Merkez Bankası Döviz Rezervini Neden Artırmak Zorunda?
A. Levent ALKAN / ARAŞTIRMACI-YAZAR
2005-2009 küresel sistemik krizi, gelişen ülkelerin bazılarını dünya ekonomisinde ön plana çıkardı. En büyük 100 banka sıralamasında Çin, Hint ve Brezilya bankalarını görmek sıradan oldu. Gelişmişler, önce Avrupa ve Amerika şeklinde farklılaştılar. Sonra da Avrupa kuzeyli ve güneyli (PIGS) diye ayrıştı. Gelişmekte olan ülkeler bile BRIC ülkeleri ve diğerleri şeklinde gruplandılar. Kriz, Ağustos 2007'den itibaren bir likidite açmazı olarak geldi. Bunu belirgin bir güven bunalımı izledi. Küreselleşme kanallarını kullanıp dünya ölçeğine bulaştı. Likidite, güven, bulaşma. Hepsinin de bilinen nedenleri tarihsel geçmişlerinden farklıydı. Çünkü ekonomi ve piyasalar kabuk değiştirmişti. Türev piyasası uygulamaları, mevzuat yetersizlikleri, asil-vekil çelişkileri gibi sorunlar ortaya çıktığında, geleneksel kriz nedenleri derin dondurucuya konulmuştu. G-20 tasarruf tedbirleri ve enflasyon kaygılarına işaret ederken, Keynesyen grup teşvikçi çözümleri var gücüyle savunuyordu. Yine kriz, yine ekonomi, yine politika ve yine keskin bir kutuplaşma yaşanıyordu. Hem de dünyanın birlik ve beraberliğine en çok gereksinim duyduğu dönemde.
Ekonomi, kendisi için zararlı parametreleri deneysel olgunlukla seçip ayıklayamaz. Gaita da parazit testi, kanda insulin testi gibi temel bir destek üzerinde yükselemez. Ekonomi biliminin tezleri, modelleri, varsayımları hep bir muhalefetle iç içe yaşar. Yani tartışmaya gebedir. Dış finansmanla büyüyen Türkiye ekonomisi, üstü açık bir otomobil gibidir. Yazın sorunsuz ve olabildiğine rahattır. Bu rahat gök gürlemeye, yağmur yağmaya başlayınca, o şık otomobil hurdaya dönüşür. Büyüme konjonktürlerinin havalı dış finansmanla beslenen ülkelerini, bir de kriz döneminde görmek gereklidir. "Dene altını mihenk taşında, dene insanı iş başında" atasözü eskilerin en tılsımlı söz yumağıdır. Son krizde, likidite ve güven bunalımına çok daha önceden, çok daha derinden yakalanmış olan ülkeler vardır. Bunlardaki yapısal sorunlar, tıpkı bacağınıza yapışmış keneler gibidir. Kene tamamen doymadan kancalarını kaba etten nasıl çekmezse öyle çekmemişlerdir. Krizi Raham 2005'te ABD kongresine anlatmasına rağmen, Ağustos 2007'ye kadar çarpıklık kendine emecek kanı bulmayı sürdürmüştü. Kenenin bedenden bir başka ayrılma yolu da biyopsi örneği alır gibi, bıçak ile oyularak alınmasıdır. Ulusal ekonomimizde yapısal hasarlar oluşmadan önlemler alabilmek, işte böylesi bir cerrahi operasyona gereksinim duyar.
Jeffery Frankel ve George Saravelos 2005-2009 küresel sistemik kriz sırasında yaşananları ayırt edebilecek göstergeler üzerinde çalıştılar. İncelemede 1982, 1994, 2001 ve 2005-2009 yılları baz alındı. Sonuçta son krizin en belirgin öncü göstergesi, ulusal döviz rezervleri oldu. Bunu reel efektif kurun aşırı değerlenmişliği izledi. Cari açık da bir öncü nitelik taşıyor taşımasına ancak, diğer ikisi kadar anlamlı olamıyor. 2009 da Rose ve Speigel, Berkmen ve Blanchard benzer konuda çalıştılar. Bu konuda Ayhan Köse ve arkadaşlarının 150 yıl geçmişin krizlerine uzanan hem vadeyi, hem de parametreleri kapsayan araştırmasını unutmamak gerekiyor. Krizde 2008 yılından 2009'a geçişteki o birkaç ay, ekonomi tarihinin birkaç yılına denk zor yıllardı. Çünkü 1929 buhranı ile benzeştirilen krizin, nasıl bir vadeyi içine alacağı konusunda da kafalar karmakarışıktı.
Gelelim gelişmekte olan bir ülke olarak ulusal verilerimize: 2010 yılbaşından Temmuz'un ilk günlerine dek ortalama TCMB brüt rezervi 67 mia$ sınırına kadar inmiş, 74mia$ sınırına kadar çıkmış; ortalamada ise 70,25mia$ olmuştur. 2010 ilk çeyreğinde kısa vadeli brüt dış borç stokumuz 54,5mia$, iç borç stokumuz 340miaTL kadardır. Toplam iç borç stokunun vadeye kalan süresi 27aya uzamış olsa da küresel ölçekte halen kısadır. Çünkü bankaların kredilerinde vadeler 60 ay ve üzeridir. Yani vade uyumsuzluğu belirgin olarak sürmektedir. Dış borç büyüklüğünü ortalama döviz rezervine mahsup ettiğimizde, kalan sadece 15,75mia$'dır.
Eğer ucu ucuna karşılanan bir dış borç ve rezerv dengesinden bahsediyorsak, iç borcu hiç hesaba katmıyoruz demektir. Eğer dış borçlar için rezerv kullanılmaya başlanırsa, o zaman içerde de risk primi artışı TL faizlerini yukarılara çekecektir. Böylesi bir olasılıkta Merkez Bankası'nın senyoraj yetkisini kullanıp para basması ve iç borcu karşılaması mümkündür. Ancak bunun arkasına yaslanmak olmaz. Para basma lüksü FED'in bile yokken bizim nasıl olsun? Deflasyonist ortamda enflasyondan korkmak, gündüzün gözü elinde lambayla dolaşan Romen Dyojen'in davranışına benzer. Dyojen'e bu lamba bu güneşte ne işe yarıyor diye sorulduğunda yanıtı daha da güzel olmuştu: "adam arıyorum adam". Ormanda arılar var ve onların kovanları. Biz arının kovanına çomak sokmadıkça, bu küçük çalışkanlarla ortak yaşamımızda hiçbir sorun yaşamayız. Para basmak da açıkça enflasyon kovanına çomak sokmak olacaktır. Zira enflasyon bir anda kontrolden çıkar. Cini şişeden çıkartmak kolaydır ama, girdikmek o kadar kolay değildir. Eğer krizde deflasyonist süreci yaşıyorsak, enflasyon endişesi içinde olmak ciddi bir çelişkidir. Öyleyse, TCMB için bu sıkı sıkıya sarıldığımız enflasyon hedeflemesi de, ne anlama geliyor?
TCMB'nin rezervini artırması gerekiyor. Döviz almak piyasada TL likiditeyi bollaştıran bir yan ürün de sağlayacaktır. Tabii enflasyondaki hedeflemeyi de rafa kaldırmayı unutmamalıdır. Sadece teşvikçilerle tasarrufçuların küresel ekonomi arenasında çarpışması değil, içerde de kopan kıyameti görmek, duymak, hissetmek gerekir.