Kendi kaderini tayin eden bir milletin çocuklara armağanı

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı 23 Nisan 1920 günü, ulusal egemenliğin ilan edildiği bir milat oldu. Cumhuriyet’in ilanı ve modern Türkiye’nin kuruluşuna öncülük eden bu önemli gün, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ülkenin geleceğinin teminatı olarak gördüğü çocuklara armağan edildi. 23 Nisan sadece bir bayram değil, çok daha fazlasıydı.

Haber Merkezi
YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Hüseyin VATANSEVER

Bir milletin kendi kaderi­ni tayin etmesi ve ulusal egemenliğine doğrudan sahip çıkmasını sağlayan bir ta­rihtir 23 Nisan 1920… Büyük Mil­let Meclisi’nin açılışıyla bu gün, milli mücadelenin yürütülme­sinde ve Kurtuluş Savaşı’nın za­ferle sonuçlanmasına önemli bir dönüm noktası oldu. Meclis, Tür­kiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu­nu ilan ederek, artık egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletinin olduğunu ve ulusun kendisiy­le ilgili kararları sadece kendisi­nin vereceğini, milletin kaderini kendisinin tayin edeceği bir dü­zeni yerleştirdi.

Ankara’da yeni bir meclis kuruluyor

20’nci yüzyıl; 1911’de Trablus­garp Savaşı, 1912’de I. Balkan Sa­vaşı, 1913’te II. Balkan Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu için kötü bir kâbus gibi başlamıştı. Ardın­dan I. Dünya Savaşı’nın kaybedil­mesiyle 30 Ekim 1918’de Mond­ros Ateşkes Antlaşması imzalan­dı ve başlayan işgaller Osmanlı İmparatorluğu’nun fiili varlığını tartışılır noktaya getirdi. İstan­bul’un 16 Mart 1920’de işgal edil­mesi ve sonrasında işgal güçleri­nin baskısıyla anayasaya aykırı olarak 11 Nisan 1920’de Meclis-i Mebusan’ın resmen kapatılması yeni bir süreci başlattı.

O günlerde Mustafa Kemal ve arkadaşları Bolu çevresindeki yerlerden başlayan, Nallıhan ve Beypazarı üzerinden Ankara’ya yaklaşma eğilimi gösteren geri­cilik ve isyan dalgaları ile müca­dele ediyordu. Bir yandan bu dal­galar durdurulmaya çalışılırken diğer yandan meclisin toplanma­sını engelleyecek olumsuz ihti­mallerin bertaraf edilmesi üzeri­ne çareler üretiliyordu. Sonunda Ankara’ya ulaşabilen mebuslar­la Nisan’ın 23’ünde Cuma günü meclisin açılmasına karar verildi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuru­cusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mus­tafa Kemal Atatürk, yeni bir ülke­nin kuruluşu ve milletin kurtulu­şu yolunda attığı adımları anlattığı ve bu sürecin muhasebesini yap­tığı eseri Nutuk’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunu adeta bir milat gibi işaretliyor.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak başlanan bu yolcu­lukta Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi ile kurulması kararlaş­tırılan, Sivas Kongresi ile yetki­leri genişleyen Heyet-i Temsiliye adına konuşuyor. Ta ki 23 Nisan 1920 gününe kadar… Çünkü He­yet-i Temsiliye’nin görevi Büyük Millet Meclisi’nin kurulması ile sona eriyor. Artık ulusal egemen­lik ve milletin iradesinin tecelli ettiği yeni bir sürece geçilmişti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi­nin (TBMM) kuruluşunu takip eden dönemde oluşturulan top­lantı tutanakları, bakanlık kayıt­ları incelendiğinde Ankara hü­kümetinin milleti temsil gücü kazandığı ve Türkiye Cumhuri­yeti’nin kuruluşunu sağladığı gö­rülüyor. Meclis kurulduktan son­ra iç ayaklanmalar bastırılıyor, Doğu ve Güney cephelerinde ge­reken önlemler alınmasıyla Batı cephesine daha net odaklanılıyor. TBMM’nin 3 Aralık 1920’de imza­lanan Gümrü Anlaşması’nı onay­lamasıyla milli temsil gücü ulus­lararası boyutta kabul görmeye başladı. Kurtuluş Savaşı’nın kaza­nılmasının ardından TBMM’nin ortaya koyduğu “Egemenlik ka­yıtsız şartsız milletindir” anlayışı, Lozan Barış Konferansı’nda Türk tarafının kayıtsız şartsız bağım­sızlık talebi olarak yansıdı.

Üç bayramın birleşmesiyle günümüze geldi

TBMM’nin açılışı 23 Nisan 1921’de resmi bayram olarak ilan edildi. Fakat ardı arkası kesilme­yen savaşlar sonrasında öksüz, yetim ve kimsesiz kalmış çocuk­ların sayısı artmıştı. Diğer yan­dan kurtuluşa kadar geçen süreç­te yaşanan kayıpları telafi etmek ve gelişen cumhuriyetin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını sağla­mak amacıyla nüfus artışını teş­vik edecek politikalar izleniyor­du. Her ne kadar nüfus artıyor ol­sa da çocuk ölümleri de göz ardı edilemeyecek bir sorundu.

Kimsesiz çocuklar sorunu ve ço­cuk gelişimini daha iyi bir seviyeye taşımak amacıyla kurulan ve son­radan Çocuk Esirgeme Kurumu adını alan Himaye-i Etfal Cemi­yeti, 23 Nisan dolayısıyla yardım kampanyası başlatarak çocukların durumuna kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyordu. Cemiyet, 23 Nisan Milli Bayramı’nı çocuk gü­nü olarak belirlemişti. 1927 yılında Atatürk, Himaye-i Etfal Cemiye­ti’nin 23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olması hakkındaki önerisinin uy­gun karşıladı.

Diğer yandan yeni kurulmuş meclis, 1 Kasım 1922’de padişah­lık ve saltanatın kaldırılmasını kararlaştırmıştı. Meclisin tek ya­sal güç olmasını sağlayan bu ka­rar, Millî Hâkimiyet Bayramı ola­rak kutlanıyordu. 1935 yılında gelindiğinde bu bayram 23 Nisan ile birleştirildi. Böylece üç önem­li günü temsil etmesiyle oluşan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı modern Türki­ye’nin en önemli bayramları ara­sında yerini aldı. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk, bu bayramı dün­ya çocuklarına da armağan etti.

Şimdi deprem çocuklarının yaralarını sarma zamanı

 Genç Türkiye Cumhuriyeti, dünyada çocuklara resmi bayram adamakla bir ilki gerçekleştirmişti. 1927’den bu yana her yıl bir gün dahi olsa çocuklar ve onlara sunulan imkânların kamuoyunda değerlendirilmesi alışkanlığı bulunmasıyla Türkiye olumlu bir pratiğe sahip. Şimdi bu pratik doğrultusunda çocuklarımız ve gelecekleri hakkında bir kere daha düşünme zamanı…

Cumhuriyetin 100’üncü yılında gireceğimiz 2023 yılında, 23 Nisan üzerine yeniden düşünülmesi gerekiyor. Kuruluş aşamasındaki yokluklar ve yoksunluk günümüz için söz konusu değil… İkinci yüzyıla başlarken daha ileride ve daha fazla imkâna sahibiz. Maalesef 6 Şubat 2023 günü Kahramanmaraş merkezli ve 11 ili etkileyen depremin yıkımına maruz kaldık.

Yeni yüzüncü yılına girerken Türkiye Cumhuriyeti, gerek kurum ve kuruluşlarıyla, gerekse vatandaşlarıyla yeniden ayağa kalkma ve yaraları sarma mücadelesi içinde olacak. Bu yıl 23 Nisan’da çocukları ve onların geleceğini başka bir gözle ele almamız gerekiyor. Yıkım belki de en çok çocukları etkiledi. Yüz binlerce çocuk ailesi ya da yakın çevresinden sevdiği birini kaybetti. Pek çok çocuk, anne ve babasını yitirmenin yanı sıra uzuv kaybı da yaşadı. Onların kayıplarını telafi edemiyor olsak da toplum olarak onların farkında olmak ve hayat koşullarını daha iyi bir seviyede tutmak durumundayız. Tıpkı barış sağlanana kadar yaşanan yıkımdan arda kalan çocuklar için nasıl bir araya gelindiyse, bugün de aynı birlikteliği göstermeli ve orada yaşayanları bir an dahi unutmamalıyız.

Bakla tarlasındaki çocuk…

Nuri Conker, Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’ten çocukluk arkadaşıydı. Birlikte okudular ve silah arkadaşlığı da ettiler. Atatürk, Nuri Conker ile aralarındaki yakınlıktan ortamdaki ağır havayı yumuşatmakta da yararlanırdı. Bir gün Atatürk’ün sofrasında bir kişi, “Paşam, kim bilir çocukluğunuzda ne müstesna bir insandınız? Kim bilir ne harikulade anılarınız vardır?” diyecek oldu. Kendisini insanüstü bir varlık gibi gören yaklaşımlardan rahatsızlık duyan Atatürk, bu sözleri gülümsemeyle karşıladıktan sonra “Nuri anlatsın” der. Her zamanki şakacı üslubuyla Nuri Conker, “Bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi” cevabını verir. Konunun başka bir yere gitmesi soruyu soran kişiyi ürkütür ve sorduğuna pişman eder. “Aman efendimiz” diyerek durumu kurtarmaya çalışacakken, Atatürk sözünü keser ve şöyle devam eder: “Bana insanlar üzerinde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir.”