Dövizle borçlanma ve kurtarma çağrısından yükselen ahlaki tehdit
Doç.Dr. Mustafa YILDIRAN / Akdeniz Ü. İİBF
Türkiye’de en çok tartışılan ekonomik kriz unsuru, reel sektör döviz borçlarıdır. Tartışmalarda öne çıkan konu, reel sektörün dövize bağlı borçlarının dövizdeki değer artışı ile birlikte bir döviz krizine yol açabileceği kaygısıdır. Asya krizi, 1994 ve 2001 Türkiye krizlerinin verdiği tecrübeyle bu tartışma ekonomide büyük kaygılara yol açması açsından son derece haklı. Fakat bu tartışma çok yüzeysel olarak yapılmaktadır. Konuyu açmak için aşağıdaki soruların cevaplandırılması gerekir:
1) Türkiye’de dövizle borçlanma gerçekten büyük risk oluşturmakta mıdır?
2) Şirket bilançolarında kur nedeniyle oluşabilecek zararlar ekonomik çöküşün habercisi midir?
3) En önemli soru budur: Devlet yüksek dövizli borçlar nedeniyle çökebilecek şirketleri kurtarmalı mıdır? Ya da sübvanse etmeli midir?
İlk soruya dair verilebilecek tek cevap, Türkiye’de dövizle borçlanmanın boyutları ekonomiyi kısa dönemde tehdit etmese de, uzun vadede kur artışları devam ederse ekonomik bir tehdittir. Türk reel sektörünün dövize bağlı borçlarını izleyebileceğimiz tek kaynak, Merkez Bankası verileridir. TCMB verilerine göre reel sektörün Haziran 2015 itibariyle yükümlülüklerinin toplamı, 283.7 milyar dolardır. Bu borçların yüzde 61’i nakdi döviz kredilerinden oluşmaktadır. Dövizle borçlanmada önemli olan borçlanmanın miktarından dövizde meydana gelebilecek ani artışlar nedeniyle vadesi bitmiş yükümlülüklerdir. Vadesi bitmiş yükümlülüklerin de kısa vadede ekonomik bir tehdit olabilmesi için karşılığında reel sektörün döviz varlıklarının bulunmaması gerekir. Merkez Bankası verilerine göre, reel sektörün döviz varlıkları ise 107.5 milyar dolardır. Yani karşılanmayan döviz yükümlülükleri 176 milyar dolardır. Türkiye’de dövizde risk oluşturan ekonomik büyüklük budur. Fakat ani kriz olmasına neden olacak faktör ise, kısa dönemli döviz açığıdır. Türk işletmelerinin 2015 Haziran ayı itibariyle kısa dönemli döviz varlıkları 83.5 milyar dolar, yükümlülükleri ise, 75.7 milyar dolar, yani 7.8 milyar dolar fazlalık var. Yani firmalar kısa dönemde döviz fazlası nedeniyle zarar etmeyeceği gibi, kâr bile edebilir. Özetle kısa dönemde firmaların döviz kaynaklı nakit açığı yerine fazlası var.
Şirket bilançolarındaki kur riskinden oluşan kayıplar Türkiye’de yeni bir ekonomik felaketin öncü göstergesi olarak kabul etmek, kolay değil. Bunun iki temel nedeni bulunmaktadır. Türkiye’de reel sektör bilançoları tam bir şeffaflık unsuru olarak hazırlanmamaktadır. Çünkü şirketlerimizin bağlı olduğu yurtdışı firmaları bilmiyoruz. Yerli işletmeler, yurtdışındaki firmaları transfer fiyatlandırması ve maliyet / kâr aktarma operasyonları için araç olarak kullanmaktadır. Batıdaki firmalarla olan ilişkilerde veriler sağlanabilse bile, Orta Asya ve Ortadoğu bağlantılı firmalar karşı ülkelerde gelişmiş bir muhasebe ve vergi sistemi olmaması nedeniyle kayıtdışılığın boyutları bilinmemektedir. Yani Türk firmalarının bilançodaki yükümlülüklerinin ne kadarının yurtdışındaki bağlantılı olduğu firmaların alacakları olduğu muhasebe sistemimizde bunu ölçen bir bilgi bulunmadığı için bilmiyoruz. Yine Merkez Bankası’nın Mayıs 2015 Finansal İstikrar Raporu’nda reel sektörün tespit edilen bilgi, 2014 yılında reel sektörün borçlanmayı dövizden TL’ye kaydırdığını göstermektedir. Bu durumda reel sektörün kısa dönemde dövizdeki artıştan etkilenmeyeceği söylenebilir. Fakat reel sektör için asıl darbe Türk bankacılık sektöründeki faiz artışından gelecektir. Çünkü bankaların yurtdışından borçlanması Türkiye’nin siyasi riskinden dolayı artan risk puanı ve yüzde 30’dan fazla değerlenen dövizle borçlanmanın maliyetinin yüksekliği nedeniyle zorlaşmaktadır. Bu durum mutlaka reel sektöre yansıyacaktır. Bir yıllık vadelerde bu risk, ekonomik bir tehdit olmasa da, artan siyasi belirsizlik ortamı reel sektörü tehdit etmeye devam edecektir.
Esas olan ise, üçüncü soruya verilecek cevapta gizlidir. Türkiye’de reel sektör yüzde 30’dan fazla oluşan kur kayıpları nedeniyle kamu tarafından desteklenmeli midir? Veya kur nedeniyle oluşacak zararları sübvanse edilmeli midir? Bunun cevabı çok nettir. Reel sektör firmalarına bütçeden herhangi bir para aktarılmamalıdır veya dövizle borçlanmadan oluşan riskleri kamu bütçesi tarafından finanse edilmemelidir. Çünkü 2004 ile 2011 arasında firmalar değerli Türk Lirası nedeniyle borçlanmalarını dövizle yaparak maliyetlerini düşürdü. Aynı zamanda firmalar, yurtdışından Türkiye’ye düşük maliyetle soktuğu mali kaynaklarla Türkiye’de çok büyük yatırımlar yaptı. Sadece imalat sektörünün net sabit sermaye yatırımlarının değeri 285 milyar TL. Aynı zamanda bu değer halen 1998 endeksi üzerinden hesaplandığı için aslında birkaç kat daha fazla değerli bir yatırım. Çok net bir şekilde söylemek gerekirse, firmalar yatırımlarını artırdı ve servet sahibi oldu. Şimdi arzulanan şey, bu servetin kaybolmaması için Türkiye’nin kamu bütçesinden özel sektöre para transfer edilmesi. Buna iktisatta “ahlaki tehdit / moral hazard)” denir. Yani özel kararları ile iflasa neden olanların kamu bütçesinden ayrılan kaynaklarla kurtarılması gelenek haline gelir. Kurtarma beklentisi gelenek haline gelince, iflas edinceye kadar yanlış karar veren, bireyler, firmalar, bankalar yani tüm ekonomik birimler nasıl olsa kurtarılacak diye bütün riskleri alırlar. O zaman kamu yöneticilerinin kararıyla, kötü yönetilen ve yanlış kararlar veren ekonomik birimlerin kurtarılmasına ahlaki riziko denir. Eğer kamu kaynakları bireyleri ve firmaları kurtarmak için kullanılırsa, toplumun hakları bireylere aktarıldığı için ekonomik haksızlık söz konusu olacaktır.
Net bir şey söyleyerek toparlarsam, Türkiye’de dövizle borçlanma giderek artan bir şekilde firmaları sıkıştırmakla birlikte, kamunun bu firmaların riskini üstlenmesi ekonomik bir ahlaksızlıktır. Hatta biraz daha açarsam, işçi, memur, esnaf, çalışan, emekli vs. bütün ülkeye ait bütçe kaynakları, ‘basiretli davranma zorunluluğu olan ve on yıl boyunca para kazanan firmalara verilmemedir. Bunun yerine siyaset mekanizması, siyasi belirsizlikleri kaldırarak, güven inşa etmelidir. Türk reel sektörü de önünü görerek güvenle piyasa içinde çalışmalıdır. Kamu, firma, ekonomi, hukuk, birey kim veya ne olursa olsun önemli olan Semiha Ayverdi’nin söylediği gibi, “İnsanların korkması icap eden en büyük felaket, kötü ahlaktır.”