Ben yaşadıkça imalatı bırakmam
Ayakkabı üretiminde bir duayen Fehim Akar. Elle markasının yaratıcısı. Şimdilerde oğlu şirketin genel müdürü ve ona "Baba imalatı bırakalım" diyor ancak Akar hep aynı yanıtı veriyor: “Ben yaşadıkça imalatı bırakmam."
Ayakkabı ithalatına geçen yaz gelen ek vergi, imalatta bir canlanma yarattı. “Evet, vergi gerçekten de etkili olmaya başladı” diyor Fehim Akar. O, ayakkabı imalatında duayen isimlerden biri. 1970’lerde Laleli’de ayakkabı satarak başladığı iş hayatında, 1978 yılında Rumeli Caddesi’ndeki ünlü Elle mağazasını kurarak bir köşe taşı oldu. Daha sonra ise imalata başladı. Bugün mağazalarında sattığı ayakkabıların yüzde 15’ini kendisi üretiyor, geri kalanı modelleri kendileri vermek üzere seçtikleri atölyelerde yaptırıyor. “Şirketi benden bile daha büyük bir adanmışlıkla yönetiyor” dediği oğlu, bugün genel müdür koltuğunda. Ona “Maliyetler belli, imalattan çıkalım” diyor ama Fehim Akar hep aynı yanıtı veriyor: “Ben yaşadıkça imalatı bırakmam. Ayakkabının ruhu vardır ve bu ruhu en iyi kendi ürettiğiniz ayakkabıda yakalarsınız.” Sektörde yerli üreticinin satışlarında ciddi bir canlanma var. Elle’de yılın ilk çeyreğinde satışlarda yüzde 40 artış olmuş. Akar önümüzdeki aylardan da çok umutlu.
Zenne mi merdane mi satacaksın diye sordular
Fehim Akar, Türkiye’ye çok küçük yaşta Yugoslavya’dan göçmüş bir ailenin çocuğu. “Belki itfaiyeci olurum derdim ama ayakkabıcı asla. Hiç bilmediğim bir işti ama hayat insanları bir yerlere getiriyor.” Gençliğinde ayakkabı satmaya karar vermiş ve yeni bir şehri, yeni bir dili ve yeni bir işi bir arada öğrenmiş. Hatta Laleli’ye ilk gittiğinde ve ayakkabı satacağını söylediğinde ona sorulan soruyu, ve o sorudan hiçbir şey anlamadığını bugünmüş gibi hatırlıyor: “’Zenne mi merdane mi satacaksın’ dediler, o an öyle kalakaldım hiç bilmiyorum ne demek...”
Ama daha sonra her geçen gün ayakkabıyla arasında farklı bir bağ oluşmuş. 1 ay sonra İtalya’ya gitmiş, o ülkede ne yapılıyor, nasıl yapılıyor incelemiş. Daha sonra sık sık ayakkabının mabedi olan bu ülkeye seyahatler gerçekleştirmiş. 1978 yılında Elle markasını yaratan Fehim Akar, bugün sektörde saygın üreticilerden biri. “Bizi biz yapan ne oldu diye kendime sorduğumda ‘kendim gibi davrandım, kendim ne istiyorum, yaşam biçimim nasılsa, ne seviyorsam tüm insanlar bunu sevecekmiş gibi davrandım ve bunda da çok başarılı oldum’ diyorum.”
Yüksek topuklu ayakkabı satılırken ‘neden olmasın’ dedim
Fehim Akar’ın hikayesinde, pek çok başarı hikayesinde satır arasından kendini gösteren ‘kalıpları kıran farklı bakış açısı’ var... 1970’ler kadınlarda çok yüksek topuklu ayakkabıların üretildiği ve giyildiği bir dönem. Alçak topuklu ayakkabı ne yapılıyor ne de giyiliyor. Oysa Akar, daha tempolu hayata uyan alçak topuklu kadın ayakkabılarının da çok şık olabileceğine inanıyor: “Neden olmasın dedim ve fantazi denilen ayakkabının topuklarını giderek düşürdüm ve düşürdükçe de satışlar arttı.”
Fehim Akar mağazacılıktan elde ettiği gelirle imalata da girmiş ve işler geliştikçe ayakkabıya karşı bir tutku yaşamaya başlamış. Bunu da İtalyanlardan öğrenmiş: “Bir İtalyan markasının patronu ile oturuyoruz, ustası bir model getirdi, baktı ve ‘işe yaramaz’ diye attı... Baktım ayakkabı çok güzel. Peki niye böyle yaptı? Cevap verdi: “Ruh yok bu ayakkabıda...” Sonrasında ben hep ayakkabıda ruh aramaya başladım. O ruhu bulup işinise katamadığınız zaman, hangi işi yapıyorsanız yapın, o iş güzel olmaz...”
Sektörün en önemli sorunu kayıtdışı üretim ve kârsızlık
Fehim Akar, ayakkabıya aşkla bağlı ama iş hayatının zorlu gerçeklerini görmeyecek kadar değil. Nasıl olsun ki, yüksek vergiler, işgücü maliyetleri ve yükümlülükler toplam maliyetleri rekabet edemez noktaya getiriyor, bundan kayıtdışına kaçarak kurtulan pek çok rakip işleri içinden çıkılmaz boyuta taşıyor. Bu ortamın imalattan çıkmaya zorladığını ama bunu yapmamaya kararlı olduğunu söyleyen Akar şöyle anlatıyor: “Sektörün büyük bölümü kayıt dışı. Biz kesinlikle sigortasız işçi çalıştırmayız, kayıtsız faturasız tek bir ürün girmez buraya. Şimdi oğlum bana imalattan çıkmamızı söylüyor ama ben yaşadığım sürece imalattan çıkmayacak Elle. Günlük 800 çift üretme kapasitesi var üretim tesisimizin ama tam kapasite çalışamıyoruz çünkü üretimimiz ekonomik değil. Verilmesi gereken tüm hakları verdiğimiz için... Sektör ciddi bir karsızlık sorunu yaşıyor.”
Fehim Akar, kendilerinin zaten çok titiz oldukları denetimde bakanlığın son zehirli ayakkabı olayı sonrası denetimleri daha da arttırdığını vurguluyor. Vatandaşın bu noktada güvendiği markalardan alışveriş yaparak kendini koruyabileceğini belirten Akar, şöyle devam ediyor:
“Bir dönem Çin ayakkabısı tüm dünyayı fethetti. Tüm kapılar açıldı ve İtalya dahil bütün ülkeleri istila ettiler. Şimdi son bir iki yılda biraz dikkat edilmeye başlandı. Bakanlık son dönemde çok ciddi bakıyor olaya ve denetimler inanılmaz sıkılaştı. Bizim firmamıza giren her bir ayakkabı çok ciddi testlerden geçiyor. Ciddi bir sıkıntı yarattı çünkü ayakkabının denetimi çok zor, 18 ayrı malzeme giriyor içine...”
"Bu AVM'ye giremezsen istediğin AVM'de yer vermeyiz" diyorlar
“Biz ihracattan çok iç pazarda büyüyoruz. 30’u aştı mağaza sayımız. Ancak perakendeciliğin geleceğine baktığımda bazı kaygılarım da yok değil. AVM’lere baktığımızda biraz fazla, biraz kontrolsüz, açıkçası endişeliyim. Her köşede bir AVM olması... Ayakkabıda bu kadar yatırım yapacak kar da yok. Yılda 50- 100 mağaza açmak... Borçla büyüyerek olabiliyor ancak bu. Biz 2000’lere kadar en öndeki markayken ben hep ‘Aman’ dediğim için geride kalmış gibi olduk. Ama hala da diyorum, ‘Aman, kendi gücümüzü bilerek gidelim.’ Bir de sorun yaşanmaya başladı, bir AVM’ye girmek istiyorsan o bünyedeki başka bir AVM’ye de girmek zorundasın. Biz çok seçici olduğumuz için istediğimiz AVM’lere girememeye başladık. ‘Bu AVM’ye girmezsen sana istediğin AVM’de yer vermeyiz denilecek noktaya geldik. Bir iki yere çok istediğimiz halde giremedik.”
İtalya'da gece yarısı dünya çapında modelistlerle çok karşılaştım
“Vitrinlerden çok kovulduğum oldu. İtalya’da kızıyorlar ama yeni model gördüm mü çekiyorum. Sonra Nice’e gittim hanımla. Ben İtalya’da alışmışım, gene bir ayakkabının fotoğrafını çekerken vitrinden, iki satıcı kız “Polis, polis” diye bağırmaya başladı. Hanım beni bıraktı nasıl kaçıyor... Rahmetli Vitali Hakko ile Paris vitrinlerinde çok karşılaştık. İtalya’da fuar sonrası hanımı otele bırakıp sabaha kadar vitrin gezerdim. Bir bakıyorum gece yarısı dünya çapında modelistler ellerinde fotoğraf makinesi, çok karşılaştım... Şimdi internet çok kolaylaştırdı bu işi ama fotoğraf, elinde tutmak gibi olmuyor.
İtalyanlar, "Bu Türkler fazla olmaya başladı" diyor
"Ayakkabı üreiminde son dönemde çok hızlı bir çıkış yaşıyor Türkiye. Böyle giderse çok ciddi bir ayakkabı ihracatçısı ülke olma yolundayız. 68 yılından beri İtalya’ya gidiyorum. Bütün fuarları gezerim. Eskiden almazlardı bizi fuarlara. İtalya’daki son fuara 45 Türk marka katıldı. Çok ciddi bir ihracat artışı var. İtalyanlar ‘bu Türkler fazla olmaya başladı’ demeye başladı. İzmir’deki erkek ayakkabı üreticileri dev ayakkabı markalarına üretim yapmaya başladı. İtalyanlar Çin rekabeti nedeniyle üretim tesislerini kapatmak zorunda kaldılar. Şimdi İtalya’ya göre daha uygun maliyetlerin olduğu Türkiye’nin bu yolda hızla ilerlemesi lazım. Ama eskiden İtalyan vitrinlerine bakarken imrenen ben, artık hiç böyle bir eksiklik hissetmiyorum. Güzel ayakkabı yapılmaya başladı Türkiye’de. Peki bunu nasıl ucuzlatacağız? Bunun üzerinde çalışmamız gerekiyor. Burada kayıtlı üreticilerin maliyetlerini düşürecek devlet desteği gerekiyor. İmalatını İstanbul’dan teşvikli bölgelere kaydırabilenler daha karlı olacak. Otomasyona girebilen bir iş değil ayakkabı, başında olmalısınız. Biz de İstanbul’u bırakamıyoruz.”
Dünya zincirleri kapımızı çalıyor ama öyle fiyat veriyorlar ki
“İhracatımız çok yüksek değil. İngiltere, Rusya gibi pazarlara ürünlerimizi gönderiyoruz. İhracatımızı artırmak istiyoruz ama o kadar düşük fiyat veriyorlar ki... Geçen dünya devi bir zincirin yöneticileri kapımızı çaldı, iki modelimizi çok beğenmişler. Bir fiyat verdi, çok düşük. Diyorlar ki siz böyle bir dünya markasına mal vermeyi nasıl kabul etmezsiniz. Ama değmiyor... Türkiye’de her geçen gün büyür, iyi satış yaparken ben niye İtalyan’a ayakkabı satacağım diye ezilip büzüleceğim? 200 euroya satacağı ayakkabıyı 20 dolara satmak istiyorlar. Geçen bir fuarda ayakkabımızı beğendi iki Amerikalı, fiyatını söyledik, sonra aralarında konuşmaya başladılar ‘Hem Türk malı hem de bu kadar pahalı’ diye. Ama o kadar beğendiler ki... Türk malı dediğinizde ucuz bir şey istiyor. Ülkenizin değeri neredeyse onu aşmanız mümkün değil. Zamanla değeri artıyor bunu görüyoruz ama mucize yaratamıyorsunuz. Ama ihracatımız giderek artıyor.”
Koruma ve yasakla bir yere gidilmez, sektör bu fırsatı kullanmalı
“Yasak ve korumalarla bir yere kadar gidersiniz. Sektör rekabet edecek noktada olmalı. Rekabet edebildiğiniz zaman o malın gelmesini zaten önlersiniz. Evet Çin hep bir fiyat rekabeti yaratıyor ve biz üretim maliyetleri açısından Çin’le rekabet etmeye yakın bile değiliz. 1 dolara 2 dolara ayakkabı veriyorlar... Vergilerin artması bu ortamda ayakkabı sektörüne çok fayda sağladı, nefes alma imkanı yarattı. Ama bizim de kendimize çeki düzen vermemiz gerek, olabildiğince ekonomik ve kaliteli bir mal üretmeliyiz ki ayağımıza gelen bu fırsatı pozitif şekilde değerlendirebilelim.”