Ezik yerellikler, deprem ve bir devletin performansı hangi duvardan okunur
Serdar DİRİHAN / Kamu Yönetimi Uzmanı
Şiddeti düşük bir depremin yıktığı insanları gördük. Annesinin altında kaldığı enkazı kucaklayan çocukları, ölü bedenlerin sarıp sarmalayıp hayata geri verdiği bebekleri gördük. Tam da Türkiye'de kuvvetler ayrılığının sınırlarını, Türkiye'nin dünyada artan önemini, artık tanıtıma, lobiciliğe çok kaynak ayırmak gerektiğini tartışa durduğumuz bir zamanda geldi deprem. Toprak damları, kerpiç yapıları, zor yaşamların varlığını unutmuşluğumuzu göstermeye geldi. Türkiye'nin yönetim yapısının en çok tartışıldığı bugünlerde 6'lık depreme yenilen hayatların hatırına şu soruyu soralım, madem kuvvetler ayrılığı patırtısını sessize aldık ufak bir sarsıntının aldığı canlarla, geride yoksun bıraktıklarıyla; bu sefaletin kuvveti mi söz konusu olan? Bu devirde kerpiç eve, toprak dama nasıl göz yumulabilir? Bir büyük kalkınma senaryosu olarak bir devlet bütün kurumlarıyla yıpratılmamak için gösterdiği direnişi, çabayı vatandaşının küçük sarsıntılara canını veremeyeceği bir ortam hazırlamak için neden gösterememiştir? Nutuk çekme fırsatını her daim her koşulda değerlendirip övünme ayinlerinin kendinden geçkin şamanları yöneten kuvvetçikler sözcüleri toplumun yaşam koşullarını nasıl bu kadar görmezden gelebilmiştir? Uzun dönemde geçmişten bugüne her toplum içtimasında, her tür törende, yerelde ve de genelde yinelenen gösterilerin, alkışlatılanların gerisinde 5,9'luk sarsıntının ölüme, sahipsizliğe gönderdiği yığınlar var. Bundan üç-dört yıl kadar önce ülkemize gelen Dünya Bankası Başkanı'nın camiye girerken delik çorabını görüntüledik ve gülünç olduğunu düşünerek, düşündürmek isteyerek manşetlere taşıdık bu görüntüyü, "koskoca Dünya Bankası Başkanı'na bak çorabı delik" diye eleştirdik. Çok haklıydık çünkü bizim yaygın yönetici profilimiz çorabının deliğini fark edemeyecek kadar kafası meşgul olamaz. Vatandaşının sefaletini, kötü yaşam koşullarını görmek değildir önceliği, şıklıktır, imaj tasarımcılarıyla, etraflarındaki kalabalık koruma duvarlarıyla onların asıl işi vatandaş ötesi bir çalışma alanı kurgusuyla söz düelloları, entrika itiş kakışı vs. gerçek altı bir düzeydir. Yerelden genele ezelden ebede hizmet alıcı konumunda olan yani müşteri saygınlığını hak eden vatandaş hizmet vermekle yükümlü yönetenlerin birbirine ittiği bir konuma sündürülmüştür. Yönetim Türkiye deneyiminde hizmet veren, görev alan değil, hizmet sınırını kendi çıkar örüntülerinin tertiplediği kalabalıklar için göreli olarak fazla enerji harcayarak bir tür yağma sistemini meşrulaştıran işleyişe hapsolmuştur. Bu mahkumiyet bazı iyi niyetli çıkışların, zaman zaman beliren kalkınma kükremelerinin de güdük çıktılarla sonuçlanmasına yol açmaktadır. Elazığ'daki depremde yaşamını yitirenler ve onların geride bıraktıkları çabasız, hayattan umudunu kesmiş insanlar değillerdi, bütün kötü koşullarına rağmen hayata sarılmış, tertemiz, üreten, en azından üretkenliğe hazır insanlarını bu ülke küçük sarsıntılara harcadı. Geride ailelerini kaybetmiş insanlar, kimsesizliği artmış yoksul vatandaşlar, ve elbette yerelden genele ülkemizin hiçbir zaman çorabı delik olup bizi utandırmayacak yüce yönetenleri ya da yönetenliğe giyinik rakipleri kaldı.
Yönetenler katında uzun yıllar kalkınma çabaları söylem düzeyinde çok meşguliyet verdi. Kısmi başarıları da yabana atmamak gerek, ancak yerel ve bölgesel gelişme çabalarının çoğu kez iyi sonuçlar vermemesini sadece bir iki hükümetin üzerine atıp rahatlamak da doğru değil. Sorunun şu taraf bu taraf değil de, ontolojik, bugüne kadar ki uzun süre yinelenen resmi söylem trafiğine içkin olduğunun anlaşılması gerek. Yönetenler-yönetilenler ikiliğini ikincisinin efendiliğinden en azından müşteri konumundan hareketle kurgulamak fikrini, ve bu düşünsel vurgunun somutlaşan tezahürlerini görmek için çok geç kalınmıştır Türkiye'de.
1999 büyük depreminin ardından ÖTV'lerin kapsamı çok genişletildi, o kadar genişletildi ki bu vergi türü GTV (Genel Tüketim Vergisi) olarak adlandırılsa daha isabetli bir isimlendirme olur çünkü hayatın en sık kullanılanlarını büyük miktarlarda vergilendirip vatandaştan kamuya devasa kaynaklar aktarıla geldi. Ancak kalıcılaşan bu aşırı vergilendirmenin başlangıçtaki hedefleriyle örtüşen bir kullanım kalıcılığı yaratmadığı anlaşılıyor. Çünkü cep telefonları görüşmelerine kadar hayatın her alanına yaygın bu vergi türünün genişletilmesinin asıl nedeni depreme dayanıklı yapılaşmanın gerçekleştirilmesiydi. Ancak unutulanların coğrafyasında bu ayrıntı da kayboldu. Bugün depreme dayanıklılıkla ilgili yeterli bir envanter çalışmasından bile yoksun olduğumuz ortada. Kerpiç evlere göz yuman ülke yönetimlerinin mahkum oldukları yağma zincirinden, toplumun genel refah düzeyini artırıcı yaklaşımlara, gerçeğe zincirlenme zamanı gelmiştir. Nispeten konforlu sınıfların da birarada yaşadıkları aynı ülkeyi paylaştıkları insanların en küçük sarsıntıda hayatlarını kaybedecekleri bir ortamı hiç istemeyeceklerini tahmin etmek zor değil. Deprem sonrası " yaraların sarılması" çabalarının yaraların oluşmamasını sağlayacak tedbirlere kayması için bu konforlu kesimler duyarlılığının harekete geçirilmesi gerekli.
Yerelden genele ülkeyi yönetenlerden kimse otoriter olmalarını, insanları zorla kalkındırmaya çalışmalarını beklememeli. Gelişen dünyanın yönetsel yaklaşımı "yönetişim" kavramı çerçevesinde yerel ve genel düzeyde fakat özellikle yerel düzeyde kararlardan etkilenenlerin karar alma süreçlerine yaygın katılımının sağlanmasına yönelik çabaların içtenlikle sürdürülmesi önemli katkı sağlayacaktır. Yerelde güç odaklarının, mafyayı anıştıran yapılanmaların yönetsel mekanizmaya etkisini önlemek için yönetişim kavramı "iyi yönetişim" kavramı ile ikame edilmiştir. Türkiye gelişmiş dünyanın yakaladığı hiyerarşik olmayan, vatandaş odaklı, toplumun geniş kesimlerinin katılımının sağlandığı karar alma mekanizmalarına yeterince kavuşturulamamıştır. İyi yönetişim maksimum katılımı, toplumsal kesimlerin birbirleri ile etkileşerek kararlara ulaşımı vurgularını taşıyan bir yönetsel yaklaşım olarak mevcut yönetsel yapımızda köklü, paradigmatik bir dönüşümle ulaşabileceğimiz bir aşamadır. Bütün paradigmatik değişiklikler gibi bu sürecin de hızlı bir şekilde kat edilebilmesi için bütüncül perspektifler gerekir. Bu bütüncül perspektiflerin geliştirilmesi, aile hayatından okula, çalışma ilişkilerinden ikili ilişkilere kadar yaygın, hayatın bütününü kapsayan, iletişimi, etkileşimi önceleyen yaklaşımların yaygınlaştırılması biçiminde özetlenebilir. İyi yönetişim yerele önerdiğimiz bir sistem olmakla birlikte kavramın yayılma noktası aslında küresel etkin kuruluşların kadroları ve bu kadroları dolduran kişilerin çizdiği profille belirmiştir. Çorabı delik Dünya Bankası Başkanı gazetelerin ilk sayfalarından verildiğinde bir ayıplama ünlemi okunuyorsa insanların yüzlerinden, IMF Türkiye Masası Şefi hatırlanacağı üzere üç ay arayla Türkiye'ye geldiğinde en büyük gazetelerde "üç ay sonra aynı tişörtle geldi" başlığı yine benzer bir ifade yerleştiriyorsa yurdum insanının yüzüne; bu algıların, bu algı seçiciliğinin büyük bir restorasyonunu nasıl yapabiliriz sorusunu yanıtlamak gerekiyor önce.
Sonuç olarak eğer bu çağda hala insanlarınızı toprak yapıların altında kalmaya mahkum ediyorsanız bu durum, hem siz yönetenlerin hem de göreli olarak konforlu hayat sürenlerin de mahkumiyetidir. Bu mahkumiyeti kırma çabasının gösterilebilmesi için önce sorunun ya da sorunların ortaya konması gerekir. Yurtdışına gidip gelenler dünyanın gelişmiş ülke şehirlerinde merkezi semtlerde Türkiye reklamları görürler büyük duvarlarda. O duvarlara önem verdiğimiz kadar vatandaşlarımızın toprak damlarına, en küçük sarsıntıda altında kalıp acı bir şekilde can verdikleri kerpiç duvarlara da önem versek artık. Ve bu önemsemeyi derinden, kentseli de kırsalı da dönüştürerek, algılarımızı, yerleşik yönetsel kalıplarımızı değiştirerek gerçekleştirsek…