Modern Türkiye, Cumhuriyet kadınlarının çabasıyla yükseldi

Cumhuriyetin ilanı ile yeni bir toplum düzeni ve yaşam tarzı ortaya çıkıyordu. “Milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır” diyen Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Cumhuriyet, kadınlara eşit vatandaşlık vererek haklarına kavuşmasını sağladı. Böylece modern Türkiye, Cumhuriyet kadınlarının çabasıyla gerek ulusal gerekse de uluslararası alanda daha hızlı yükseliyordu.

Haber Merkezi
YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Hüseyin VATANSEVER

Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele’nin bütün aşamalarında Türk kadınının verdiği desteği görmüştü ve zor günler geride kaldıktan sonra onları unutmadı. Cumhuriyet idaresi ile birlikte yüzyıllardır emekleri görmezden gelinen kadınlara haklarını teslim etti. “Kimse inkâr edemez ki bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır” diyen Mustafa Kemal’in önüne Tarsus ziyaretinde milis kuvvetleri üniforması giymiş bir kadın çıktı. Kadın Mustafa Kemal’in ayaklarına kapanarak gözyaşları içinde “Bastığın toprağa kurban olayım paşam” dedi ve ayaklarını öpmek istedi.

Mustafa Kemal kadını yerden kaldırmak için eğilirken, kendisine kadın hakkında şu bilgi verildi: “Paşam bu kadın Kara Fatma lakaplı Adile Onbaşı, Adile Hala’dır.” Gözleri yaşaran Mustafa Kemal, Adile Onbaşı’nın elinden tutarak ayağa kaldırdıktan sonra yaşlı gözlerinin içine bakarak şunları söyledi: “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın. Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluş ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim’ diyemez.”

Türk kadınlarına verilmiş en büyük armağan Cumhuriyet

Yeni Türkiye Cumhuriyeti devrimlerle güç kazanıyordu ve devrimlerin başarıya ulaşması sosyal hayatın sağlıklı ve uygar şekilde işlemesine bağlıydı. Bu noktada Atatürk, kadının toplumdaki konumunun önemini şu sözlerle vurguluyordu: “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin.

Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok yükselme adımları, dediğim gibi, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerektir. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur.” Cumhuriyetten önce Türkiye’de kadının hayatı çeşitli kısıtlamalarla geçiyordu. Cumhuriyetin özünde barındırdığı Halkçılık ilkesi ile birlikte eşitlik anlayışı bulunduğu için kadınların ve erkeklerin sahip olduğu haklarda eşit şekilde geldi.

Cumhuriyetin ilanını takip eden süreçte 3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Eğitim ve Öğretim Birliği) Kanunu ile medreseler kapatıldı ve Türkiye Cumhuriyeti içindeki okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Bu kanun ile kız ve erkek çocuklarının eşit şartlarda eğitimden yararlanması mümkün hale gelmişti. İlkokulun zorunlu hale gelmesi ile kız çocuklarının eğitime katılımı geniş çapta sağlandı. Artık nitelik kazanmış laik eğitim anlayışıyla kadınlar eğitim hayatına katılabiliyordu. İlkokuldan üniversiteye kadar karma eğitim geçerliydi ve kadınlar, erkeklerle eşit şartta okuyabiliyordu. Bu anlamda kadın eşitliğini sağlayan ilk hakkın kadınlara eğitim alanında verildiği söylenebilir.

Cumhuriyet Devrimleri ile birlikte yüzyıllar boyunca ihmâl edilmiş Türk kadınına yeni haklar tanındı. Cumhuriyet öncesi dönemde Mecelle hükümleri gereğince kadınların erkeklerle eşit statüde olmadığı görülüyor. Türk Medeni Kanunu'nun 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmesi, Türk kadınının hayatında bir milat olmuştu. Medeni Kanun’un kabulü ile kadınlar da erkeklere tanınan haklara sahip oldular, resmî görevlere atanabilme, seçme ve seçilme hakkı ile Millet Meclisine seçilebilme hakkına sahip oldular. Aile yapısında önemli değişiklikler meydana getiren bu kanun ile miras ve boşanma konularında kadın ve erkek eşit hale getirilmişti. Ayrıca kadınların mahkemelerde tanıklık yapabilmesi ile evliliklerde resmi nikâh yapma zorunluluğu getirildi, tek eşle evlilik esası benimsendi. Kadın ve erkeğin bir demokratik aile yapısı içinde eşitliğini esas alan kurallar hayata geçti. Böylece ailedeki eşitlik ve demokrasi anlayışı toplumdaki eşitlik ve demokrasi anlayışına evrildi. Kadınlara tanınan eşit haklar Türk toplumuna bir canlılık kazandırdı.

Seçme ve seçilme hakkı ile kadınlar siyasette…

Kadınlar 1930’lu yıllarda hayata geçen yasalarla siyasette aktif rol almaya başladı. Çıkarılan bir dizi yasa ile kadınlara önce belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanındı. Ardından kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı. Aydın'ın Çine ilçesine bağlı Demirdere köyünde yaklaşık 500 oy alarak seçimi kazanan Gül Esin, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın muhtarı oldu. Türkiye’de kadınların katıldığı ilk genel seçimler 8 Şubat 1935yılında gerçekleşen TBMM’nin 5’inci dönem seçimleri oldu. Bu seçimlerde 17 kadın milletvekili TBMM’ye girdi. 1936 yılı başında boşalan milletvekillikleri için yapılan ara seçiminde emekli öğretmen Hatice Özgenel’in Çankırı milletvekili olarak seçilmesiyle meclisteki kadın milletvekili sayısı 18’e çıktı. Böylece Türkiye Cumhuriyeti, dünya genelinde parlamentoda kadın temsilinin en yüksek olduğu ikinci ülke olmuştu.  

Cumhuriyet kadınları ilkleri gerçekleştirdi

Türkiye’de kadınların çalışma hayatına katılımı ve istihdamda yer bulması da giderek yaygınlaşıyordu. Bilim, sanat, spor ve çeşitli alanlarda boy gösteren Türk kadınları, mesleki yaşamdaki başarılarıyla kısa zamanda dünya çapında ilklere ve başarılara imza attılar. Örneğin Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen, dünyanın ilk savaş pilotuydu.

Kariyerinde yaklaşık 8 bin saat uçuş gerçekleştiren Gökçen, 32 farklı askeri operasyona katıldı. Günümüzde adı İstanbul’un ikinci hava limanı olan Sabiha Gökçen Havaalanı ile yaşatılıyor. Cumhuriyetin öncü kadınlarından biri de Atatürk’ün teşviki ile hukuk fakültesine giren ve diplomasını alan üç Türk kadınından biri olan Suat Berk idi. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın ilk kadın sulh hakimi olan Suat Berk, göreve başladığı dönemde dünya basınında büyük yankı uyandırdı. 

O dönemde belli başlı birkaç ülkede kadınlar yalnızca çocuk mahkemelerinde hakim olarak görev alıyorlardı. Türkiye’nin ilk kadın avukatı ise Süreyya Ağaoğlu olarak bilinir. Kadın hakları savunucusu da olan Ağaoğlu, çok sayıda uluslararası konferansta Türkiye’yi temsil etti. 1946 yılında yaptığı girişimlerle İstanbul Barosu’nun Uluslararası Barolar Birliği’ne üye olmasını sağlayan Süreyya Ağaoğlu, 1946-1960 yılları arasında bu birliğin tek kadın yönetim kurulu üyesi olarak kaldı. Cumhuriyet kadınları tıp alanında da hızla varlık gösterdi. Cumhuriyetin ilk kadın tıp doktoru ve tıp eğitimi veren ilk kadını Safiye Ali olmuştu. Anne çocuk sağlığı üzerine çalışan safiye Ali, aynı zamanda İstanbul’da başlayan feminist harekete katılarak Türk kadınının seçme ve seçilme hakkı için mücadele etti.

Kadınlardan uluslararası başarılar

Türkiye’nin uluslararası alanda tanınmış ilk sanatçılarından Semiha Berksoy, Cumhuriyet döneminin simge isimlerindendi. Atatürk'ün emriyle sahneye konan ilk Türk operasında Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde sahne aldı. Opera sanatının başlıca yapıtlarının Türkiye’de ilk defa sahnelenişlerinde rol aldı. Bursa kız öğretmen okulunu 1925’te bitiren Afet İnan, İzmir'de öğretmenlerin verdiği bir çay ziyafetinde Mustafa Kemal Atatürk ile tanıştı. Atatürk’ün desteğiyle önce dil eğitimi daha sonra üniversitede doktora çalışması için gitti. Yabancı ülkelerde ders kitaplarında gördüğü Türk milletine ilişkin yalan yanlış bilgiler onu Türk uygarlığı konusunda çalışma yönlendirdi. Yurt içinde ve dışında Türk tarihine dair yanlışları düzeltmek, eksiklikleri gidermek ve sahip olunan değerleri ortaya çıkarmak için Mustafa Kemal Atatürk ile görüş alışverişinde bulunarak çok sayıda çalışma yaptı. Cenevre'de verdiği konferansta Piri Reis’in dünyaya tanıtılması konusunda önemli bir adım attı. Atatürk’ün özellikle tarih ve dil çalışmalarında yanında bulunduğu ve Türk Tarih Kurumu’nun oluşturulmasında kurucu olarak görev aldı.