'Türkiye’de servet yeterince vergilendirilmiyor, sistem değişmeli'
Türkiye’nin adil bir vergi politikasına ihtiyacı olduğunu söyleyen TBMM KİT Komisyonu Başkanı Hasan Fehmi Kinay, “Vergi politikaları bölgesel gelişmişlik farklılıklarını dengelemek açısından yeniden ele alınmalı” dedi
TBMM KİT Komisyonu Başkanı Kütahya Milletvekili Hasan Fehmi Kinay, vergi politikalarının bölgesel gelişmişlik farklılıklarını dengelemek için yeniden ele alınması gerektiğini bildirdi. Kinay, Türkiye’nin acilen adil bir vergi politikasına ihtiyacı bulunduğunu belirterek, emlak vergisinde, motorlu taşıtlar vergisinde bölgesel gelişmişlik farklılıklarının dikkate alınması gerektiğini söyledi. Kinay, servetten alınan vergilerin bütçe içindeki payının da son derece düşük olduğuna dikkat çekti. Ankara Temsilcimiz Ferit Parlak ile arkadaşımız Canan Sakarya’nın sorularını yanıtlayan Kinay, vergi sistemine ilişkin atılması gereken adımları şöyle anlattı:
Türkiye’nin servet vergisine yönelmesi gerektiği konusunda geçtiğimiz günlerde açıklamalarınız oldu. Neden servet vergisi?
Şu anda bütçenin hemen hemen yüzde 95’i gelir ve kurumlar vergisi, KDV ve ÖTV’den elde edilen vergi gelirlerinden oluşuyor. Mülkiyet üzerinden bir anlamda servetten alınan vergiler açısından merkezi yönetim bütçesi son derece zayıf. Mesela 2014 Ocak-Ekim döneminde toplam vergi gelirlerimiz 286 milyar 575 milyon TL, mülkiyet üzerinden alınan vergiler ise 7 milyar 499 milyon lira ki bu yüzde 3’e karşılık geliyor. Bir de bunun dağılımına baktığımızda veraset ve intikal vergisinden 309 milyon TL, motorlu taşıtlar vergisinden 7 milyar 389 milyon TL gelmiş. Veraset ve intikal vergisi yoluyla yapılan edinimlerden alınan vergiler çok düşük. Bu ülkenin vefat eden zenginlerinden kalan miras bu kadar düşük mü, burada bir adaletsizlik var. Bir de mahalli idarelerin gelirleri içinde yine servet vergisi olarak ifade edebileceğimiz emlak vergisi var. Mahalli idarelerin 2014 Yılı Ocak-Haziran döneminde 36 milyar 393 milyon lira bütçe geliri olmuş. Bunun 4 milyar 900 milyonu sadece vergi gelirlerinden ibaret yani belediyeler de vergi geliri açısından son derece düşük düzeyde. Türkiye’de 2014 Ocak-Haziran döneminde mülkiyet üzerinden alınan emlak vergisinde 2 milyar 831 milyon lira toplanmış. 2013 yılının tamamında bütçe gelirleri 83 milyar, emlak vergisi geliri 3 milyar 800 milyon lira. Belediyelerin topladığı bütün gelirler, merkezi yönetim bütçesine aktarılan bütün kaynaklarla birlikte 83 milyar lira, bunun vergi gelirleri yani kendilerinin topladığı 8 milyar 200 milyon lira. Bunun da emlak vergisi miktarı 3 milyar 800 milyon lira. Tüm Türkiye belediyeleri İstanbul, Ankara dahil 3 milyar 800 milyon lira emlak vergisi toplamış, toplam giderlerinin yüzde 5’ini dahi karşılamayacak düzeyde bir emlak vergisi geliriyle karşı karşıyayız.
Emlak vergisi oranları değişmeli mi?
Meskenlerde emlak vergisi oranları büyükşehirlerde binde 2, diğer şehirlerde binde 1. Burada iki tane önemli çarpıklık var, bir tanesi Malatya’dan büyükşehir olduğu için İstanbul oranında alıyoruz. Diğer şehirlerde ise mesela Kars’ta binde 1 alıyoruz. Kars’ta binde 1 ödeyen İstanbul’da binde 2 ödüyor ya da Hakkari’de binde 1 ödeyen İstanbul’da binde 2 ödüyor. İşyerlerinde ise bunun iki katı yani binde 2 alınıyor. Büyükşehirlerde de oran iki katı olduğu için binde 4’e çıkıyor. Şimdi bu çarpıklıkların iki yönlü değerlendirilmesi lazım. Bölgesel gelişmişlik farklılıklarını dikkate alan bir emlak vergisi sistemimiz yok. Daha doğrusu servet vergisi sistemimiz yok. Öncelikle burada bir adaletsizlik var bunun düzeltilmesi lazım. İstanbul’da metrekaresi 10 bin dolardan rezidans satılıyor. Metrekaresi 500 dolardan diğer şehirlerde yüzüne bile bakan yok. Arada 20 kat fark doğabilecek bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu değerlemelerin son derece sağlıklı yapılması lazım.
Bugünkü yapı sağlıklı değil mi?
İllerde yerel yönetimlerin, Maliye Bakanlığı temsilcilerinin yer aldığı değerleme komisyonu 4 yılda bir toplanıyor ve değerlendiriyor. Mahalle, semt düzeyinde bakılıyor, sokak düzeyine inilmiyor. Hal böyle olunca mahalledeki en düşük değerdeki evi baz alıyorsunuz. Çok yüksek tuttuğunuz zaman o semtte daha düşük değerliye haksızlık yapılmış oluyor. Bu yaklaşımda bizi bu noktaya getiriyor. Komisyon bu noktada hata mı yapıyor değil ama emlak vergisi sistemini yeni bir reform alanı olarak görmemiz lazım. Değerlemeleri yaparken belki sokak düzeyinde hatta bina düzeyinde ele almak gerekir. Çünkü bunlar daha çok beyana esas şeylerdir ve asgari düzeyde emlak vergisi değeri komisyon marifetiyle tespit edilmekte. Dolayısıyla rakamlar son derece düşük. Genelde vergi gelirleri dağılımı açısından sorun teşkil ettiği için, haksız bir vergileme ile karşı karşıya bırakıyor. Buradan alamadığımız vergiyi KDV’den tüm tüketicilerden alıyoruz ki bu tüketici içinde aylık geliri 1 milyon dolar olan da var bin lira olan da var. Dünyadaki trend, üretim üzerinden alınan ÖTV, KDV, gelir vergisi, kurumlar vergisi yerine servet stoğuna yönelmiş durumda. Türkiye’nin emlak vergisi konusunda ciddi bir reforma ihtiyacı var. Çok düşük oranda emlak vergisi alarak merkezi yönetim bütçesi üzerinden sürekli büyükşehirlere belediyelere kaynak transfer etmenin bir anlamı yok. Niye İstanbul, İzmir Büyükşehir belediyelerine merkezi yönetim bütçesinden vergi toplayıp aktaralım ki.
Motorlu taşıtlar vergisinde durum nedir?
Motorlu taşıtlar vergisi (MTV) oranı da bölgesel olarak bir farklılık arz etmiyor. Trafik sorununu çözmek için İstanbul’a milyon dolarlık yatırımlar yapılıyor. Kütahya’daki MTV oranı ile İstanbul’daki MTV aynı ama o aracın hareket etmesi için yapılan yatırım maliyetine baktığımız zaman arada uçurum var. Dolayısıyla bu noktadan olaya bölgesel açıdan bakmak lazım. Yine asgari ücretten alınan vergilerde de bölgesel gelişmişlik farklılıkları dikkate alınmalı. Çünkü Türkiye’nin ciddi sorunları arasında iç göç sorunu var bence vergi politikalarının Türkiye’nin daha stabil hale gelmesini sağlayacak, iç göçü engelleyecek bir mekanizma olarak kullanılması gerekiyor. Bunun içinde emlak vergisi oranlarını, gelir vergisi oranlarını, MTV’yi değerlendirebiliriz, yani maliye politikalarımızda zihnimizin bir köşesinde mutlaka bölgesel gelişmişlik farklılıklarını giderecek bunu dengeleyecek, göç veren illeri teşvik edecek, göçü durduracak bir vergi politikası yaklaşımının olması gerekiyor.
Bölgesel asgari ücret uzun süre konuşuldu ama bir adım atılamadı, öneriniz nedir?
Bölgesel asgari ücretin olması gerekiyor. Emlak vergisini alalım, MTV’yi alalım, veresat intikal vergisini alalım, servet vergilerini alalım, asgari ücretteki vergiyi kaldıralım. Yani asgari ücreti zaten biz iktidara geldiğimiz dönemden bu yana 5 katına yakın artırdık. 184 liradan 891 liraya çıktı. 2015 yılı itibariyle de bu 950 lira civarında bir rakama ulaşacak ama bu da yeterli değil. En düşük memur zammı oranlarıyla mukayese edildiğinde asgari ücret konusunda biraz daha düşük kalmışız yani en düşük memur maaşını 2002’den bu yana 5.17 kat artırmışız asgari ücret ise 4.84 kat artmış, bunun da telafi edilmesi lazım. Asgari ücrette şu anda atılması gereken ilk adım memurumuza ne kadar hangi oranda zam verdiysek o nispette de asgari ücretliye zam vermemiz lazım. Asgari ücreti, en düşük memur maaşına göre uyarlayarak bugüne getirirsek ve üzerinden de gelir vergisi almazsak 2015 itibariyle asgari ücretin bin 100 lira olması lazım. Bunun asgari ücretli kesimi tatmin edeceğini düşünüyoruz. Bu bir ilk adım daha sonra da bir programla Türkiye’de 2025 lira olan en düşük memur maaşı seviyesine yaklaşan bir asgari ücret hedefinin olması gerekir.
Meclis’te bekleyen bir vergi reformu var, 12 yıldır neden bir vergi reformu yapılmıyor?
Bence adil vergi politikası Türkiye’de çok önemli bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor, el atılması gerekiyor. Bunlar Türkiye’nin reform alanlarındaki ihtiyaçlarından. Bir kere düşük gelirli insanların üzerindeki vergi yükünü kaldırıp servet stokunu artıran kişilere bunu yansıtabilmek gerekiyor. Adil bir vergi sistemi, devletle olan ilişkileri ve ülkeye olan bağlılığı da etkileyen temel psikolojik unsurlardan.
Orta ve yüksek teknolojiye geçiş öngörülüyor, bu kapsamda teşvik sistemine ilişkin görüşleriniz nedir?
Teşvik sisteminde temel başlık olarak istihdamın yurt genelinde teşvik edilmesi gerektiğini söylüyorum. Çünkü işsizlik sadece geri kalmış bölgelerin sorunu değil. Örneğin göç veren Tokat’ta yüzde 6.6 işsizlik var, İstanbul’a göç etti diyelim burada yüzde 11.2 işsizlik var. Ezberimiz neydi işsizlik nedeniyle göç oluyor oysa işsizlik oranı büyük şehirlerde yüzde 9.7, nüfusu azalan illerde yüzde 7,2. neredeyse 2.5 puanlık bir fark var. Çorum’da yüzde 5.9, oradan kalkıp Ankara’ya gelen bilsin ki Ankara’da işsizlik yüzde 10, hiç boşu boşuna memleketini terk etmesin. Teşviğe gelince istihdamda yurt genelinde teşvik sağlanması gerekiyor, yatırım teşvikleri ise enstrümanları da artırılarak cazip hale getirilip geri kalmış, göç veren illerde artırılması lazım. İstanbul’a yatırım teşviği vermeyin ama istihdam teşviği verin. İzmir’e yatırım değil, istihdam teşviği verin, hem yatırım hem istihdam teşviğini de Kütahya’ya, Çorum’a verin çünkü 13 ilde göç var bu iller boşalıyor.
Büyükşehirler özellikle İstanbul cazibe merkezi haline getirilmedi mi ?
İstanbul gibi büyükşehirleri o kadar cazip hale getirdik ki herkesin gözü İstanbul’da özellikle iş adamları ‘Ben İstanbul’da bir gayrimenkul alsam seneye iki katına çıkıyor. Kütahya’da Çorum’da, Tokat’ta alsam 10 senede iki katına çıkmayacak, benim orada ne işim var’ diyorlar. Gayrimenkul yatırım ortaklığı şirketlerinin projelerinin iller ve bölgesel dağılımına ilişkin bir çalışma yaptım. 30 Haziran 2014 tarihi itibariyle ellerinde toplam 33 milyar 500 milyon TL değerinde portföyleri var, bunun 25 milyar lirası yani yüzde 75’i İstanbul’da, 4 milyar 193 milyon lirası yani yüzde 12.5’i Ankara’da böyle bir çarpıklık olur mu? Bunun sürdürülebilirliği yok ben bu noktada diyorum ki ‘ey gayrimenkul yatırım ortaklığı şirketleri biraz Anadolu’ya açılın biraz az kazanın ama Anadolu içinde proje geliştirin.’ İstanbul ne kadar büyürse göçü o kadar tetikleyecektir. Bu noktada başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmemiz lazım. Bizim gençleri büyükşehirlere yönelmekten kurtarmamız lazım.
Özelleştirmeden 50 milyar liranın üzerinde gelir elde edildi, bu gelirler verimli kullanılabildi mi?
Özelleştirme gelirlerinin yüzde 90’ı KİT’lerin yatırım harcamalarında kullanılmış durumda. 2002 yılından buyana 53 milyar 849 milyon lira özelleştirme geliri elde edildi. Bunun 52 milyar 196 milyon lirası KİT’lerde yatırım harcaması olarak kullanıldı. 2002 yılından bu yana TCDD’ye 15.8 milyon lira, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ’ye 7.2 milyon lira, Elektrik Üretim AŞ’ye 5.8 milyon lira, BOTAŞ’a 3.7 milyon lira yatırım yapıldı.
İşveren kesimi ne diyecek?
Tabii ki bunun iki tarafı var özel kesimde bana bir maliyet binecek diye düşünüyor. Biz asgari ücretten vergi almayalım, zaten hükümetin bir çabası var, 3 çocuk sahibi olanlardan vergi alınmasın şeklinde. Bunu bu tür koşullara bağlamadan da yapabilelim,ayrıca 3 çocuk teşviği de verilsin. Çünkü asgari ücret mevcut haliyle gayet düşük bu noktada devlet bu fedakarlığı yaparken işverende sadece devletten beklemesin işverenimizde paylaşsın. Yani bu gelir dağılımında bizim için önemli olan ücretli kesimin daha iyi şartlara ulaşması. Nazım Ekren döneminde Ekonomik Kurul olarak Çek Cumhuriyeti’ne yaptığımız temaslarda gördüğüm ve örnek alabileceğimiz bir uygulama var. Burada ücret politikaları 3 yıllık kontratlarla yapılıyor, hükümet, sendikalar geliyor 3 yıllık orta vadeli bir takvime oturtuluyor. 3 yıl içerisinde işçiler ne alacaklarını hangi kademe de artış olacağını biliyorlar, işverenlerde buna göre hareket ediyorlar. Bizde ki uygulama da ise yılda iki kere asgari ücret belirleniyor. Asgari ücret iyileştirilmeli ki herkes kamuda çalışma beklentisi içine girmesin. Türkiye’nin personel, çalışma politikası ancak kamuda çalışan ile özel sektörde çalışan arasında hiçbir fark kalmayınca oturacaktır. Herkes ‘memur olacağıma özel sektörde de çalışırım aynı imkanlar özelde de var, kamu özel fark etmez’ dediği gün Türkiye’de çalışma hayatında istikrarlı bir ortam oluşmuş olur.