Bin müsibet, bir nasihat
Necdet Buzbaş / Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı
Kişisel yaşamımda gıda ve otomobil güvenirliği çok önem verdiğim iki konudur.Her ikisinde de güvenlik zafiyeti hayatınıza mal olabilir düşüncesiyle yaşarsınız bu nedenle seçiminizi itina ile yapmaya çalışırsınız.
Son aylarda, otomobil şirketlerinin medyada bolca geri çağırma haberleri dikkat çekmeye başladı.Gün geçmiyor ki bir otomobil firması şu veya bu nedenle geri çağırma yapmasın.Geçen yıl araçlarındaki gaz pedalı sorunu nedeniyle 8 milyon aracını geri çağıran ve sekiz modelinin üretimini durduran maruf Japon firmasını ise ayrı değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Bu firma, ilk versiyonunu 1997 yılında ürettiği ve Japonya'nın en çok satılan araçlarından biri olan hibrid araçlarında da fren sistemindeki sorun nedeniyle on iki yıl sonra şikayetler aldığını belirtiyor.
Yine Japonya'dan bir başka ünlü otomobil üreticisi firma, 437 bin 763 aracını airbaglerinde sorun olduğu gerekçesiyle geri çağırdıklarını açıklıyor.Biri ölümlü olmak üzere 12 kazanın yaşandığı, Kasım 2008 - Temmuz 2009 döneminde yani dokuz ay içinde 514 bin 355 aracın geri çağrıldığı bilgisini de ilave etmekten geri kalmıyor.
Hakça değerlendirme olması açısından diğer şirketlerin ne yaptığını merak ediyor insan! Onların da bu modaya uyduklarını söylemek çok yanlış olmaz ama sayılar düşük, dikkat çekmiyor.Örneğin, Güney Koreli bir otomobil üreticisi, 17 Eylül - 6 Aralık 2009 tarihleri aralığında ürettiği araçlarının 46 bin adetini Güney Kore'de, 1300 adedini de ABD piyasalarından geri çağırıyor.
Geriye dönük değerlendirme yaptığımızda, son yirmi yılda tüm dünyada 105 milyon adet aracın geri çağrıldığını görüyoruz.Örneğin geçmiş beş yılda geri çağırılan toplam araç sayısı 66 milyon, bu sayının içinde 7 kez ABD'li otomobil üreticileri, iki kez Alman otomobil üreticileri de yer alıyor ancak bir defada 8 milyon aracını geri çağıran bir otomotiv şirketi yok.
Akla takılan önemli soru, çok güvendiğimiz Japon toplam kalite sistemine ne olduğu? Hatırlarsınız meşhur hikaye… O zaman ki CEO'ları, “benim fabrikamdan hatalı ürün çıkmaz, en son noktada güvenlik onu yakalar” demişti.
Yıl İkinci Dünya Savaşı yılları; yokluk, kıtlık…Ne üretilirse satılan yıllar, üretim az talep yoğun.Takip eden yıllar hızla yol alıyor, üretici sayısı artıyor, tüketicilerin tercih kullanmaya başladığı ve seçici olduğu yıllar geliyor.Özellikle dünyanın en bilinçli tüketicileri, satın alacakları ürünlerde güvenirlik ve kalite gibi özellikler talep etmeye başlar oluyorlar.
1980'li yıllar kalite yılları olarak adını yazdırıyor, şirketler rekabet üstünlüklerini kalite üzerine yoğunlaştırıyorlar.Tüketici bu durumdan yarar sağlarken, şirketler arasında “Kalite Savaşları” diye adlandırılacak kıyasıya rekabet yaşanıyor.
Kalite Savaşı, Japonya'nın batı pazarlarına hücumu ile başlıyor, Uzak Doğu'dan Hong Kong, Singapur, G.Kore ve Taiwan'da bu savaşta yerini alarak bir çok üründe ABD'ye ve Avrupa Birliği firmalarına meydan okuyorlar.
Pazar kayıpları dikkat çeker boyutlara vardığında Amerikan otomobil firmaları Japon Kalite Rönesansı'nın başarısının sebeplerini araştırmaya başlıyorlar.Görülüyor ki, II.Dünya Savaşı sonrası Amerika'daki malzeme fabrikalarında uygulanan ve Walter Shewhart'ın öncüsü olduğu istatistiksel kalite kontrol, vatandaşları W.Edward Deming ve J.M.Juran tarafından Japonya'ya taşınmış.
General Motors ve Ford gibi Amerikan Otomotiv firmaları da, operasyonların tüm süreçlerinin sürekli izlenmesi, kontrol edilmesi ve iyileştirilmesi yönünde yönetim felsefelerini değiştirmeye başlıyorlar.Tedarikçilerden de kalite sistemi kurmalarını talep ederek otomotiv yan sanayinin kalitelerini geliştirmelerine katkıda bulunuyorlar.
Ancak aradaki geç kalışın açığını kapatamadıklarından olsa gerek, Dünya'nın en çok otomobil satan firma unvanını bir defada 8 milyon araç geri çağıran maruf Japon firmasına elleriyle sunuyorlar.
Toplam kalite sistemi, sıfır hatalı üretim gibi uygulamalarla yönetim literatürüne geçmiş bir Japon otomotiv firmasının 8 milyon aracını bir defada geri çağırması eskilerin deyişiyle vakka-ı adiyeden kabul edilmez, önemsenmeli ve derinliğine irdelenmelidir.
ABD'de Kongre'de yapılan soruşturmada, bahse konu firma Başkanı'nın özür dilemesi, şeref sözü vermesi ve 16.4 milyon dolar ceza ödemeye razı olması, toplam kalite anlayışının aldığı yara yanında bir hiçtir, sözü bile edilemez.
ABD Kongresi'nin bu cezaya karar verirken yaptığı soruşturmada saptadığı bulgulara bir göz atmakta yarar görüyorum.Otomotiv firması çalışanları, üç yıldır araç güvenirliğini tehdit eden sıkıntılar konusunda yönetimi uyardıklarını, yeni araçların tasarımlarına yeterince zaman ayrılmadığını ve tasarımcıların performanslarında gözle görülür bir düşüş yaşandığını belirtiyorlar.Ayrıca çalışanlar, tüm önemli üretim süreçlerinin amatörlerin (acemiler demekten sakınmış olmalılar!) eline bırakıldığı konusunda şikayetçi olduklarının altını çiziyorlar.
Görülüyor ki, toplam kalite anlayışının odağında yer alan çalışanlar yok görülmüş, ihmal edilmiş.Süreçler ya ehliyetsiz kişilere veya yüklenicilere ihale edilmiş.Sanılmış ki sistem her işi sürdürebilir.İnsansız sistemin bir iş göremeyeceği kaygısızca atlanmış.
Ne uğruna? Rekabetçi olup en çok satan şöhretini ele geçirme uğruna…Böyle düşünmenin bile kalitesizlik olduğunu görmezlikten gelerek.Bir de modaya uymak var!
Sözünü ettiğim moda, Marka'nın her şeyin önüne geçeceği varsayımı.Hatta o denli ileriye götürülüyor ki “Kalite departmanınızı kapatın, Marka departmanını açın” diyen aklı evvel yönetim guruları bile var.Aslında böyle söylevler de modadır kısa ömürlü ve para gözlüdür.
Genç sanayimiz için kalite olmazsa olmazdır, kalitesiz marka oluşturulamaz.Aman dikkat edelim söylevlerin çekiciliğine kapılarak Dimyat'a Markaya giderken evdeki kaliteden olmayalım…Sonra dövünür dururuz.