Büyüyen bankayı zapt etmeye çalışıyoruz

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, krizin en sıcak döneminde dahil ekonomiye olan desteklerini kesintisiz sürdürdüklerini belirterek, tavsiye edilen kredi büyümesinin içinde kalma gayreti ile hareket ettiklerini söyledi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ece CEYHUN

İSTANBUL - Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, "Sağlıklı büyüyüp giden bir bankayı zapt etmeye çalışıyoruz" dedi. Bali, tavsiye edilen yüzde 25 kredi büyümesinin içinde kalmaya çalıştıklarını belirterek,  "2011'in içerisinde özellikle 2010'un son çeyreğinden itibaren başlayan biraz da yavaşlatıcı yöndeki tedbirler bizim hızımızı kesmemiş olsaydı çok daha farklı olurdu. Meslek hayatımda belki de son defa olur, ne kadar yavaşlatabildik diye bakıyoruz" diye konuştu.

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, banka ve sektördeki gelişmelerle, ekonomideki son durumu değerlendirdi.   Bali, İş Bankası'nın 2008 yılının başından bu yana özellikle ticari segmentte çok hızlı bir büyüme gerçekleştirdiğinin altını çizerek, "Örneğin ticari krediler tarafında 54 milyar liralık bir hacimle bizden sonraki bankanın 4 milyar TL üzerindeyiz. Diğer iki büyük banka ile fark ise 12.5 milyar TL. Bu, o dönemde alınmış pozisyonlardır. 2008'in son çeyreğinde Lehman Brothers'ın batışı dâhil krizin en yoğunlaştığı ve 2009'un ilk çeyreğinde ekonominin hızla daraldığı hatta nereye doğru gittiğinin bilinmediği dönemde İş Bankası'nın kredi performansı diğer oyunculara göre çok yüksekti. Çünkü 'line'larımızı kapatmadık ve taahhüdümüzü koruyarak devam ettik" değerlendirmesinde bulundu.

O günkü ivmenin bugüne kadar geldiğini söyleyen Bali, "Eğer 2011'in içerisinde özellikle 2010'un son çeyreğinden itibaren başlayan biraz da yavaşlatıcı yöndeki tedbirler bizim hızımızı kesmemiş olsaydı çok daha farklı olurdu. Ben toplantılarda şöyle bir benzetme yapıyorum. Adeta bankayı zapt etmeye çalışıyoruz. Sağlıklı büyüyüp giden bir bankayı zapt etmeye çalışıyoruz. Tavsiye edilen kredi büyümesinin içinde kalma gayreti ile hareket ediyoruz.  Meslek hayatımda belki de son defa olur, ne kadar yavaşlatabildik diye bakıyoruz. Oysa yaptığımız işlerin de sağlıklı olduğuna çok inanıyoruz. Onun için genel konjonktür ile ivmemiz arasında bir çelişki var görünüyor. Ama ortamın normalleştiği her noktada şu andaki iş yapma tarzımızın çok önemli sonuçlar alacağını düşünüyorum" ifadelerini kullandı.

Türkiye gibi bir ekonomide kuralların uygulama detaylarının da nasıl değerlendirileceği hususlarının açık bırakılmaması gerektiğini de kaydeden Bali, "Bu önünü görerek yönetme anlamındadır. Bu tür belirsizliklerle yılın son gününe kadar süreç gitmemelidir. Bunu şu açıdan önemsiyorum. Yarın bir resesyon riskine dair alınması gereken bazı pozisyonlar var ise biz bunu önceden bilmeliyiz ki ona göre politikalarımızı ayarlayalım. Yoksa yılın son gününe gelindiğinde bu kez gereğinden fazla yavaşlamış bir ekonominin sorunlarını örneğin işsizliği, kapasite kullanım oranında bir düşüşü ya da  endüstriyel üretimi tartışıyor olursak 'keşke' demiş olmayalım. 'Birkaç ay evvel kredi musluklarına bir miktar yüklenseydik, iyi olurdu' demek zorunda kalmayalım. Merkez Bankası'nın sektördeki gelişmeleri çok daha kısa periyodlarla izleyerek, bu sürece ihtiyaç duyulduğu noktada bir belirginlik kazandıracağını tahmin ediyorum" diye konuştu.

İş Bankası olarak değer yaratmayan, karlılık yaratmayan, muhatapları için yoğun risk oluşturacak alanlardaki rekabetlere aynı dozda katılmamayı seçtiklerini de hatırlatan Adnan Bali, şöyle devam etti: "Örneğin bireysel bankacılığın satın alma gücü ve geri ödeme gücü ile yeterince desteklenmemiş olan, daha çok tüketimi teşvik eden alanlarındaki agresif rekabetlerde biz bilinçli olarak yer almadık. Sadece gereği ne kadar ise onu yaptık. Şimdi bu dönemde izleyeceğimiz politikalarla bireysel bankacılık, özel bankacılık, ve ticari bankacılıkta mevcut ivmeyi koruyarak gideceğiz. Orta vadede politikamızı, bugüne kadar olduğu gibi, yurt içi şube ağının genişletilmesi dağıtım ağının çeşitlendirilmesi ve buna yönelik yatırımların yapılması süreçlerimizin etkinleştirilmesi boyutunu da gözeterek yürütüyoruz."

Sadece enerjide taahhüdümüz 4.8 milyar dolar

Türkiye'de bankacılık sektörünün dalgalanmalar sırasında dahi tekil ya da konsorsiyumlar halinde yabancı bankaların ilgi göstermediği her projeye enerji başta olmak üzere destek verdiğine işaret eden Bali, İş Bankası'nın sadece enerji projelerinde taahhüdünün 4.8 milyar dolar olduğu bilgisini verdi. Sektörün proje finansmanında 2'li, 3'lü 4'lü konsorsiyumlarla bir araya gelerek neredeyse aynı bankanın elemanıymış gibi bir çalışma kültürü yaratacak şekilde hareket ettiğini de söyledi.

Kar azaldı ama önemli olan iş ortamının bozulmaması

İş Bankası'nın yılın ilk yarısında net karının 1 milyar 476 milyon TL düzeyinde olduğunu ve geçen yılın aynı dönemine göre karda sektöre paralel bir azalış yaşandığını kaydeden Bali, şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu geçen yıla göre yüzde 18 civarında bir azalışı ifade ediyor. Sektörde de kıyaslanabileceğimiz örneklere baktığımızda benzer bir gerileme olduğunu görüyoruz. Net faiz marjı 2010'un başlarındaki 5.5'lerin üzerindeki seviyelerinden 4'lerin altına 3.5 seviyelerine gerilemiş durumda. Özkaynak karlılığı daralmış durumda. Bunlar karlılık açısından bankacılık sektörünün karşı karşıya kaldığı durumlar. Fakat hep söyleye geldiğimiz şu önemli olan uzun dönemli istikrar içerisinde işinizi yapabilme imkânlarının bozulmaması. Kar farklı zamanlarda, farklı sektörlerde şu veya bu sebeplerle farklı düzeylerde oluşabilir. Zaten iş hayatındaki süreçleri yönetmekte odur. Her zaman sizin arzu ettiğiniz gibi olmak durumunda değil. Kimsenin bunu sağlamak gibi bir fonksiyonu da yok."

Büyüyen ekonomi sıfır toplamlı bir oyun değildir

Kamuoyunda 'kar' ve 'karlılık' konuşulurken bazı noktalara dikkat etmek gerektiğini aktaran Bali, "Çoğu kez bu konular konuşulurken birinin karını mutlaka başka birinin zararı sanmak gibi bir noktaya geliniyor. Hâlbuki ekonomi büyüyorsa oyun sıfır toplamlı değildir. Bankacılık sisteminin kazanıyor olması mutlaka birilerinin kaybettiği anlamına gelmiyor. Bizim kredi kullandırdığımız ve bu suretle kar ettiğimiz müşterimiz de elde ettiği fonlarla kendi yeteneklerini ve know how'ını kullanarak kendi karlılığını yaratıyor. Dolayısıyla biz sıfır toplamlı bir oyunun içerisinde birbirimizden kazanç transfer ediyor değiliz. Onun için bu tür yorumlarda dikkatli olmak lazım. Türk bankacılık sisteminin karı kurayla isabet etmiş değil. Bankacılık sistemi şu anda birikmiş tecrübesi, teknolojik alt yapısı düşünüldüğünde kanaatimce imrenilecek düzeyde" dedi.

Merkez'in yaklaşımının değerini bütün oyuncular anladı

Ekonomideki gelişmeleri de değerlendiren Bali, Türkiye ve dünya ekonomisinin çok değişken bir konjonktürün içinden geçtiğini belirtti. Bali, bundan yaklaşık 6 ay önceki konjonktürün hızlı kredi büyümesinin getirdiği aşırı ısınma tehlikesi, hızlı cari açık büyümesi ve gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki büyüme ayrışmasına işaret ettiğini anlatarak "Merkez Bankası o dönemde farklı politikalarla bir yandan düşük faiz politikası ile hızlı sermaye girişini kontrol etmek, bir miktar Türk Lirası'nın aşırı değerlenmesi  ve  onun cari açıkla olan bağını zayıflatmak gibi bir politika güttü. Ama bu aynı zamanda yurt içindeki hızlı kredi büyümesi ve cari açığın tekrar o yolla desteklenmesi gibi bir riski ithal etmek bakımından da olumsuz etki yapıyordu. O nedenle faiz dışı araçlara fazla yüklenmek zorunda kalan bir politika seçildi. Bu bankacılık sistemi üzerinde gerek fonlama, gerek plase edilebilir kaynağın azalması, gerekse de faiz uygulamasının sona erdirilmesi nedeniyle karlılık bakımından oldukça büyük etkiler yaptı. Bunun temelinde Merkez Bankası'nın finansal istikrar kavramını fiyat istikrarının önüne koyan bir yaklaşımı vardı ki; zaman içerisinde bunun değerli olduğunu bütün oyuncular piyasa aktörleri anlar hale geldiler" değerlendirmesinde bulundu.

Para politikaları tamamen likiditeyi destekler yönde

Bali, başından beri bu politikalar açısından benzer yönde bakışları olduğunu ifade ettiklerini de hatırlatarak şöyle devam etti: "Yılın ikinci yarısına geldiğimizde bir değişiklik gördük. O da özellikle Avrupa ülkelerinde baş gösteren borçlanmaya ilişkin ciddi sorunlar ve ABD'deki borç tavanına ilişkin tartışmalar sırasında not indiriminin gündeme gelmesi finansal piyasalarda çok daha dalgalanmaya açık, volatil bir dönem başlattı. Bu defa Merkez Bankası özellikle Avrupa ekonomileri olmak üzere oradan kaynaklanan sorunların yurt içi ekonomide bir resesyon riski yaratması olgusuna daha fazla ağırlık verir hale geldi. Diğer taraftan yine Merkez Bankası ölçülü faiz indirimini hızlı bir para girişine konu olsun diye değil, ekonomilerdeki genel resesyon riskine karşılık yaptı. Bu bir miktar önceki politika karışımının ayar görmesini gerektiriyor. Şu anda o anlamda bakıldığında yılın ilk dönemi için geçerli yüzde 25 kredi sınırının aynı oranda öncelik taşımadığı görünüyor. Şimdi bu noktada bankacılık sistemine yönelik de mümkün olduğu kadar bu politikaların yarattığı bazı komplikasyonları gidermek üzere örneğin yabancı para zorunlu karşılıklarda belirli iyileştirmeler yaptılar. Yapılan döviz alım ihaleleri yerine bu defa döviz satım ihaleleri yaparak sistemi yabancı para açısından desteklediler. Aslında bütün politikanın likiditeye dönük önlemler olduğunu söylemek yanlış olmaz."

Merkez Bankası'nın sistemi şimdiye kadar başarılı ve proaktif bir şekilde yönettiğini düşünen Bali nitekim, bir dönem eleştirilen para otoritesinin adımlarının diğer gelişmekte olan ülke merkez bankaları tarafından da takip edilmesinin ardından bu söylemlerinde son bulduğuna dikkat çekti.

Büyüme hızı yavaşlayacak

Türkiye ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde yüzde 11.6, ikinci çeyreğinde de yüzde 8.8 büyüdüğüne değinen Adnan Bali, "Büyüme rakamları birinci çeyrekten sonra ikinci çeyrekte de kuvvetli gelmiş durumda ama diğer taraftan yavaşlama eğilimlerini de görüyoruz ki bunun yanlış da olmayacağını düşünüyorum. Ben bu manada Türkiye ekonomisinin kendi büyüme potansiyeline yakınsayan böylelikle de diğer makro ekonomik indikatörlerde de komplikasyonlar yaratmayan bir büyüme seviyesine yakınsayacağını öngörüyorum. Bununda bu konjonktürde sağlıklı bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Bankacılık sistemi de böyle bir tabloda kendi üzerine düşeni ilave riskler yaratmaksızın ekonominin bazına paralel rolünü iyi oynamak durumunda" diye konuştu.

Kaldıraç kullanmayan ekonomi olmamanın faydasını gördük

Bali, Merkez Bankası'nın gelişmiş ülkelerdeki krizlerin yoğunlaşması ve borç sorunları dahil problemlerin derinleşmesi halinde bütün para politikası enstrümanlarını genişleme yönünde kullanabileceğini çok açık bir şekilde ifade ettiğini de belirtirken "Burada etkilenim budur işte" dedi. Ülkelerde yaşanan problemlerin, reel ekonomi-şirketler kanalıyla bankacılık sektörüne olası etkileri noktasında ise Bali şu değerlendirmeyi yaptı: "Bizi büyük ölçüde şu ana kadar koruyan tablo kaldıraç kullanmamış bir ekonomiye sahip olmamız. Hele kamu kesimi açısından bakarsanız bizim GSYİH içerisinde borçlanma rasyomuz Maastricht kriterinin, ki çekirdek üyeler dahi ciddi şekilde aşmışken, açık ara altında. Yine bankacılık sisteminin aktifleri, bilanço büyüklüğü, değişik kredi türleri itibariyle bakıldığında da aynı olduğunu görüyoruz. Sonuçta az kaldıraç kullanan bir ekonomi olmamız bizi bugüne kadar korudu. Olağan dönemlerde çok olumlu istatistikler anlamına gelmez aslında kaldıraç kullanmamamız ama böyle olumsuz dönemde de koruyucu bir işlev görüyor. O bakımdan önümüzdeki dönemde yine sorunların düzeyine bağlı olarak az kaldıraç kullanmış olma halimizin önemli olduğunu düşünüyorum. Bankacılık sisteminin sağlamlığının da önemli olduğunu düşünüyorum."

Bankacılık sektörü gelen şokları absorbe ediyor

Bankaların öz kaynaklarının güçlü olduğunu dolayısıyla finans sisteminin oluşan problemlerin yaygın etkilerinden ekonomiye koruma sağladığını anlatan Bali, "Zayıf bir finans sistemi gelen şokları absorbe edemez, döner yansıtır. Yansıtırken de kendi bünyesinden daha kuvvetli olmayan bünyelerin tamamında geri dönülmez tahribatlara yol açar. Güçlü bir finans sistemi ise tam tersine bugün yaşanmakta olduğu gibi, bünyelerin aldığı yaraların tedavi edilmesine katkıda bulunacak fonksiyon görür. Kredi yapılandırmaları ile yapar, ödemelerde esneklik sağlayarak yapar, ilave kredi konusunda, işletme sermayesi ihtiyacını karşılama konusunda atak politikalar izleyerek yapar. Nitekim şu anda da bu oluyor. Finans sisteminin sağlamlığının ve az kaldıraç kullanmış ekonomik yapının faydasını gördüğümüzü düşünüyorum" ifadelerini kullandı.

Cari açığın alt kırılımlarına iyi bakmak lazım

Bali, Türkiye ekonomisi ile ilgili tartışmaların cari açığın etrafında döndüğünü aktararak cari açığın alt kırılımlarına iyi bakılması gerektiğinin altını çizdi. Cari açık sorununun Türkiye ekonomisi için yapısal bir karakteristik olduğunu dolayısıyla çözümünün de yapısal önlemlerden geçtiğini anlatan Bali şöyle devam etti: "Özellikle sanayileşme politikası, tedarik üretim ve ihracat zincirinin bütüncül ele alınması yönündeki çabalar bence önemli ve değerli . Şu anda da o yapılmaya çalışılıyor. Bir yandan da belli bir seviyede yükselmiş olan kur, cari açığı tedavi edici etkiler yapacaktır. İthalatın içerisinde, büyümeden kaynaklanan, özellikle yüzde 85'lerin altında olmayan, ara ve yatırım mallarının payı aslında açık kavramıyla tam özdeşleşmeyen bir tabloyu ortaya koyuyor. Kim finanse etmiştir bu ara ve yatırım malları ithalatını; bankacılık sistemi. Bankacılık sisteminin kredi verme performansı ortada. Tahsili gecikmiş alacak rasyoları açısından bakıldığında bunun yaratabileceği komplikasyonların minimum düzeyde olduğunu veriler gösteriyor. Onun için tartışırken açık rakamını tek defada tüketip, finansmanının yenilenip yenilenemeyeceği tartışmasına indirgemek bütün ithalat kalemlerini cari açığın kendisini de bu anlamda açık olarak görmek bana göre doğru değil."

Bazı ülkeler refah düzeyleri ile vedalaşmak istemiyor

Bugüne kadar borçlanma ile belli bir refah düzeyini ödünç almış ülkeler olduğunu ve bunlarında elde ettikleri bu refah düzeyi ile vedalaşmak istemediklerinin altını çizen Bali, "Türkiye'nin bir farkı var. Türkiye 2001 krizinde çok iyi hatırlayalım hem borçtan korkan bir ülke olarak hem de o dönemde girdiği bunalım, problem sonrasında günlük yaşamı dahil refahından ödün vermesi konusunda gereğini yapabilen bir ülke olduğunu gösterdi. Hatırlarsanız, İstanbul'da tersine göç başlamıştı. Belli aile yakınlıkları ya da başka yakınlıkları olanlar aynı evi paylaşır hale gelmişlerdi. Bugün batıda bu kadar ağır sorunlar karşısında asla böyle bir refahtan ödün verme ya da dayanışma ruhunu, kültürünü görmüyoruz. Ben Türkiye'nin alttaki önemli hava yastıklarından birisinin de bu olduğunu düşünüyorum. Reel bir sorununuz varsa reel çözümleriniz olmalı. Reel sorununuz ne? Borcun var, borçlarını ödeyemiyorsun. Borçlarını ne karşılığında kullandın. Refahını artırmak için kullandın. Çok basit matematikle refahını geri vereceksin. Olmadı, refahını geri vermiyorsan bu borçları ödeyemeyeceğin belli. İtibarını kaybedeceksin" dedi.

Bu denli yaygınlaşmış ve dünya ekonomisini bu kadar derinden etkileyen problemlerin yaşandığı ülkelerdeki gelişmeleri, 'bunun bizim üzerimizde etkisi olmaz' demenin gerçekçi olmadığını da kaydeden Bali, şu yorumda bulundu:

"Belli bir tansiyon aralığına kadar sağlıklı ve genç bünyeler dayanabilir ama o tansiyon aralığının üstüne çıkıldığında çok sağlıklı bir bünye ile de kaldıramayacağınız yüksek bir tansiyon vardır. Dolayısıyla burada önemli olan dışarıdaki problemin ne denli yoğunlaşacağı ve derinleşeceğidir."

 

Bu konularda ilginizi çekebilir