Enflasyon görünümü ve faiz tartışmaları!
Üretici fiyatları cephesinde fırtınalar kopuyor. Bir yandan iç ve dış talep daralıyor ve borç alacak zincirleri kırılıyor; diğer yandan döviz kuru ve emtia fiyatları cephesindeki yüksek oranlı fiyat oynaklıkları kırılganlığı arttırıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu, finansal piyasaların merakla beklediği şubat ayı enflasyon rakamlarını açıkladı: Tüketici fiyatlarındaki artış yüzde 0.71 olurken, yurtiçi üretici fiyatları yüzde 1,20 oranında yükselmiş. Yıllık rakamlar ise sırası ile yüzde 7.45 ve yüzde 3.10 düzeylerinde gerçekleşmiş. Bu veriler tek başına fazla bir şey söylemiyor, fakat arka planda kalan detaylar yangının büyümekte olduğuna işaret ediyor; fiyat istikrarının korunduğu görünümü gerçeği yansıtmıyor.
Özellikle üretici fiyatları cephesinde fırtınalar kopuyor. Bir yandan iç ve dış talep daralıyor ve borç alacak zincirleri kırılıyor; diğer yandan döviz kuru ve emtia fiyatları cephesindeki yüksek oranlı fiyat oynaklıkları kırılganlığı arttırıyor. Son haftalarda ekonomi gündemine ipotek koyan faiz tartışmalarının, bu alandaki büyüyen olumsuzluklardan beslendiğini görmek gerekiyor.
Tüketici fiyatları ise düşük gelir gruplarını yakıyor ve diğerlerini tehdit ediyor. Gıda ve alkolsüz içecek grubunda, Ocak ve Şubat aylarındaki fiyat artışının yüzde 6.19 olarak gerçekleşmesi belirsizlik algısını güçlendiriyor. Başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki gerilemenin etkisi, kur artışları ve maktu vergi ayarlamaları ile dengelendiği için şimdilik pek hissedilmiyor.
Bu aşamada sormak gerekiyor: dış koşullara bağlı olarak Türkiye Ekonomisi durgunlaşır ve işsizlik artarken, fiyat istikrarı korunabilir mi? Yanıtlayalım: kesinlikle hayır. Olumlu küresel koşullara bağımlılığın yüksekliği sebebiyle, dış koşulların olumsuzlaşması ve riskten kaçınma eğiliminin güçlenmeye devam etmesi durumunda ortalığın karışması kaçınılmazdır. Merkez Bankasının yapabilecekleri ve makro ihtiyati destekler, yeterli olamaz. Finansal piyasalar açısından karabasana dönüşen faiz tartışmaları, bu çaresizliğin gözlenebilen yansımasıdır.
Siyasi irade ekonominin canlanmasını ve işsizliğin artmamasını istiyor; bunun içinde faizlerin yatırımları ivmelendirecek şekilde düşürülmesini istiyor ve sonrasını düşünemiyor! Bu eylemin öngördüğü sonucu veremeyeceği gerçeğini hazmedemiyor; teşhisin eksik ve yanlış olduğunu kabul edemiyor! Tüketicilerin büyük çoğunluğunun borç batağında olduğunu ve küresel talebin daraldığını, sanayide kapasite kullanımının gerilediğini ve tarımın alarm vermeye devam ettiğini görmek istemiyor! Olumsuzlukların tüm faturasını faiz lobisine çıkartmak kolaycılığı ile göz boyamaya çalışıyor ve inatlaşıyor!
Bir düşünün: işletmesinin kapasite kullanımı gerileyen, malını satmakta ve alacaklarını tahsil etmekte ciddi sıkıntılar yaşayan bir sanayici ne yapar veya neleri yapmaz? Ucuz borç bulur ise sorunlarını mı iyice ağırlaştırmaya çalışır, yoksa risklerini azaltmaya mı odaklanır? Küresel koşulların olumsuzlaşmaya devam ettiği koşullarda, hangi tercih daha olasıdır? Faaliyet gelirlerinin daha da azalması ve taşınan risklerin artması pahasına borç yükünü yeni rekorlara taşımak tutarlı bir tercih olabilir mi? Olabilir diyebilecek kadar çaresiz olanlar, sonuçlarına katlanmak koşulu ile döviz kurundaki yükselişlerin geçici ve spekülatif olduğunu iddia edebilir!
Yaşamakta olduğumuz sorunlar konusunda, finansal piyasalarımız da en az siyasi irade kadar sorumludur. Aşırılıkları beslemek konusunda işbirliği yapanların, bugün hasım olmaya başlaması sürpriz sayılamaz. Bedel ödeme ve hesap verme korkusu, her beşeri şaşırtıp yoldan çıkartabilir! Ekonomik daralmanın daha da güçleneceği ve işsizliğin artmaya devam edeceği bir gelecek bizi bekliyor olabilir. Böyle olması durumunda fiyat istikrarı veya finansal istikrar kavramlarının arkasına saklanmak anlamsızdır; itibar kaybı bu şekilde önlenemez.