İkinci dibe doğru uzanılırken, kriz dağcı disiplini öğretebilmiş miydi?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

A. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar

Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan, İspanya beşlisinin kırılganlığı, başta diğer Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere, bütün küresel finans sistemini çok kısa sürede etkisi altına aldı. Yani kriz içinde kriz yaşanıyor ve piyasalar ikinci bir dip korkusuyla irkiliyordu. Dubai'deki risklerin uluslararasılaşıp, küresel ölçekli sorunlara dönüşen yeni ve yaygın güven krizi halini alması önlenmişti. Ancak Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan, İspanya beşlisinin riskleri, küresel finans sistemiyle yüksek düzeyde iç içe geçmişti. Yani, Dubai hadisesinden tamamen ayrıydı. Böylece kriz içinde yaşanan bu kriz, bize çözümlerde artık izci usulunun izlenmesinin ve dağcı disiplininin uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu hatırlatıyordu.

Neydi bu izci usulu? Nasıl birşeydi dağcı disiplini? İzciler, ortada herhangi bir sorun olduğunda; -bu senin sorunun olduğu için sen çözmelisin. Ben, ancak kendi sorunlarımla ilgilenir onları çözerim, şeklinde bir ayrımcılığa asla gitmezler. Sorunlarını hiçbir şekilde sınıflandırmazlar, hepsini bir bütün içinde ortak sorunlar olarak görürler. Herhangi bir izcinin sorununa, tüm ekibin sonunu olarak yaklaşıp, hiçbir önyargı olmaksızın boş zihinlerle, gecikmesiz çözüme koyulurlar. Bu düşünce, sorunlara pozitif yaklaşımın temellerini de atmış olur. İzci kampında bir pislik olduğunu varsayalım. İlk gören izci, bu senin ya da benim değerlendirmesi yapmayacak, anında temizliğe girişecektir. Everest'in karlı zirvesine tırmanan dağcıları düşünelim. Tırmanış ekibinin bir lideri vardır. Ancak, grubun her üyesi en az lider kadar önemlidir. Bu nedenle, her hangi bir ekip üyesi, karlı yamaçlara kancasını sağlamca geçirmelidir. Çünkü dağcı ekibinin her biri, bu Everest'in zirve yolculuğunda, ekipteki diğer dağcıların yegane sigortasıdır. Bazen en alttaki dağcı, en üstteki dağcının hayatını kurtarır. Ya da tam tersi. Hava koşullarının aşırı soğuduğu, fırtınanın, tipinin ekibi yorgun düşürdüğü, gerdiği bir sırada; acemi bir dağcı, tek başına tüm dağcı ekibini gafil avlayıp, mezarını kazabilir. İşte Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan, İspanya beşlisinin, zirveye tırmanan 27 Avrupa Birliği ülkesine olumsuz etkisi de bu şekilde oluyordu. Avrupa'nın PIIGS'den oluşan beş ülkesi, karlı yamaçlara kancaların sağlam atamamışlardı. Avrupa Birliği bölgesi ve Türkiyeden oluşan dağ ekibi, PIIGS ülkelerinin karlı yamaçlara iyi saplanmamış kancalarına güvenmek zorundaydı. Çünkü 2005-2010 küresel sistemik krizinde hava koşulları oldukça zor seyrediyordu. PIIGS ve diğer Euro bölgesi ülkeleriyle Türkiye'den oluşan dağcı ekibi, PIIGS ekibinin hatalarını, Everest'in karlı yamaçlarında hayatta kalma mücadelesi vererek öderler.

Yani krizin sağlıklı çözümünden beklenen, eşgüdümlü bir harekettir. Finansal sistemin kaotik yapısı, o gün için sorunsuz gibi görünenleri bir sonraki krizde; ya da, aynı kriz içinde farklı bir konjonktürde en sorunlu konuma taşıyabiliyor. Çünkü bu deneyimler, 1929-1933 büyük buhran döneminde de yaşanmıştı. Dolayısıyla, 2005-2010 küresel sistemik krizini de, farklı boyutlarda etkilemeyecektir.

Krizdeki "Yaşar, Ne Yaşar Ne Yaşamazlar'

2005-2010 küresel sistemik krizinde bazı dengeler; aşırı yorgun bedenin uykusuzlukla artan stresi, bozulan biyolojik ritmiyle hastalıklara savunmasız kalması durumunu andırıyor. Kriz, önce adını likiditeyle duyuruyor. Herşey bir anda ters yüz oluyor. Güven olgusu, diğer tüm etkileri gölgede bırakıp kriz gündeminin en gediklisi olarak, baş köşeye kuruluyor. Likidite ve güvenin son krizdeki yıkılmışlığı üzerine birçok düşünce grupları olmasına rağmen, adalet duygusunun krizle birlikte yozlaşan yüzünü çok az kimse görebiliyor ya da görmek istiyor. Tabii, Heathcote-Perri-Violante üçlüsünden başka.

Devlet tiyatrolarının sahnelerinde uzun süre oynamış, "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz' isimli tiyatronun güncel hayatla iç içe geçmiş ve gerçekçi hikayesinden daha güzel hiçbir senaryo; krizin bozduğu adalet olgusu ile gelir dengesi çarpıklığını ifade edemez. Oyunun kahramanı Yaşar, nüfus kayıtlarından dertli fakir bir vatandaştır. Halka, seferberlik emriyle toplanma çağrısı geldiğinde Yaşar, hemen nufüs kayıtlarında kabul görür. Askere gidileceğinde Yaşar, hemen nufüs kayıtlarında kabul görür. Yaşar'dan fedakarlık yapması istenen her durumda, Yaşar'ın yaşadığı onaylanır. Gelin görün ki, Yaşar babasından kalan mirası almak isterse, işte o zaman kıyamet kopar. Zavallı Yaşar, tam tersi bir muamaleye maruz kalır. Resmi makamlara müracat ettiğinde, -senin nüfusta kaydın yok ki, asla babandan sana kalan bu parayı, malı, mülkü alamazsın. Sen ölüsün ölü yanıtını alır. Çaldığı her kapı, yüzüne kapanır. Yani Yaşar'ın yararına herhangi bir durum olduğunda, hemen nufüs sorunları önüne yığılır, Yaşar adında birisinin yaşamadığı kabul edilir. Eğer sistem onu kullanmak isterse, ondan yararlanan bir durum söz konusuysa, hemen yaşadığı kabul edilir, tıkır tıkır bürokratik işlemler yapılır.

2005-2010 küresel sistemik krizinde, gelirlerin en düşükten en yükseğe doğru dağılım payları irdelendiğinde; krizle çok sert şekilde bozulmuş bir gelir dengesi ortaya çıkıyor. En son kriz sürecini, sağduyu sahibi her araştırmacı gibi, Heathcote-Perri-Violante de 2005 yılından başlayarak incelemişti. Gelir dağılımında en tabandaki %10'dan %90'a kadar tüm katmanların, krizdeki olumsuz etkiyi yaşamaları en adil olanı olacaktı. Ya da balon sürecindeki servet etkisinden ne kadar yararlanılmışsa, kriz sonrasında da o kadarın geri verilmesi beklenirdi. En azından adalet duygusunu yaralamayan etki, bu boyutta yaşanmalıydı.

Servetin bilinen en az üç etkisinden söz etmek mümkündür. Bunlar i. tüketim üzerindeki servet etkisi, ii. finansman üzerindeki servet etkisi, iii. yatırım üzerindeki servet etkisi şeklindedir. Servet etkisini en güzel, hisse senedi piyasasındaki birim değişimin varlık üzerindeki etkisiyle ölçebiliyoruz. Hisse senedindeki %10'luk değişimin varlık fiyatları üzerindeki etkisi; ABD, Japonya, Avrupa ve gelişen ülkeler dörtlüsünde tanımlandığında; (Küresel Sistemik Krizin Anatomisi; A.Levent Alkan; sayfa 67) ülkeden ülkeye değişen boyutlarda servet etkileri olduğu ortaya çıkıyor.

Gelelim kahramanımız Yaşar'a ve gelirlerin tabandan zirveye değişim grafiğinde onun başına neler geldiğine. Yaşar, yaşayıp yaşamadığı ile ilgili değişik öngörülere maruz kalsa da, fakirliğinden şüphe olmaksızın tabandan %10'luk gelir grubunda yer alan bir sade vatandaştır. 2005-2007 dönemindeki servet etkisinden yararlandığı bir birim faydayı, 2008'de piyasaların çöküşüyle beş buçuk birimlik zararla ödemiştir. Yani kazandığı bir birim, 2008 çöküşü sonrasında burnundan fitil fitil gelmiştir. Oysa tabandan %90'lık dilimden pay alan en zenginler, 2005-2007 döneminde bir birimlik servet etkisinden elde ettikleri kazançlarını, 2008 çöküşü sonrasında sadece bir birimlik zararla ödemişlerdir. Yani gelir dağılımındaki %90 ve üzerindeki en zenginler, bir kazanıp bir kaybederken; gelir dağılımındaki %10 ve altındaki en fakirler, bir kazanıp beş buçuk kaybediyorlar. Biraz daha özele inersek; ölçüsüzce risk alıp, kısa vadeli yüksek karlar elde ettikleri için ödüllendirilen hedge fon yöneticileri, asil-vekil çelişkisinden yararlanıp yüklendikleri aşırı riski prime dönüştüren CEO'ları, altın paraşütlü finans sistemi çalışanları; servet etkisinin tüketimdeki, yatırımdaki, ve finansmandaki kazanç izdüşümlerinden yararlanabiliyorlar. Öte yandan tabandan zirveye en düşük gelirli %10 katmanı içindeki, alt ve orta gelir grubu için durum tamamen farklıdır. Son krizin balon dönemi olan 2005-2007'den yararlanmak, Yaşar için mümkün olamamıştı. Yaşar, seferberlik emriyle askere çağrıldığında; herkesten hızlı, ön safta koşmalı, cepheden cepheye savaşmalıdır. Lehman Brothers iflasını ilan edip de piyasaları çökerttiğinde, Yaşar'ın temsil ettiği gelir katmanı, "Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz' tiyatro oyununa yakışan senaryoda, ağır bir adaletsizliğe maruz kalabiliyor. Gelin görün ki, yaşanan gerçeklerde de, bu senaryo birebir tekrar ediliyor. En azından 2005-2010 küresel sistemik krizinin gelir katmalarını etkileme ölçütü, 2008 sonrası ve öncesinde, bu adaletsizliğin boyutunu daha da artırmıştır.

2005-2010 Küresel sistemik krizinden neler öğrenebiliyoruz?

2005-2010 küresel sistemik krizinde küresel ölçekli resesyonun ne zaman sonlanacağı bilinmese de, tarihe çok önemli notlar düşüleceği aşikardır. Küresel ekonominin sonsuz öğrenme sürecine katkıda bulunan dama taşları şunlar olacaktır.

i. Küreselleşme, krizlerin etkilerini de farklı boyutlara taşımıştır. Servet etkisinden en az yararalanmış ülke, çöküşten en büyük zararı görebilmektedir. Ya da tam tersi, kriz merkezi olan bir ülke, çöküşün sonrasında da karizma merkezi olabilmektedir.

ii. İç tasarruf kraldır. Tasarruf oranı yüksek ülkeler, krizde ayrışan tarafta olabilmişlerdir.

iii. Hiçbir balon cezasız kalmaz. Bu balon kriz konjontüründe yaşanıyor olsa bile, mücadele edilmeli ve dizginlenmeli ve önlenmelidir.

iv. Krizin çözümünde eşgüdümlü hareket çok önemlidir. İzci usulüne, dağcı disiplinine ve ortak akla gereksinim duyulur. Bunlar, çözüme giden yolun karo taşlarıdır. Disipliner, eşgüdümlü hareketten uzaklaşan her adım, krizi çetrefilleştirir ve çözüme giden yoldan uzaklaştırır. Daha da kötüsü, sorunları hasır altı edip, sonraki krizlere biriktirir.

v. Krizde balonlar, kırılganlıklar, uygulamadaki teşvikler ile reform gereksinimleri; el ele, kol kola bir arada yer alırlar. Krizden çıkış ancak, birçok işi aynı anda değişik bölgelerde uygulamakla mümkün olabilecektir. Tıpkı bir garsonun; çorbaları, yemekleri, içecekleri, tatlıları aynı tepside taşıyıp, değişik masalara servis yapması gibidir. Garsonun aynı tepsiden farklı masaların, farklı gereksinimlerine hizmet sunması tarzında; ülkeden ülkeye değişen, farklı çözümlere ihtiyaç duyulur. Norveç, Avusturya ve İsrail merkez bankaları faiz arıtırırken, TCMB'nin faiz indirmesi ya da Çin'in balonlarına dur diyebilmek için kredi imkanlarını zorlaştıran önlemleri; krizle küresel ölçekli mücadelenin çarpıcı örnekleridir. Garson tepsisindeki çorba, yemek, içecek ve tatlı dörtlüsünü, yemeğini bitirmiş Çin'e tatlı; yeni başlayan Avrupa Birliği ülkelerine çorba, ABD'ye yemek ve gelişen ülkeler içeçecek şeklinde bir servis olacaktır.

vi. Krizin likidite krizi evresinden başlayarak, uygulamaya alınmış sermaye enjeksiyonları, kamulaştırmalar, birleşmeler, satın almalar ve teşvikler; enflasyona ya da aşırı ısınmaya neden olmaksızın durdurulabilmelidir. İşte bu teşvikleri durdurma zamanlaması, çıkış stratejileri olarak, krizin kaderini yakından etkilecek adımlardır. Yani krizi çıkış stratejisine kadar sağlıklı götürmek de yeterli değildir. Uyguladığımız gevşek para politikasından, teşvik imkanlarından çıkışın doğru zamanlaması ve sağlıklı planlanması gerekmektedir. Çıkış strtaejisini doğru uygulamamak, krizde tekrar başa dönüş anlamına geleceği için, "bir çuval inciri bir anda berbat edebilmek' içten bile değildir. 

Bank of America, JP Morgan Chase, Goldman Sacks ve Citigroup'dan oluşan dört temel finansal kuruluşu; ABD ekonomisi üzerindeki %60 ağırlığını kullanarak, siyasette de nüfuslarını hissettiriyorlar. İşte bu nedenledir ki, batamayacak kadar büyük ikilemi, sadece 2005-2010 küresel sistemik krizini değil; karma sistemdeki tüm krizlerin gündeminden düşmezler. 2005 yılından beri gündemde yer almasına rağmen, reformların inatla ertelenmesi, lobicilik faaliyetleriyle mümkün oluyordu. 2005-2010 küresel sistemik krizinin bu evresinde de aynı anlayış sürdürülecek olursa, sadece bu krizden çıkış süresi uzatılmakla kalmaz; aynı zamanda, bir sonraki kriz üzerine de ciddi yükler bindirilmiş olur.

Bu konularda ilginizi çekebilir