'TÜSİAD orta sınıfa dönüşecek'

Ankara Sohbetleri'ne konuk olan Türkiye Partisi lideri Abdüllatif Şener siyaseti ve ekonomiyi değerlendirdi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Hüseyin GÖKÇE

ANKARA-Türkiye Partisi lideri Abdüllatif Şener, mevcut iktidarın ekonomiyi yabancı ülkelerin ihtiyacına göre yapılandırdığını belirterek, 8 yılda yabancıların kâr transferinin 54 milyar dolara çıkarak, cari açığın önemli bir kalemi haline geldiğini bildirdi. AKP'nin kendi  sermayesini oluşturduğunu öne süren Şener, "Bu dönemin zenginleri ortaya çıkınca TÜSİAD orta sınıf haline gelecek" diye konuştu.

Hükümetin kendisine siyasi rakip istemediği için partilere Hazine yardımı sistemini değiştirdiğini ifade eden Abdüllatif Şener, 60'ncı hükümetin ortalama yüzde 1 büyüme oranı ile Cumhuriyet tarihinin en kötü performansını gösterdiğini söyledi.

AKP'nin ilk iktidar olduğu dönemde Başbakan Yardımcılığı görevini de üstlenen, fakat daha sonra ayrılarak Türkiye Partisi'ni kuran Abdüllatif Şener, Ankara Temsilcimiz Ferit B. Parlak ve Ankara Haber Müdürümüz Hüseyin Gökçe'nin sorularını cevaplandırdı.

Bu yıl 12 Haziran'da yapılması beklenen seçimlere Türkiye Partisi nasıl hazırlanıyor? Son dönemlerde çok dillendirilen herhangi bir seçim ittifakına nasıl bakıyorsunuz?

Her partinin seçim taktikleri olur, geçmişte oldu, gelecekte de olacak. 2007 seçimlerinde bana göre iktidar partisiyle anamuhalefet partisi seçim ittifakı yapmıştır. İktidar sol isimleri, ana muhalefet sağ siyasetin önemli isimlerini listesine almıştır. Önümüzdeki seçimlerde bir çok partinin iş birliktelikleri kuracakları anlaşılıyor. Ancak Türkiye Partisi olarak biz kendi varlığımıza ve örgütümüze güveniyoruz. Kendi gücümüzle var olacağız ve güçlü olacağız. Seçime etkisi olabilecek formüller olursa değerlendiririz.

Siyasetteki bütün dengeler dinamik,  statik denge olmaz. Bunu sayın Demirel dün dündür bugün bugündür diye ifade eder. Dünkü dengeler bugün mevcut değildir, gelecekteki dengeler de bugün var olan dengeler olmayacak. Her olayı ayrı kurgulamak lazım. Biz önümüzdeki seçimler açısından böyle bir formülün üzerinde değiliz, öncelikle kendi varlığımızı gösterecek çizgi oluşturmak durumundayız. Ben daha aktif şekilde çok sayıda siyasi kimlik ve kişiliklerle görüşme yapıyorum, siyasilerin birbirlerini görmeleri değil görmemeleri sorundur. Görüşmeler ittifak çalışmasının bir parçası olarak düşünülmemeli. Farklı siyasi kimliklerin ülkeye bakışlarını paylaşmaları olarak düşünülmeli.

Hazine yardımları sınırlandı

Türkiye'de ekonomik güç olmadan siyaset yapılamıyor, bildiğimiz kadarıyla siz de Hazine yardımı alamıyorsunuz?

Dediğiniz çok doğru, şu anda siyasette haksız rekabet var. İktidar partisi TBMM çoğunluğuna dayanarak siyasi partilerin Hazine yardımı almalarıyla ilgili kuralı kendisi belirliyor. Bununla ilgili kanun değişikliği yaptı. Buna göre siyasetin kullandığı paranın yüzde 70'i iktidar partisine gidiyor. Bırakın belediyeler, iktidar olmasının verdiği ajvantajlarını, sadece Hazine'den aldığı rakamlar korkunç boyutlara ulaşıyor. Bu seçime 200 milyon liraya yakın Hazine yardımıyla girecek. Bunun dışında CHP ve MHP de yardım alacak.

Tüm medya kaynakları elinde,  sivil toplum kuruluşları kontrolünde. Siyasette haksız rekabet var. Bir siyasi parti bu haksız rekabet gibi gerekçelere sığınamaz, oyunun kurallarını belirleyebilecek araçlara sahip değiliz. Adalete aykırı yasaları yönetmelikleri değiştirme yetkimiz yok. Ancak biz demokratik mücadelemizi yaparak yolumuza devam ederiz. Biz şuna inanıyoruz, bazen trilyonlarca lira para tek bir oy etmez, bazen bir hareketin kredibilitesi parayla ölçülemeyecek değerler ihtiva eder. İktidar olma mücadelemizi devam ettireceğiz.

Bu adaletsizlikten dolayı AİHM'e dava açtık. Seçim öncesi yetişir mi bilmiyoruz ama olumlu sonuç çıkacağını tahmin ediyoruz. AB ülkelerine baktığımızda bir  tane milletvekili olan partiler bile Hazine yardımı alıyorlar. Tek tük istisnası var. Bir iktidar partisi Meclis çoğunluğuna dayanarak rakip partilerin gelirlerine el koyamaz.  Hiçbir denetim mekanizması bunu tartmamış, yargı konuyu ıskalamıştır. Demokrasi standardındaki düşüşün en açık kanıtı budur.

Not artırımı dahil ekonomideki  göreli düzelmeyi, tek parti iktidarına bağlayanlar var, sanki bu hükümetin devam etmesine yönelik telkinler var. İşadamları da tek partili dönem istediklerini ifade ediyorlar....

Olaya bir içeriden bir de dışarıdan bakmak lazım. İçerden baktığımızda şunu görüyoruz, Türkiye'de sermaye de sivil toplum da, medya da "ne söylersek Başbakanı mutlu ederiz" diye düşünüp öyle konuşuyor. Orayla paylaşacakları olduğunu düşünüyorum. İktidar gücünün hışmına uğramamak istiyorlar veya iktidarın etrafındaki yağmaya ortak olmak istiyorlar. Neyi nasıl ifade edersek daha az rahatsızlık veririz anlayışı var. Bu, Türkiye'de bir çok şeyin çözüldüğünü, çöktüğünü gösteren bir durum. Özgür iradeli bireyler ve kendi kimliğine saygı duyan insanlar ve varoluş amacına demokratik mekanizma içinde sahip çıkan kurumlar var olmadığı sürece bir ülkenin sonu felakettir. Aslında felaket şu an içinde bulunduğumuz durumdur. Bunun yıkılması lazım. Bu felaket ortamının değişmesi lazım.

Dolayısıyla normal demokrasi teamülleri gelişmiş ülkelerde demokrasi güç temerküzü demek değil. Herkesin gücü paylaşması demek. Herkes yetki ve sorumluluklarını bilerek hareket eder, ülke menfaatleri gereği farklı gruplar gerektiğinde işbirliği yapar. Türkiye bu dengeyi kuramıyor, bunun sebebi demokrasi geleneği olmadığı için terazinin dengeleri bozulmuştur. Bu gücü ele geçirenlerde demokrasi kültürü olmamasından kaynaklanıyor.

Size göre iktidar partisinin milletvekillerinin tamamı süreçten memnun mu?

Memnun olmayanlar arada bir istifa ettikleriyle ilgili açıklama yapıyorlar. Ayrılan birkaç kişi oldu. İçeride de bu süreçten memnun olmayanlar var, bu gelişmelerden onu anlıyoruz. Ancak bir siyasi sonuç doğuracak gelişme yaşanmıyor. Bu, rahatsız olan vekil sayısının az oluşundan değil, bunların kendilerini merkeze koymalarından kaynaklanıyor.

-Ekonomide bahar havası olduğu hissettirilmeye çalışılıyor. Göstergeler kriz dönemine göre iyi gidiyor gibi...

Herkes Başbakanı mutlu etmeye çalışırken, objektif düşünmeye çalışanların da zihinleri bulanıyor. Dolayısıyla fotoğrafı tam seçemiyorlar. Bunun özü 60'ncı Erdoğan Hükümeti son 30 yılın en başarısız hükümeti. Bütün verileri önünüze koyun. Ekonomide en önemli gösterge büyüme oranları. 60'ncı Erdoğan hükümeti 2007 seçimlerinden sonra kurulmuştur. 2007'nin 4'ncü çeyreğinden 2008'in üç çeyreğine kadarki 1 yıllık dönemde büyüme oranı yüzde 3.6'dır. Bu tarihten 2009'un üç çeyreğine büyüme oranı eksi 8'dir.  2009'un dördüncü çeyreği ile 2008'in üç çeyreği arasında yüzde 8 büyüme var. Yüzde 8 büyüme ve küçülme birbirini götürür. Kalan yüzde 3.5 düzeyindeki büyümeyi üç yıla böldüğünüzde yıllık yüzde 1'lik büyüme çıkar ortaya.

Oysa Türkiye'de 1950'den bugüne yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4.5'tir, hükümet hükümet baktığınızda da bu tabloyu görürüz. Üstelik eski büyüme oranları bugünkü hesaplamalara göre daha düşük.

İşsizlik oranını ele alalım. 2009 işsizliğiyle beraber tarihin en büyük oranı. Kendi rakamlarına göre 2001 krizinden de yüksek, 1994 krizinden de yüksek. Neresi iyi ekonominin?

TÜSİAD orta sınıfa dönüşecek

Geçen sene bütçe açığı 52 milyar liraydı. Cumhuriyet tarihinin en yüksek açığı. Bu sene 40 milyar lira çıkan açık nasıl az sayılıyor. 2 sene önce bütçe açığı 13 milyar liraydı, üç sene öncesinin 3 katı olan bütçe açığı bahar havası mı? Bırakın baharı ekonomi kış havasında.

Asıl falaket şu, Türk ekonomisi yabancı ülkelerin ihtiyaçlarına göre yapılandırıyor. Ekonomi yabancılaşıyor, ekonomi politikaları yabancılaşıyor. En çok parayı ekonomi üzerinden kim kazanıyor ona bakmak lazım. Türkiye'de en çok parayı yandaşlar kazandı. Kendi zenginlerini oluşturmuş ve Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar buraya odaklanmış bir iktidar var. Bu dönemin zenginleri su yüzüne çıktığında ve zenginlikleri legalleştiğinde, TÜSİAD orta sınıfa dönüşecek.

İkinci en çok parayı da yandaşların işbirliği yaptığı yabancılar kazanıyor. Yeni bir serrmaye oluştururken aslında uluslararası sermaye ile yeni sınıfın işbirliğine dayalı politika uygulandı. Daha doğrusu bu iktidar uluslararası sermayenin bir formülüdür.

Yabancıların kar transferi 2002 yılında cari işlemler tablosuna baktığınızda görürsünüz. 100 milyon dolar civarında. Şimdi cari işlemler açığının önemli bir kalemi haline dönüşerek 3 milyar dolara çıkmıştır. Yani önümüzdeki yıllarda bu 10 milyar doların üzerine çıkacak. Cari işlemler açığının kronik nedenlerinden birisi haline dönüşmüştür. Son 8 yıllık dönemde 54 milyar dolar düzeyinde.

Hükümet ekonomi politikalarında insiyatifi kaybetmiş durumda. Sadece parayı kime dağıtacağının izi üzerinde. Yani bakın çok iddialı bir şey söylüyorum. Hükümet ekonomi politikalarından sorumludur. Hükümet devlet adına ekonomi politikaları uygulayacak tek güçtür. Ekonomi politikaları belirlenirken de ilgili dairelerden, bakanlıklardan tartışılır, birlikte yol haritası belirlenir. Hükümet sadece paranın kimde temerküz edeceğini planlıyor. Ekonominin geneline yönelik makro politika peşinde değil. İhaleyi kim alacak, kim zenginleşecek, kim zenginliğini kaybedrecek bunun peşinde.

Doğru veya yanlış, genel ekonomi politikalarıyla ilgili bir şeyler yapmaya çalışan kurum Merkez Bankası'dır.

Torba yasa ve 2 B'den gelecek para ile ekonomide bir iyileşme bekliyor musunuz?

Her yeniden yapılanma, vergi borçlarının tahsiliyle ilgili düzenleme, sistemin çökmüşlüğünün yeniden ilanı. Kurumsallaşmış,  vatandaşların emin olduğu bir mali sistemin kurulamamış olmasının ilanı... Vatandaş vergiyi kendisi beyan ediyor, beyan ettiği vergiyi de ödemiyor.

Devlet birikmiş borçların  bir kısmını tahsil edebilmek için yeni düzenleme yapıyor. Bunu gelişmiş ekonomilerden hangisine bakarsanız bakın göremezsiniz. Gidin onların maliyecileriyle konuşun gülerler. Devlette rutine ilave kaynak geldiği için, "bu kadarını harcarım, bu kadar oy gelir" diye bakıyor.

2 B olayına gelince Türkiye'de doğrular ve yanlışlar o kadar birbirine karışmış ki en doğru gerekçeyi en kötü nedenlerle ortaya koyan bir siyaset var. Özü itibarıyla doğru bir şey, ancak kötü maksatlarla karışık devreye sokacaklarından şüphem yok.

 

Şener'in dikkat çektikleri

Ferit B.PARLAK

Bakan olduğu dönemde yaptığımız sohbetlerde "Her Mülkiyeli biraz komünisttir.", "Eşim başını sonradan kapattı, açadabilir." şeklindeki açıklamaları; "Ekonomide yanlış şeyler yapıyoruz. Bu böyle gitmez", "Birlik olamıyoruz. Proje üretemiyoruz" gibi özeleştirileri ile farklı bir siyasi portre çizmişti.

Yaklaşık 3 yıl önce bu defa TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi'ndeki odasında ziyaret etmiştik Abdüllatif Şener'i. 16 yıl aktif siyaset yapmış, "meslek körlüğü başladı" diyerek siyaseti dışardan izlemeye karar vermiş, akademisyenliğe dönmüştü.

O sohbette, "Dışarıdan izleyecektik ama daha da içine girdik, daha da yoğunlaştık. Okulda misafir eksik olmuyor" diyerek siyasete döneceğinin sinyallerini vermişti.

Yaklaşık 1.5 yıl önce bu sefer yeni kurduğu partinin merkez binasında sohbet etme imkanı bulmuştuk Şener'le. Ekonomi için yine gündem yaratan açıklamalarda bulunmuştu.

- "Ekonomi yönetimi" demek, "başbakan" demektir. Türkiye'deki siyasi yapı, böyle bir yapıdır. Başbakan olmadığı zaman tüm bakanlıklar gece gündüz çalışsalar dahi ortaya icraat olarak bir şey çıkmaz.

 - Enflasyon düşüşünde, en önemli etken kur düşüşüdür. Kur düşüşüne Türk ekonomisinin rekabet gücünü olumsuz etkileyen en önemli unsur olarak bakarsak, "Türkiye tek rakamlı enflasyona, ülke ekonomisinin rekabet gücünü törpüleyerek ulaşmıştır" diyebiliriz.

Önceki gün yaptığımız sohbette ise kaldığımız yerden devam ettik.

 

MB sadece politika faizlerini indirdi

Merkez Bankası'nın izlediği faiz politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Merkez Bankası'nın haber kaynakları bilgilenme kaynakları, çok ileri. Yani Türkiye'de hükümet dahil hiçbir birimin ulaşmadığı küresel bilgilere ulaşabilirler. Merkez Bankası'nı eleştirmeden önce ihtiyatlı olmak gerekir diye yorum yapanlar var. IMF ile özel irtibatı var. Bu şu açıdan önemli, IMF tüm dünyayı izler. İkincisi gizli Basel toplantılarının bilgileri de geldiği için görmediğimiz bazı şeyleri biliyor olabilir deniliyor.

Merkez Bankası aslında faizler indirmedi, sadece politika faizlerini indirdi. Bu nedenle yorumlar farklılaşıyor. Birincisi politika faizlerini indirmiştir, bu sıcak paraya önlem niteliğindedir. İkincisi bankaların munzam karşılıklarını artırmıştır. Bu kredi genişlemesini sınırlayan bir durumdur. Ben sıcak paraya bazı önlemler alınmasının doğru olduğu kanaatindeyim ama munzam karşılıklarla ilgili kararın sağlıklı olduğunu düşünmüyorum.

 

Hükümetin gizli ajandası yok, ama...

TAPDK'nın alkol ve sigara ile ilgili çıkardığı yönetmelik, bazı çevreler tarafından yaşam tarzına müdahale olarak değerlendirilirken, AKP'nin gizli ajandası olduğu ve bunu açıkça uygulamaya koyduğu yönünde kaygılar var. Siz bu kaygılara katılıyor musunuz?

Ben böyle bir kaygı taşımıyorum. Türkiye'nin gidişi belli, iktidarın da böyle bir ajandası olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'de AKP iktidarı dönemi milli ve manevi değerlerin Cumhuriyet tarihi boyunca en fazla tahrip olduğu dönem. Bu tür görüntüleri bazı seçmen kitlelerini yanıltmak için kullanıyor. Herkes hayatından, herkes çocuklarının geleceğinden endişeli. Uyuşturucu kullanımı zirve yaptı. Hırsızlık ve suç işleme oranları da zirve yaptı. Fuhuş çok yaygınlaşmıştı. Zina bu dönemde suç olmaktan çıkarıldı. Bunun ötesinde iki sene önce Adalet Bakanı bir soru önergesine verdiği cevapta hapishanelerde 75 bin yatak kapasitesi olduğunu ama yatanların sayısı 100 bini aştığını söylemişti. 6 ay önce bir rakam verildi, yatak kapasitesi 90 bine çıkarılmış, ancak içeridekilerin sayısı 120 bin kişiye çıkmış ve devlet yakalarsa içeri atacağı 700 bin kişiyi arıyor.  Suç işleme oranları Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmadı. Bir taraftan da endişeleri artan insanlara değerlerinizi biz koruyoruz izlenimi vermeye çalışarak yanıltıyorlar.

Hukuk devleti nedir, temel haklar ve özgürlükleri içselleştirmemişler, demokratik değerlerin ne olduğu konusunda yeterli bir kültüre sahip değiller. Doğrudan doğruya her hareketleri evrensel değerlerden bağımsız ve kendilerini arzın merkezine koyarak yaptıkları işler. Önünüzde pusulanız olmazsa yanlış yapar tenkit edilemediği için daha çok yanlış yapar.

Risk görmüyorsunuz yani?

Şu anda felaket var zaten,  demokrasinin olmazsa olmazları kaybolmuştur. Daha ne olacak da kötü olacak?  Çağdaş demokratik değerlerin bilindiği, yaşandığı, hissetildiği bir dünyada standartları yükselmiş demokratik ortamı arzuladığınız Türkiye'de yaşadıklarınızı tehlike değil de tehlikenin sonra geleceği gibi yorumlamak akıl tutulması gibi bir şeydir, felaketi şu anda yaşıyoruz. Ancak bazı aydınlar, kendilerine liberal aydın da diyorlar, demokrasi standartları ve temel haklarla ilgili ne düşünüyorlar merak ediyorum.

 

Bu konularda ilginizi çekebilir