirmesi ödenebilir seviyede hazırlanan bir yapılandırma ile buradaki büyüyen soruna bir defalık ve kesin bir çözüm getirebilir. Böylece bundan sonra benzer konuların yeniden gündeme gelmesi ve mükelleflerin ödemeden kaçınması önlenebilir.
- Referandum yorgunu Türkiye çok kısa süre içinde yeniden seçim havasına girecek. Bu durum reel sektörü nasıl etkiler?
Referandumdan çıkan güçlü evet sonrasında seçim ekonomisine ihtiyaç kalmadığını düşünüyorum. Öte yandan Orta Vadeli Program kamu kurumlarının
tamamında ciddi bir şekilde benimsenir ve şeffaf olarak uygulanırsa ekonomide önemli bir çıpa unsuru olacaktır. Sayın Başbakan'ın seçim ekonomisi uygulamalarına geçit vermeyeceğine yönelik kuvvetli açıklamaları, ekonomi yönetiminin bu konudaki taahhüdü ve tecrübesi de piyasalara güven vermektedir.
'Kısa vadeli sermaye hareketlerini kısıtlayıcı uygulamar incelenebilir'
- TL'nin güçlü yapısını koruması ve bu durumun başta cari açık olmak üzere bazı göstergelere yaptığı etkileri değerlendirebilir misiniz? Bu çerçevede Merkez Bankası‘nın izlediği faiz ve kur politikasını nasıl buluyorsunuz?
Merkez Bankası‘nın küresel kriz dönemindeki performansını son derece başarılı buluyorum. Hem piyasalara doğru yön verme açısından, hem de likidite yönetimi açısından doğru adımlar attı. Farklı maksatlarla yapılan eleştirilerle kurumları yıpratmamalıyız.
Döviz kuru meselesine gelecek olursak, burada üç farklı etki görüyoruz. Birincisi, döviz kazandıran faaliyetler zarar görüyor. Türkiye'deki fiyatlar ve maliyetler döviz kurlarından daha hızlı bir şekilde artıyor. Dolayısıyla dış piyasalarda rekabetçi olamıyoruz. Turizm ve taşımacılıkta da zarar görüyoruz. Diğer taraftan sanayideki ithal girdi kullanımı da büyüyor. Sanayimizin dışa bağımlılığı artıyor. Bu bakımdan yapılan şikâyetlerde son derece haklılar ve döviz kurlarındaki gerilemenin önlenmesi özellikle ihracat yapan sanayimizi ve turizmi bir nebze de olsun rahatlatacaktır. Öte yandan bizim en büyük ithalat kalemimiz de enerjidir. Burada yılda 40 milyar dolara yakın ithalatımız var. Döviz kurundaki yukarı gidiş, yurtiçinde daha pahalı elektrik ve akaryakıt demek. Enflasyonun ve üretim maliyetlerinin artması demek.
Halkın fakirleşmesi demek. Üçüncü olarak döviz kurları, yurtiçi faiz oranlarını ve yurtiçine gelen sermaye miktarını da etkiliyor. Kamu borç stokunun sorunsuz çevrilmesi ve kamu bütçesindeki faiz giderlerinin azaltılmasında, döviz kurlarının gerilemesi etkili oluyor. Diğer bir deyişle döviz kurlarının yukarıya çıkması kamu ve özel sektör borcunun ve ödenen faiz miktarının artmasına neden oluyor.
Döviz kurlarındaki gerilmenin durması ve hatta biraz daha yukarı bir seviyede istikrar kazanması herkesi bir parça rahatlatır. Döviz kurlarındaki gerileme sürerse Türkiye ihracat yapamaz, ithalatı hep teşvik eden bir ülke haline gelir. Burada yapmamız gereken bir denge politikasıdır. Hem sanayicimiz, turizmcimiz rekabet edebilir olsun, hem de yurtiçinde enerji ve finansman maliyet artışları sınırlı kalabilsin.
Türkiye'nin ihracatta rekabetini güçlendirici politikalara ihtiyacı var; enflasyonla mücadele, maliyet artışlarının kontrol altına alınması, üretim maliyetlerinin azaltılması, uygun finansman kaynaklarının temini, kamu kaynaklı vergi artışlarının sınırlandırılması gibi. Ya da kar marjını arttırmaya yönelik yapısal çalışmalar olabilir; sanayi politikası belirlenerek katma değeri yüksek ürünlerin geliştirilmesine destek olunması gibi. Bu tedbirlerin alınmaması durumunda ihracattaki kayıplarımız sürebilir.
Burada sorumluluk sadece Merkez Bankası'nda değil, aynı zaman hem maliye politikasında, hem de yapısal reformlar açısından hükümettedir. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda, rekabetçi bir kur için Merkez Bankası'nın yapabilecekleri sınırlı. Dolayısıyla kısa vadeli sermaye hareketlerini kısıtlayıcı uygulamalar da incelenmelidir.
- Sanayi üretiminde yüzde 11.0 artış, işsizliğin yüzde 10.5'e gerilemesi, IMF'nin Türkiye'ye yönelik büyüme tahminini yüzde 7.8'e çıkarması gibi gelişmeleri değerlendirir misiniz?
Türkiye 2010'un ilk iki çeyreğinde elde ettiği çift haneli büyümeyle kriz öncesi üretim düzeyini yakaladı. Bu toparlanma sayesinde kriz öncesi üretim düzeyini yakalayabilen 14 ülkeden biri olduk. Beklenmeyen bir gelişme yaşanmazda 2010 yılı büyümesinin yüzde 7.5 civarında gerçekleşmesini tahmin ediyoruz.
Yılın ilk yarısındaki büyümenin hemen tamamı iç tüketimden ve yatırım harcamalarından geldi. İç tüketimde kriz öncesi düzeyi aştık. Özel sektör yatırımlarıysa kriz öncesi düzeyin henüz yüzde 6 gerisinde. Yurtiçi tüketimin artması sayesinde ticaret ve sanayi sektörleri canlandı. Sanayi üretimi kriz öncesindeki seviyelere ulaştı. İmalat sanayinde ilk çeyrekte yüzde 20, ikinci çeyrekte yüzde 15 oranında üretim artışı gerçekleşti. İç tüketimde ve yatırımlarda olumlu seyir sürerken, dış ticaret büyümeyi yüzde 15 oranında daraltıcı etkiye neden oldu. Bunda dış talebin yavaş toparlanmasından dolayı ihracatın istenen düzeye çıkamaması kadar, sanayinin ithal ara girdi gereksiniminden dolayı ithalatın hızlı artışı da etkili olmuştur.
Türkiye için küresel kriz geride kaldı ancak kriz sonrası dönemde yüksek büyüme için gerekli yapısal iyileşmenin işaretleri henüz ortada gözükmüyor. Büyümedeki yüksek performansı sürdürebilmek için özel sektör yatırımlarındaki artışın devamlılığını sağlayacak ve ihracatta artışı teşvik edecek tedbirlere ihtiyaç var. Zira üçüncü çeyrekten itibaren baz etkisi azalacak. Bu çerçevede iş ve yatırım ortamının iyileştirilebilmesine ihtiyaç var. Ekonomide 2007'den beri ötelenen reformların hayata geçirilmesiyle sanayinin rekabet gücünün artırılması ve yüksek büyüme oranlarının devamlılığı sağlanabilir.
Meslek edindirme yatırımına başladık
- İşgücü ve mesleki eğitim konusunda çeşitli bakanlıklarla yapılan protokole yönelik çalışmalarda hangi aşamaya gelindi? Beklenen talep geldi mi?
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve TOBB, Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri projesini başlattı. Bu proje, istihdam yapısını değiştirmeye, niteliğini iyileştirmeye yönelik aktif işgücü politikalarının ülkemizdeki en büyük uygulaması olacak. 81 ilde 111 meslek okulunda uygulanacak bu projenin sadece donanım ve eğitim yatırımı tutarı 120 milyon liradır.
Her yıl yaklaşık 200 bin kişiye iş piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelikler kazandırılmasını, böylece 5 yılda 1 milyon kişinin iş bulmasını hedefledik. Halen proje kapsamında bu meslek okullarının mesleki eğitim kalitesini artıracak ekipman yatırımları yapılıyor. Öğretmenlerin niteliklerini artıracak hizmet içi eğitimler düzenleniyor. Ayrıca firmalar ziyaret edilerek işgücü piyasası inceleniyor. Yakında tespit edilen iş gücü ihtiyacına uygun nitelikte mesleki eğitim programları hazırlanacak.
Bunlara istinaden düzenlenecek eğitim programları kasım ayından itibaren uygulanmaya başlanacak. Şehirlerden katılım için ciddi bir talep var. Zira bu eğitimi alacaklar bir taraftan okullarda teorik eğitim alırken, işyerlerinde staj yaparak uygulamalı eğitim alacak. Bu sırada hem sigortalı olacaklar, hem de maaş alacaklar. Eğitim sürecini başarıyla tamamlayanların istihdamıysa, ticaret-sanayi odalarımızın koordinasyonunda gerçekleştirilecek.
Hisarcıklıoğlu'nun dikkat çektikleri
Ferit B.Parlak
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile kriz, siyasi gerilimler, seçim ve yapısal sıkıntılar dörtgeninde sıkışan ve çıkış arayan ekonomiyi ve Orta Vadeli Program'ı konuştuk. Hisarcıklıoğlu, "OVP ile seçim ekonomisi kaygıları giderilmiştir", "Referandumdan çıkan güçlü evet sonrasında seçim ekonomisine ihtiyaç kalmadığını düşünüyorum" gibi tespitlerinin yanı sıra "OVP'de büyüme hedefi daha iddialı olmalıydı", "3 yılda yüzde 5 ortalamalı büyüme istihdam sorununu çözmez", "Özel sektör olarak 3 yılda 1.5 milyon yeni istihdam sağlarız", "Dış ticaret rakamları en büyük risk", "Siyaset artık çekişme değil çözüm aracı olmalı", "Esnafı dükkanına, müteşebbisi fabrikasına döndürecek adımlara ihtiyaç var" gibi uyarıları ve "Anaparaya dokunmadan gecikme faizi yükü kamu borçlanma faizine yaklaştırılarak bir borç yapılandırması yapılabilir" gibi önerileri ile tam bir yol haritası çizdi. Dış ticaretteki sorunlara yönelik sürekli olarak hatırlatmalarda bulundu Hisarcıklıoğlu ve çözüm yolunun adresini de verdi: "İhracatın ithalattan daha hızlı artması bekleniyor. Ama döviz kurlarında enflasyonun üzerinde bir yükselme öngörülmüyor. Bu durumda tek çözüm, yapısal reformlar ile girdi maliyetlerini azaltacak tedbirlerin alınmasıdır."