İstanbul'a araştırma 'merkez'i kuracak

Ekonomist ve araştırmacı kaynağını güçlendiren ve eğitime önem veren Merkez Bankası bu adımlarını İstanbul'da bir merkez kurarak da taçlandırmak istiyor. Banka, Fenerbahçe'deki sosyal tesislerini bir araştırma üssüne çevirecek.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ece CEYHUN

ANKARA - Eğitime ve araştırmaya büyük önem veren ve bu konuda insan kaynağına önemli yatırımlar yapan Merkez Bankası'nın araştırma konusunda yeni planları da var. Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Mehmet Yörükoğlu, İstanbul Fenerbahçe'de bulunan ve kullanılmayan Merkez Bankası'nın sosyal tesislerini Uluslararası Eğitim ve Araştırma Merkezi'ne dönüştüreceklerini açıkladı. Bu merkez bir yandan akademisyenlere araştırma imkânı verecek, diğer yandan çevre ve bölge ülkeleri için merkez bankacılığı eğitimi veren bir üs olacak. Önümüzdeki 1 yıllık süreçte faaliyete geçmesi planlanan merkez, dünyanın tanınmış akademisyenlerine de ev sahipliği yapacak.

Mehmet Yörükoğlu, "Bu merkezde dünyanın alanlarında en iyi isimlerini belki 2-3 aylık dönemlerle misafir etmeyi istiyoruz. Önümüzdeki 1 sene içinde faaliyete geçmesi planlanan bu merkezde, uluslararası üne sahip bu isimler araştırmalarını yapsınlar, eğitim dersleri versinler istiyoruz" dedi. Yörükoğlu, bugün Türkiye'nin önde gelen akademisyenlerinin de bu merkezden yararlanmasına olanak sağlamak istediklerini aktardı.

Diğer kurumlarımıza da açabiliriz

Mehmet Yörükoğlu, Türkiye'deki problemlerin çok büyük bir kısmının yapısal olduğunu ve sadece Merkez Bankası'nı değil diğer kurumları da yakından ilgilendirdiğini aktararak şöyle devam etti: "Bunlar iktisadi boyutları olan, araştırılması gereken konular. Biz genel olarak çözümleri makro düzeyde arıyoruz. Hâlbuki bu yapısal problemler daha mikro düzeyde. Biz makro düzeyde araştırma yapıyoruz ama esasında cari açıktan tutun da Türkiye'de işgücünün eğitim düzeyine kadar karşılaşılan pek çok sorun daha çok yapısal. Bu sorunların çözümü için birçok araştırma yapılması gerekiyor. Diğer kurumlarımızın da araştırma kapasitesinin artırılması çok önemli. Bu nedenle biz eğitim noktasında, İstanbul'daki araştırma merkezimizden diğer kurumlarımızın da istifadesini amaçlıyoruz."

Araştırma ve Para Politikası Genel Müdürü Hakan Kara ise Merkez Bankası'nın kamu kurumları içinde araştırmaya en fazla kaynak ayıran kurumların başında yer aldığına dikkat çekerek "Tabi gönlümüzden geçen diğer kamu kurumlarının da benzer kurumsal altyapı ve olanaklara sahip olması. Böyle bir durum faydalı bir sinerji oluşmasına yol açar. Ayrıca yurtdışından Türkiye'ye dönmek isteyen ve araştırma yanı kuvvetli iktisatçılar için de daha fazla seçenek anlamına gelir" dedi.

Akademik açıdan Türkiye'de 3'üncü, dünyada 18'nci

Merkez Bankası, akademik bir kurum değil. Araştırma yapan ve politika üreten bir kurum. Banka, son yıllarda, başta makroekonomi olmak üzere, iktisatın tüm alanlarında Türkiye'nin akademik ve resmi kurumlarının yanı sıra, uluslararası merkez bankacılığı camiasında da saygın bir yere ulaşmış. Üstelik bu konum belirli ölçütlerle takip edilebiliyor da. Örneğin İnternette tüm dünya iktisatçılarının yayın ve atıflarına bakılarak oluşturulan bir sıralama var. Bütün merkez bankaları ve ciddi akademik kurumlar çalışmalarını RePEc isimli (www.repec.org) bu sitede yayımlıyor. Genel Müdür Hakan Kara'nın verdiği bilgiye göre RePEc, hangi kurumunun kaç makalesi olduğu, bunların ne kadar okunduğu ve atıf aldığı gibi kriterleri göz önüne alarak bir sıralama yapıyor.  Kara, Merkez Bankası olarak iktisat alanında Türkiye'de Koç ve Bilkent Üniversitelerinden sonra üçüncü, Fed tek bir merkez bankası olarak sayılırsa da merkez bankaları arasında 18'inci sırada olduklarını söyledi.

"Üstelik asıl odağımız akademik araştırmalar olmamasına rağmen bu konumdayız" diyen Kara, değerlendirmesine şöyle devam etti: "Türkiye ekonomisi ile ilgili makale yazdığınız zaman itibarlı akademik dergilerde yer bulmak için ek bir çaba sarf etmeniz gerekiyor. Öte yandan, örneğin Fed araştırmacılarının kendi ülkeleri ile ilgili bir makale yaptıkları zaman dünyanın önde gelen dergilerinde yayınlama şansları yüksek. Çünkü çok büyük bir ekonomileri var ve önemli dergilerin hemen hepsi Amerika'da basılıyor. Bizim ise Türkiye ile ilgili bir makale yaptığımız zaman yayınlayabileceğimiz uluslararası dergi sayısı son derece sınırlı. Bu nedenle yaptığımız araştırmaların kıymetini değerlendirirken, öncelikle bilimsel dergilerde yayınlanmasına değil, araştırmaların Türkiye ekonomisinde politika üretme sürecine ne ölçüde katkıda bulunduğuna bakıyoruz. Yani kendi kriterlerimizi oluşturuyoruz.

Araştırma ve Para Politikası Genel Müdürlüğümüzün teknik anlamda uluslararası tanınırlık ve saygınlığa sahip güçlü bir kurum haline gelmesine paralel olarak, çalışanlarımızın da BIS, OECD, Dünya Bankası, IMF gibi yurt dışı uluslararası kurum ve kuruluşlardan aldıkları iş tekliflerinde son yıllarda artış gözlendi. Buna ek olarak karşılıklı işbirliği çerçevesinde mesleki gelişim açısından dönem dönem bu kuruluşların bazılarında uzun süreli görevlendirmeler de yapılıyor."

Öte yandan Necati Tekatlı Merkez Bankası'nda kullanılan modellerin teknik düzeyinin gelişmiş ülke merkez bankaları ile mukayese edilebilir seviyede olduğunu belirtiyor. Yusuf Soner Başkaya ise Merkez Bankası'nın internet sitesinde yayınlanan çalışmalarının artık, örneğin, Boston Fed'de yayınlanan bir makaleden çok rahatlıkla atıf alabildiğini kaydederek, "10 yıl önce biz başka merkez bankalarına atıfta bulunurken, bugün bizim hazırladığımız çalışmaların uluslararası platformlarda giderek daha fazla atıf alması da bizi sevindiren başka bir unsur" diye konuştu.

Yazılan her yorumu tek tek okuyup yerine göre çuvaldızı kendimize batırıyoruz

Merkez Bankası bazen bir adım atıyor ve ardından piyasadan alkış sesleri yükseliyor. Bazen de tam tersi eleştiriler artıyor. Merkez bankaları her zaman yüzde 100 destek bulamasa da, anlamak ve aktarmak istediğimiz noktalardan biri de son 3 yıldır piyasa ile Merkez Bankası arasında zaman zaman oluşan yorum farkını nasıl değerlendirdikleriydi. Hakan Kara, Merkez bankası ile piyasa değerlendirmelerinin zaman zaman çelişiyor gibi görünmesinin doğal olduğunu vurgulayarak "Merkez Bankası'nın araştırma biriminin piyasa analistleri ve iktisatçılarından temel farkı analizlerini kısa vadeli değil, orta vadeli bir bakış açısıyla üretmeleri. Merkez Bankası, görev tanımı gereği orta vadeye odaklanmak durumunda.  Ülkemizde maalesef zaman zaman kısa vadeli bakış açısının hâkim olması Merkez Bankası ile diğer ekonomik birimlerin yorumlarının birbirinden farklı algılanmasına neden olabiliyor" dedi.

Kara,  özellikle 2008 yılında yaşanan küresel krizin ardından Merkez Bankası ile piyasanın öngörülerinde ciddi farklar oluştuğunu ifade ederek bunun temel nedeninin yaşanan "paradigma değişimi"nin herkes tarafından aynı hızda yakalanamaması olduğunu söylüyor. Kriz döneminde TCMB'nin araştırma ve politika analizine yaptığı yatırımların getirisini belirgin şekilde hissettiklerini de kaydeden Kara, "Son üç yıldır bizim geleceğe bakışımız sık sık piyasa beklentilerinden farklılaştı. Ancak açıklanan veriler ve ortaya çıkan gelişmeler büyük ölçüde bizi haklı çıkardı. Bu süreç gerek piyasa oyuncuları gerekse dünya merkez bankaları nezdinde itibarımızı ciddi anlamda artırdı. Katıldığımız uluslararası konferans ve toplantılarda bunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz" dedi.

Peki, "piyasa yorumlarının hepsi okunuyor mu?" diye sorduğumuzda ise Kara'nın yanıtı net: "Dikkatle okuyoruz. ‘Ne demişler, niye demişler, gerçekten bir doğruluk payı var mı?' diye çuvaldızı önce kendimize batırıyoruz. Farklılık bazen iletişimden kaynaklanıyor, bazen de piyasa analizlerinin konunun derinine inmemelerinden."

Ekonomistlerle toplanıyoruz

Merkez Bankası'nın iletişimde çeşitli kanalları var. Bu kanallara en son her ay yapılan ekonomistler toplantısı eklendi. Mesela bu ay yapılacak ekonomistler toplantısı ne tesadüf ki bugün…. Aslında ekonomistlerin zaman zaman yatırımcıları da alıp Merkez Bankası'nı ziyaret etmeleri piyasada bilinen bir iletişim adımı. Fakat Merkez Bankası bunu son dönemlerde farklılaştırdı. Nedenini sorduğumuzda ise şu cevabı aldık: "Herkese eşit mesafede olmalıyız. Dedik ki açık bir toplantı yapalım, herkes birbirinin sorusuna gelen cevabı duysun. Herkes ne sorulduğunu görsün. Hem de daha tutarlı bir iletişim yapmış olalım. Toplantıları belli günlerde herkese açık yaptığımız zaman bütün katılımcılara aynı mesajı vermiş oluyoruz. Ayrıca verdiğimiz mesaj herkesin olduğu bir ortamda tartışıldığı için daha iyi anlaşılmış oluyor. Bu daha şeffaf ve etkili bir iletişim yolu oldu."

Tabii Merkez Bankası bu toplantılara da hazırlanıyor. Önce piyasa ekonomistlerinin yazdığı yorumlar okunuyor. Nelerin yanlış anlaşıldığı ya da nelerin daha fazla vurgulanması gerektiği belirleniyor ve sunuş sırasında özellikle bu hususlar vurgulanıyor. Bazı yanlış anlamalar da toplantıların soru ve cevap bölümünde aydınlatılıyor.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, kalite artışını fiyat artışı olarak ölçüyor

Çok sık duyduğumuz klişelerden biri de açıklanan enflasyon rakamları ile çarşı ve pazarda vatandaşın hissettiği fiyat artışı arasındaki farktır. Hemen herkes fiyat artışından şikâyet eder. Bu noktada Merkez Bankası yetkilleri TÜİK'in açıkladığı enflasyon verisini ‘oldukça sağlıklı bir veri' ve ‘TUİK'te iyi çalışan bir ekip var' diye anlatıyorlar. Öte yandan, fiyat artışlarını yorumlarken ‘sade vatandaşın' biraz göz ardı ettiği noktalara da dikkat çekiyorlar. Şöyle ki; gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelere yakınsıyor. Bu sayede yükselen piyasa ekonomileri tüketicileri hızlı bir ‘kalite artışı' yaşıyor. Gelişmiş bir ülkede yaşayan bir kişinin 10 yıl önce kullandığı otomobille bugün kullandığı otomobil arasında teknoloji ve kalite açısından çok büyük bir fark yokken, gelişmekte olan ülkelerde, yakınsama sürecinin bir parçası olarak, kullanılan otomobillerin ve dayanıklı tüketim mallarının niteliğinde zamana bağlı çok hızlı iyileşmeler ortaya çıkabiliyor. Bir başka deyişle, gelişmekte olan ülkeler üretici ve tüketici olarak kalite basamaklarını çok daha hızlı çıkıyorlar. Tüm gelişmekte olan ülkelerde eş zamanlı yaşanan bu kalite devriminin örnekleri otomotiv ya da yüksek teknolojili ürünlerle de sınırlı değil. Örneğin, süpermarketlerde gıda ürünlerinin sunumundan hastanelerde alınan sağlık hizmetinin kalitesine kadar her tüketim kaleminde, gelişmekte olan ülke tüketicilerinin tüketim kalite artışı gelişmişler ile karşılaştırılmayacak kadar fazla. Gelişmekte olan ülkeler gözlenen hızlı kalite artışını, fiyat artışı olarak ölçüyor. Bu kalite artışı tüketim ve üretimde bir artış olarak ölçülmesi gerekirken enflasyonda bir artış olarak ölçülüyor. Yani üretim ve tüketim büyümesini olduğundan düşük, enflasyonu ise olduğundan yüksek ölçüyorlar. Yaşanan bu kalite artışının enflasyona olan etkisinin ABD'de yüzde 1-2 düzeyinde olduğu hesap ediliyor. Ama gelişmekte olan ülkelerde bu fark çok daha fazla olabiliyor. Bu hususların kamuoyunda daha iyi anlaşılması için TCMB geçtiğimiz yıl bir çalışma yapıp internet sayfasında yayımlamış.

Bu ölçüm hatası gelişmekte olan ülke merkez bankalarının işini zorlaştırıyor. Gelişmekte olan ülkeler enflasyonu yüksek, büyümeyi ise olduğundan daha düşük ölçüyor. Bu durum merkez bankaları için nerede sorun yaratıyor? Özellikle enflasyon hedefi ve uygulanan politika faizi konusunda. Enflasyon hedeflemesi yapan bir merkez bankası bu durumda ya enflasyon hedefini yüksek belirlemek zorunda kalıyor, ya da uygulaması gereken faizi gerekenden yüksek tutmak zorunda kalıyor. Her iki durum da kısa vadeli uluslararası sermayeyi cezbediyor. Bu noktada TCMB yetkilileri son bir yıl içinde uygulanan politikaların bir amacının da çok kısa vadeli ve oynaklık yaratan sermaye girişlerini caydırmak olduğunu eklemeyi ihmal etmiyorlar.

Türkiye'de 200 veriyi ve birçok ülkeyi izliyor

Merkez Bankası'nın kapısını çaldığımızda en çok merak ettiğimiz konulardan biri de kaç ülkenin ve bu ülkelerde kaç verinin izlendiğiydi. Türkiye'de yaklaşık 200 veriyi inceleyen Genel Müdürlük, uluslararası ekonomiye girildiğinde binlerle ifade edilebilecek sayıdaki bir veri akışını analiz ediyor. Hakan Kara,  kendileri için ‘uluslararası sermaye hareketleri nasıl gidiyor?' sorusunun önemli olduğunu kaydederek;  genel küresel risk iştahı, gelişmekte olan ülkelere sermaye akımları ve emtia fiyatlarının da başlıca konuları olduğunu belirtti. Kara, "Bizimle akran kabul edilen gelişmekte olan açık ekonomileri özellikle yakından izliyoruz. Yani Brezilya, Güney Afrika, Macaristan, Polonya, Kore, Tayland, Şili, Kolombiya, Meksika, Rusya gibi ülkeler. Tabii ki ABD, Çin, Avrupa, Japonya ve İngiltere gibi büyük ülkeleri ayrı inceliyoruz. Kısaca küresel piyasanın önemli oyuncularının hepsi merceğimiz altında. Kuşkusuz, takip ettiğimiz verilerin ne olacağı ve bu verilere ne zaman ne kadar ağırlık verileceği konjonktüre bağlı olarak değişebiliyor. Mesela, Japonya'da yaşanan depremin emtia fiyatları ve küresel likidite üzerindeki olası etkileri nedeniyle Japonya ekonomisindeki gelişmeleri deprem sonrasında dikkatle takip ettik. ABD ekonomisini izlerken bir anda Avrupa'daki borç krizi ile İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerin borç dinamiklerinin beraberinde getirdiği küresel riskleri incelemeye ayırdığımız kaynak arttı" diye konuştu.

Veriler nasıl değerlendiriliyor, şekilleniyor?

Para politikası kararlarının ekonomiyi etkilemesi belli bir süre alıyor. Bu nedenle fiyat istikrarı odaklı merkez bankaları açısından iktisadi gelişmeleri iyi okumak ve temel makroekonomik değişkenlerin seyrini tahmin edebilmek büyük önem taşıyor. Dolayısıyla, enflasyon hedeflemesi rejiminde geleceğe yönelik öngörüler politika üretiminde de merkezi rol oynuyor.

Enflasyon tahminlerine atfedilen rol, 2005 yılından itibaren para politikasında karar alma sürecini orta vadeli bir perspektifle destekleyecek yeni bir tahmin ve politika analiz süreci tasarlanmasına ve uygulanmasına neden oldu. Bu süreç, aylık Para Politikası Kurulu toplantılarında alınan kararlara ve üç ayda bir yayımlanan Enflasyon Raporu'nda açıklanan öngörülere girdi oluşturacak şekilde uygulanıyor. Kararlar alınırken gelecek dönem enflasyonunu etkileyebilecek her tür veri ve bilgi dikkate alınıyor.

Dolayısıyla politika kararlarının ileriye dönük olarak alındığı mevcut çerçeve, TCMB'nin veri takip ve analiz kapasitesinin ve öngörü başarısının üst düzeyde olmasını gerektiriyor. Geleceğe dair bir şey söyleyebilmek için bugünkü resmi sağlıklı bir biçimde ortaya koymak olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Bu nedenle orta vadeli tahminler üretilmeden önce yakın dönemde gözlenen gelişmelerin analizi de büyük önem taşıyor. Diğer bir ifadeyle, ekonominin nereye gittiği konusunda fikir sahibi olmadan önce ekonominin şu anda hangi noktada olduğu sorusunun cevaplanması gerekiyor.

Mevsimsel hareketler, milli ve dini bayramlardan kaynaklanan resmi tatiller, geçici arz şokları, vergi ve fiyat ayarlamaları gibi noktalar büyük önem taşıyor. Dolayısıyla Merkez Bankası verileri çeşitli istatistiki ve iktisadi işlemlere tâbi tutarak analiz için kullanılabilir hale getiriyor. Örneğin, üretim gelişmeleri incelenirken serilerin, mevsimsel unsurlar ve çalışma günü etkilerinden sağlıklı bir şekilde arındırılması gerekiyor. Merkez Bankası bu gibi konularda TÜİK ile ortak yürüttüğü projelerin sonuçlarını da kamuoyuna açıklıyor.

Banka ekonomideki hareketleri izlerken ne kadarının geçici ne kadarının kalıcı olduğunu da görmeye çalışıyor. Para politikasında unutulmaması gereken önemli hususlardan biri geçici olduğu düşünülen gelişmelere tepki verilmemesi ikincisi ise politika bakışının orta vadeli olması. Mesela Merkez Bankası'nın, rapor ve duyurularında sıklıkla atıfta bulunduğu özel kapsamlı (çekirdek) fiyat göstergeleri bu amaca hizmet ediyor. Enflasyon gelişmeleri değerlendirilirken vergi ayarlamaları, kalıcı nitelik taşımayan arz şokları ki buna en güncel örnek olarak gıda fiyatlarındaki dalgalanmaları gösterebiliriz vb. bir kereye mahsus, geçici olduğu düşünülen artış veya düşüşler karşısında politika değişikliğine gidilmiyor. Politika araçları özellikle enflasyonun orta vadeli seyrine etki edeceği öngörülen gelişmeler karşısında devreye sokuluyor.

Yakından takip edilen göstergeler arasında enflasyon beklentileri de yer alıyor. Etkin bir beklenti yönetimi için kamuoyunun öngörü kabiliyetinin zayıfladığı dönemlerde, TCMB'nin ekonomik birimlere yol göstermesi gerekiyor. Yüksek belirsizlik ortamında beklentilerin olması gerekenden daha iyimser veya kötümser olmasını engellemek, ekonomideki olası tahribatın sınırlanması açısından beklenti yönetimine kritik bir rol biçiyor. Bu nedenle gerek anket verilerinden gerekse finansal piyasada oluşan fiyatlardan enflasyon beklentileri konusundaki gelişmeler yakından takip ediliyor. Her açıklanan verinin enflasyon görünümünde bir değişiklik yaratıp yaratmayacağına bakan Merkez Bankası, elde ettiği bilgi, haber ve yorumları da göz önünde bulunduruyor.

Bu konularda ilginizi çekebilir