Küresel kriz ardından değer yaratabilmek (I)

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Doç. Dr. K. Evren BOLGÜN / İş Yatırım Risk Yön. Müdürü

1930 yılından itibaren küresel finans piyasalarının bugüne kadar yaşamış olduğu en tahripkâr finansal krizin ardından kanımca söylenebilecek en anlamlı düşünce şöyle olmalıdır; "Karşındakinin hatalarından ders al, nitekim benzer hataları tekrarlayacak kadar uzun yaşamayacaksın. Aynı zamanda bu bakış açısı kendi hatalarından elde edeceğin tecrübelerden daha az maliyetli olacaktır."

Yaşanan küresel finansal kriz ile birlikte gerçekleşen finansal riskler sonucunda elde edilen dersler temelde, 2010 yılından itibaren yeniden dizayn edilmekte olan finansal düzenleme ve denetim alanına önemli yansımalarda bulunacaktır. Küresel piyasalarda 2000-2008 döneminde banka kredileri miktarı ikiye katlanarak 4.7 trilyon dolardan 9.4 trilyon dolara yükselirken, ilgili büyüklük dünya finans sistemini altüst eden genel toplamı içermemektedir. Diğer taraftan uluslararası bankalar, Basell Antlaşması'nın öngördüğü minimum sermaye gereksinimlerinden kaçınmak üzere bilanço dışı finansal araçlar yaratarak banka dışı kredi portföylerini 6.3 trilyon dolardan 14.9 trilyon dolara yükseltmek üzere karmaşık menkul kıymetleştirme süreçleri oluşturdular. Yaşanan bu süreç malumunuz üzere sermaye dağıtımında "Vade, Maliyet ve Risk Paylaşımı" gibi kritik noktalar üzerinde hatalı oluşumlara yol açmıştır. Finansal mimari yapılanmasının gelecekte denetimsel değişimler yönünden, "Sermaye Yönetim Yapısında, Sınır Ötesi Denetim İmkanlarında, Muhasebe Standartlarındaki Değişikliklerde, Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının Çalışma Prensiplerinde" yoğunlaşması söz konusu olacaktır. Bankacılık sektörüne yönelik değişimler ise, "Banka İflas Süreçlerinin Yönetimine, Tüketici Haklarının Korunmasına, Tasarruf Mevduatı Güvencesine" ilişkin gerçekleşecektir. Banka grupları açısından olası değişikliklerin de, "Tampon Sermaye Yönetimi", Finansal Kaldıraç Kontrolü, Minimum Likidite Yönetimi, Finansal Şeffaflık, Tezgahüstü Türev Ürünlerin Alım/Satımı, Prim-Jestiyon Kontrolü, Stres Riske Maruz Değer" gibi konular üzerinde inşa edileceğini tahmin etmek mümkündür. Ancak tüm bu beklenen değişikliklere karşılık 414 trilyon dolar nominal büyüklüğe sahip olan küresel türev piyasaları ile 53 trilyon dolar büyüklüğünde borç piyasası ve 25 trilyon dolar büyüklüğünde hanehalkı ve finansal olmayan kurumların pay aldığı kredi piyasasına sahip olan Amerika Birleşik Devletleri'ndeki finansal kriz zararının orta vadede 2 trilyon dolar ile 4 trilyon dolar arasında gerçekleşmesinin beklenmekte olduğu gözönüne alınacak olunursa, küresel krizden %100 çıkışın kısa süre içerisinde tamamlanması maalesef mümkün olamayacaktır. Hatırlanacağı üzere küresel sermaye piyasaları 2009 yılının ilk çeyreğinden itibaren hızlı bir yükseliş trendine girerken, küresel kredi piyasaları 2009 yılı sonlarına doğru hareketlenmeye başlamış bulunmasına rağmen kriz öncesi performansları henüz yakalayamamış durumdadır. Küresel ekonomilerde sanayi üretimindeki daralma %30, mal ticaretindeki azalış %60 seviyelerine ulaşmış olması finansal kriz etkisinden çıkış sürecini de uzatmaktadır. Diğer taraftan bilançolarda yaşanan zararlar neticesinde gerçekleşen finansal daralma (deleverage) ve kredi piyasası hacimlerindeki gerileme sürecinin tamamlanması ile beraber reel sektöre yönelik itidalli bir toparlanma ve kurumsal finansman işlemlerine yönelik öncül izlerin bugünden (Birleşme, Satın Alma, Devir, Proje Finasmanı, Halka Arz,..vs) oluşmakta olduğunu ifade edebilmekteyiz. Öte yandan bölgeler ve ülkeler arasındaki krizden farklı çıkış zamanlamasının tartışılmakta olduğu içinde bulunduğumuz günlerde resmi faiz seviyeleri tarihsel düşük düzeylerinden yavaş yavaş yükselmekte, uluslararası platformlarda proaktif finansal denetim ve gözetim müzakereleri hareretli bir şekilde devam etmektedir. Önümüzdeki süreçte resmi faiz seviyelerinde yaşanabilecek olan yükseliş eğilimi, gelişmekte olan ülkelerdeki finansman maliyetlerini ve kalitesini küresel risk iştahının pozisyonu oranında olumsuz yönde etkilemesi beklenebilir.

Hiç şüphe yoktur ki, içinde bulunduğumuz yıllarda finansal regülasyon alanında atılması düşünülen adımlar gelecek dönemdeki banka karlılık, bilanço verimliliği, sermaye yeterliliği, likidite, finansal ürün satış-pazarlama gibi bir çok konularda önemli etkilerde bulunacaktır. Yasal sermaye rasyolarındaki artış, küresel bankacılık sisteminde orta vadede kârlılık baskısı yaratabilecektir. Küresel bankacılık faaliyetlerinde mevcut %8 seviyesinde bulunan temel sermaye yeterliliği rasyosunun %10-%14 seviyelerine yükseltilmesi hatırlanacağı üzere G-20 toplantılarının ardından gündeme gelmişti. Bu arada Türk bankalarının sermaye yeterlilik ortalamasının %20.6 gibi oldukça yüksek bir seviyede bulunmasından övünmekle birlikte, dalgalı uluslararası finansman imkanlarına karşılık hazırlıklarımızı da bugünden hiç kuşkusuz yapmaktayız.

Tezgahüstü türev enstrüman işlemlerinin organize borsalar üzerine kaydırılması önerisi karşı taraf riski seviyesini aşağıya çekerken mevcut işlem hacimlerinde de önemli ölçüde gerilemeler yaratmaktadır. Kredi temerrüt takas (CDS) işlemlerinde açığa satışlarının yasaklanması fikri ise, finansal korunma, spekülasyon, portföy yönetimi gibi farklı yatırım tercihleri altında yapılmakta olan mevcut işlemlere yönelik eşit olmayan bir davranış yaklaşımını ortaya çıkarabilecektir. Menkul kıymetleştirilen finansal portföyler üzerindeki sermaye esaslı risk ağırlıklarının yükseltilmesi önümüzdeki yıllarda ilgili iş kollarını önemli ölçüde etkileyecektir. Bu noktada cevaplandırılması gereken kritik sorular ise, planlanan değişikliklerin kârlılık üzerinde ne düzeyde bir etkide bulunabileceği yanında, finansal piyasalarda yer alan mevcut oyuncuların sergileyecekleri davranış değişikliklerinin bugünden tahmin edilmesi olmaktadır. Diğer taraftan artan regülasyon baskısı karşısında yeni sermaye gereksinimleri bir yandan karşılanmaya çalışılırken, diğer yandan da istikrarlı reel kârlılık artışlarının nasıl sürdürüleceğinin cevapları da önümüzdeki dönemde aranacaktır.

Makroekonomik trendlerin taşıdığı döngüsellik hareketinin bir yansıması olarak ifade edebileceğim "Dinamik Risk Bazlı Yasal Sermaye Yönetimi" yaklaşımları üzerinde yürütülmekte olan tartışmalar da önümüzdeki günler için önem arz eden bir diğer konu olmaktadır. Risk iştahının yüksek, makroekonomik göstergelerin oldukça olumlu seyrettiği dönemlerde ayrılacak olan ilave rezerv sermaye yeterliliğinin varlık balonlarının patladığı, finansal türbülansların arttığı, riskten kaçınma eğiliminin hızla yükseldiği dönemlerde serbest bırakılması düşünülmektedir. Ancak küresel ölçekte senkronize olarak ve ülke farklıkları gözetilerek bu konunun şeffaf bir şekilde nasıl idare edilebileceği tam olarak cevaplandırılmamıştır. Nitekim bu alanda alınacak kararlar finansal kuruluşların sermaye maliyetlerini direkt olarak etkileyecek hassas konulardır. Uluslararası standartlarda finansal kaldıraç rasyosunun limitlenmesi önerileri de uygulamada tartışmalara açık olabilecek bir diğer konu olarak gözükmektedir. Bilanço içi varlıklar ile bilanço dışı varlıklara yönelik limitleme yaklaşımında belirgin ölçüde belirsizlikler oluşabilecektir. Bilançolar üzerine getirilecek olan finansal kaldıraç sınırlamaları likidite amaçlı olarak tutulmakta olan tampon finansal varlıkları veya aşırı güvenilir varlıkları olumsuz yönde etkileyebilecektir.

Geçtiğimiz yıl G-20 toplantılarında gündeme gelen eski Basel II gereksinimlerinin 2012 yılı sonundan itibaren birtakım ilaveler ile birlikte küresel finansal merkezlerde uygulamaya alınması niyeti, genişlemekte olan piyasa koşullarındaki değişiklikler ve güncellenen düzenleme taslakları ile beraber yerini 2012 yılından itibaren Basel III'e bırakmaktadır. Dolayısıyla finansal kuruluşların küresel anlamda kurumlarını geçmişten dersler çıkararak hızla değişmekte olan yeni uygulamalara adapte etmeleri ve operasyonel iş alanlarındaki risk-etki analizlerini bugünden yapmaları kaçınılmaz bir durum olarak gözükmektedir.

Bu konularda ilginizi çekebilir