Avrupa krizinin sektörel etkileri
A.Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar
Avrupa'da yaşanan kriz, bizi neden etkiler? Bu etki, hangi sektörde geçici, hangisinde derin, yönlendirici ve kalıcı olur. Geçen hafta 25 Mayıs Salı günü OECD'nin üye ülkeleri çerçevesindeki 2010 ve 2011 tahminlerini içeren bülteni yayınlandı. Küresel oyuncuların genel karakteristiklerini, olduğu gibi koruyarak ulaşılan sonuçlar; BRIC, Meksika, Türkiye, Kore gibi gelişen ülkelerin, dinamik ve sürekli büyüyen yapılarıyla küresel ekonomide talep açığını kapattığını, böylece kanayan yaraların kısmen sarılabildiğini ortaya koyuyor. Gelişen ülkelerin bu yapısal onarım fonksiyonları, beraberinde ciddi bir fiyat baskısını da getiriyor. Sanayiinin girdisi petrol; gıdanın girdisi hububat, soya fasulyesi, pirinç; ethanolun girdisi mısır, şeker; tekstilin girdisi pamuk gibi emtialar ve tarım ürünleri, arz ve talep dinamiklerinin ötesinde spekülatif fiyat artışlarına da sahne oluyor. Buğday, şeker, mısır, pamuk ve pirinçte 2009 için yüksek arzın fiyatlar üzerinde aşağı yönlü baskısı hissediliyordu. Kriz işte bu spekülatif balonların sönmesini sağlarken, enflasyonist oyunlara izin vermiyordu. Nitekim S&P GSCI tarım endeksi, yılbaşından bu yana %15.13 düşüşün ardından, Nisan - Mayıs döneminde belirgin bir istikrar arayışı girmiş ve %3.4'lük bir değer artışı kaydetmişti. Küresel ekonominin hububat talebi sürüyor. Bunu besleyen iki temel etken yer alır. İlki, bio-yakıt kullanımında artış. İkincisi, Çin'in dünyada en büyük tahıl ithalatçısı konumuyla beslediği o devasa taleptir. Petrol fiyatlarının 2010'da 70 dolar/varil ile 85 dolar aralığında kalacağını öngörmek, bio-yakıt için de bir kapı aralıyor. Tarım ürünlerine talebi besleyen bio-yakıt avantajı, petrolün varili 60 doların üzerine çıktığı andan itibaren fizibıl olabiliyor, ethanolden petrol üretilebiliyor. Krizin en sert yaşandığı 2008-IV ve 2009-I dönemini bir yana koyarsak, bio-yakıt kaynaklı mısır ve şeker talebi, fiyatları fizibıl düzeyin üzerinde tutmaya yetiyor. Çin'in 115 bin ton mısır satın alması son dönemde fiyatları etkiliyor. Peki Çin neden 2001 yılından bu yana en büyük mısır alımına girişiyor olabilir? Bence Çin'de büyüme, krize rağmen hız kesmeden devam ederken, bu tür emtia taleplerini de besliyor. Tarıma olan yüksek bağımlılığına bir de ethanol üretimi eklenince, ciddi bir talep ivmesi ortaya çıkıyor. Ethanol talebinde %32'lik artış ve ABD'nin toplam talebinin üçte birinin ethanol kökenli olmasına şaşırmamak gerekiyor. Küresel enflasyon, orta vadeli bakış açısıyla baskılanıyor. Hububat hasadından gelen rakamlar, güçlü bir üretimi işaret ediyor. Kısa erimde arzın talebin üzerinde seyredecek ve enflasyon üzerindeki spekülatif baskıyı rafa kaldıracak.
Tablo I. Enflasyon Öngörüleri
2007 2008 2009 2010 2011
TÜFE (Y-Y)
ABD 2.9 3.8 -0.3 1.9 1.1
Japonya 0.1 1.4 -1.4 -0.7 -0.3
Almanya 2.3 2.8 0.2 1.3 1.0
Fransa 1.6 3.2 0.1 1.7 1.1
Yunanistan 3.0 4.2 1.3 3.0 0.3
İtalya 2.0 3.5 0.8 1.2 1.0
İngiltere 2.3 3.6 2.2 3.0 1.5
Kanada 2.1 2.4 0.3 1.6 1.7
Avusturalya 2.3 4.4 1.8 3.0 2.7
Kore 2.5 4.7 2.8 3.0 3.2
Meksika 4.0 5.1 5.3 4.6 3.5
Polonya 2.5 4.2 3.8 2.7 2.8
İspanya 2.8 4.1 -0.3 1.4 0.6
Türkiye 8.8 10.4 6.3 9.5 6.6
İsrail 0.5 4.6 3.3 1.7 2.6
Rusya 9.0 14.1 11.7 6.5 7.1
Çin 4.8 5.9 -0.7 2.5 2.5
Hindistan 6.2 9.1 12.3 10.2 6.3
Brezilya 4.5 5.9 4.3 6.2 5.0
Avusturalya, Kore, Meksika, Türkiye, Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya'da yaşanan ılımlı enflasyon ivmesi, 2010 için deflasyonist baskıyı bloke edebiliyor. Enflasyon; gelir adaletsizliği, vergi kayıpları, yüksek sermaye verimiyle üretimin ikame edilmesi gibi olumsuzluklar içiren önemli bir sorundur. Ancak, (tablo 1'de görüldüğü gibi) Japonya'nın yaşadığı türden bir deflasyonun pençesinde olmak; çok daha büyük bir açmazdır. Enflasyon deflasyon ilişkisini, sıtma ile ölüm arasındaki tercih ilişkiyle açıklayabiliriz. Fiyatlarda düşüş öngörüsü, tüketicide; “nasılsa düşecek, biraz daha bekleyip en düşük fiyattan almalı” şeklinde bir talep erteleme eğilimini başlatıyor. Talebi erteleyen bir diğer can alıcı nokta ise, yüksek işsizlik. Bu kısır döngüden çıkabilmek, bugünden yarına elde edilebilecek gibi değil. Bu sorunlar yumağını çözebilmek, yapısal açmazları kararlı, planlı çözümlerle ayıklamaktan geçiyor. Nitekim Japonya, 2011 tahminlerinde de eksi enflasyon baskısından kurtulamıyor. Türkiye'de 2011'in ilk çeyreğinden itibaren, fiyatlar genel düzeyi düşüş trendine girecek. Böylece enflasyon %6.6'a, reel faizse eksiden artıya geçecek.
Tablo II. Reel Faiz Öngörüleri
2007 2008 2009 2010 2011
Reel Faiz = Kısa Vadeli Bileşik Faiz - Enflasyon
ABD 2.5 -0.5 1.2 -1.4 1.3
Japonya 0.6 -0.7 1.7 0.9 0.5
Almanya 2.1 1.9 1.0 -0.6 0.9
Fransa 2.8 1.5 1.1 -1.0 0.8
Yunanistan 1.4 0.5 -0.1 -2.3 1.6
İtalya 2.4 1.2 0.4 -0.5 0.9
İngiltere 3.9 2.1 -1.0 -2.2 1.0
Kanada 2.6 1.2 0.5 -0.7 1.2
Avusturalya 4.6 2.9 1.7 1.7 3.1
Kore 2.8 1.0 -0.2 0.5 1.8
Meksika 3.7 3.1 0.4 0.4 3.0
Polonya 2.4 2.3 0.6 2.1 4.1
İspanya 1.6 0.6 1.5 -0.7 1.3
Türkiye 11.3 10.4 5.3 -1.3 3.6
Kısa vadeli ulusal politika faizlerimiz, 2010 için enflasyondan arındırılmış reel faizin, %1.3 olduğuna işaret ediyor. (Tablo II.'de detayları görülen) 2010'un finans kuruluşları için, en zor yıl olması kaçınılmaz. ABD ve Euro bölgesi, farklı risk tercihleri olmasına rağmen, ikisinin de reel faizleri negatiftir. Bu arada Kore, Polonya, Avusturalya gibi ülkeler, krize rağmen ekonomilerinde talep ayağını canlı tutabilmişlerdir. Geldik en can alıcı soruya: Kıta Avrupa'nın Türkiye'ye etkisi hangi sektörlerde yoğunluk kazanacaktır? Sistemik nitelikteki bu 2005-2010 küresel sistemik krizini Avrupa, Euro birliği dağılarak mı; yoksa dağılmayarak mı atlatacak?
750 milyar Euro yardım paketine rağmen, bu risk halen arka planda duruyor. 2010 ve 2011 büyüme bekleyişlerini OECD toplam büyümesini çıta kabul ederek ayrıştırabilir. Çıtanın üstünde kalanları, yüksek hızlılar ve normal hızlılar diye; gruplandırabiliriz. Tablo III'te görülen üç farklı grupla birlikte, Avrupa'nın küresel ekonomide değişen yüzü ortaya çıkıyor. İspanya, Yunanistan, İtalya; oldukça zayıf kalan bir 2011 büyüme beklentisiyle, Avrupa'nın güneylilerince ortaya çıkartılan sorunların ilk etkilerine işaret ediyor. Türkiye ekonomisi; krizlerle budanan; budandıkça, çok daha hızlı büyüyen ağaçlara benziyor. 2001 krizinde budanmış, 2007'e kadar hızla büyümüştü. Ardından Eylül 2008'de küresel sistemik krizle budanmıştı. Oysa şimdi, 2010 OECD büyüme sıralamasında ilk üç içine gireceği tahmin edilen ülkeler arasında yer alıyor. Eylül 2008'deki Lehman budaması kadar ser olmasa da, bugünlerde AB'nin güneylileri benzer bir budamayla Türkiye'nin büyümesi üzerinde daraltıcı bir adım atıyorlar. Bu çerçevede 2011, maalesef Türkiye için 2010 kadar iyi olamayacak. Bir kere 2009 gibi bir baz etkisi, yerini 2010 gibi güçlü bir ekonomiye bırakacak. Avrupa'nın Türkiye ile olan ticari ilişkisi, son yıllarda azalan bir eğilim içindedir. Bu şekliyle bile; %48 Euro, %46 dolar, %6 diğerlerinden oluşan dış satım dağılımıyla, dış ticaretimizin en önemli ortağı AB'dir. Yaşananların etkilerini bir araya getirirsek; şu tablo ortaya çıkıyor:
Tablo III. Büyüme Öngörüleri
2007 2008 2009 2010 2011
Gayrisafi Y.İçi Hasılatı
Çin 14.2 9.6 8.7 11.1 9.7
Hindistan 9.6 5.1 6.6 8.3 8.5
Türkiye 4.7 0.7 -4.9 6.8 4.5
Brezilya 6.1 5.1 -0.2 6.5 5.0
Kore 5.1 2.3 0.2 5.8 4.7
Rusya 8.1 5.6 -7.9 5.5 5.1
Meksika 3.3 1.5 -6.6 4.5 4.0
İsrail 5.2 4.0 0.7 3.8 4.2
Kanada 2.5 0.4 -2.7 3.6 3.2
ABD 2.1 0.4 -2.4 3.2 3.2
Avusturalya 4.9 2.2 1.4 3.2 3.6
Polonya 6.8 5.0 1.8 3.1 3.9
Japonya 2.4 -1.2 -5.2 3.0 2.0
Almanya 2.6 1.0 -4.9 1.9 2.1
Fransa 2.3 0.3 -2.5 1.7 2.1
İngiltere 2.6 0.5 -4.9 1.3 2.5
İtalya 1.4 -1.3 -5.1 1.1 1.5
İspanya 3.6 0.9 -3.6 -0.2 0.9
Yunanistan 4.5 2.0 -2.0 -3.7 -2.5
1.2010 yılı sadece Euro bölgesi için değil ABD, Çin, Hindistan, Kanada, Rusya, Meksika, Brezilya gibi ülkeler için de gevşek para politikasından çıkış olmayacak.
2.Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve Türkiye'de 2010, yüksek enflasyona teslim olsa da, küresel deflasyonist baskıyı besleyen kapasite fazlaları, yüksek işsizlik, reformlar ve piyasalarda oluşturacağı düzeltme, enflasyonu gündemden şimdilik uzak tutuyor.
3.AB, bütçe disiplini ile tekrar sürdürülebilir büyüme dönemine geçebilmek için, güveni sağlayıcı ortak hareket kültürüne hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyduğu bir dönemdedir.
4.Hem Euro cinsi ihracatımız, (%48) hem de dolar cinsi borçlarımız (%63) Türkiye'yi spesifik olarak bazı sektörlerde baskılıyor. Hem iç talebi karşılayan, hem dış talebi karşılayan ya da sadece dış talebi karşılayan sektörleri irdelediğimizde; dört temel sektör öne çıkıyor.
Türkiye'nin AB kriziyle daralan sektörleri; otomotiv, dayanıklı tüketim, tekstil gibi ihracat ağırlıklı endüstri kollarıyla, turizm gibi bacasız endüstrimizden ibarettir. Otomotiv sektöründe ya al ya öde şeklindeki kontratlar, Avrupa bölgesinin bölgesel dağıtım merkezleri kanalıyla gerçekleşen satışlarını şekillendiriyor. Satılmasa da ödenecek araçlar, Euro cinsinden olacaktır. Dayanıklı tüketimde fiyat avantajıyla öne çıktığımız AB pazarı, 2010 ve 2011 yıllarında tüketici talebindeki kısıtlamalarla baskılanacaktır. Küresel sistemik kriz öncesinde Çin, tekstilde Avrupa'nın büyük ölçekli taleplerine yanıt verebilen fiyat avantajıyla Türkiye'nin bir adım önünde yer alıyordu. Talep miktarı düşünce, navlun avantajı Türkiye'yi AB'nin yine tekstil tedarikçisi konumuna sokmuştu. Tüketici güvenindeki daralma, AB'nin tekstil ürünlerinde kısıntıya dönüştü. Sınırlarımıza giriş çıkışları içeren geçen hafta yayınlanmış veriler, ocak-mart dönemi hareketliliği ile kış turizmini öne çıkartan sonuçlara işaret ediyor. Ancak, nisanla birlikte turist sayısında gerileme başlıyor. Bunu başlıca iki nedenle açıklayabiliriz. İlki, Akdeniz havzasındaki rakiplerimiz; Yunanistan, İspanya, İtalya Avrupa içinden turist çekmek için fiyat indirmekte birbirleriyle ve Türkiye ile yarışıyorlar. Bu lüks turizm merkezleri, indirimli şekliyle bile Türkiye'den çok pahalılar. Ancak tarih turizmi Yunanistan, İspanya, İtalya'yı tüketici açısından fırsat olarak gündeme yerleştiriyor. İkincisiyse, turizm için maliyetler ağırlıklı olarak TL cinsinden, gelirlerse Euro cinsindendir. Böylece maliyetleri artıp satış gelirleri düşüyor; dolayısıyla brüt kar marjları hızla daralıyor.
Irak'ın yeniden yapılanması; Suriye, İran, Libya, Lübnan ile iyi ilişkiler, dış ticaretimizde %48'lere kadar daralmış olmasına rağmen, AB'nin dış ticaretteki payına destek olmaya yetemeyecek kadar küçük kalıyorlar. Çünkü AB'nin açtığı “delik büyük, yama küçük”.