Türkiye, yassı çelikte rakiplerinin ‘hedef’ pazarı oluyor

 60 milyon tonluk çelik üretim kapasitesine sahip olan Türkiye, bunun neredeyse sadece yarısını üretiyor. Üretimdeki yavaşlamaya karşılık özellikle yassı çelik ürünlerinde ithalat baskısı yaşanıyor. Maliyetler yüzünden otomotiv, beyaz eşya gibi sektörlerin Çin, Güney Kore, Rusya, Hindistan gibi ülkelerden ara mamul tedarik ettiği belirtiliyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Nurdoğan A. ERGÜN

Toplam 60 milyon tonluk çelik üretim kapasitesine sahip Türkiye’de üretim yavaşlarken, ithalatın artışı dik­kat çekiyor. Özellikle yassı çelikte (sac), Uzakdoğu ülkelerinden it­halatın artış eğilimine girdiği gö­rülüyor.

Geçen yıl Türkiye’nin sı­cak rulo sac ithalatı %5,6 oranında artarken, bu artışta 6 Şubat dep­remleri sonrasında İSDEMİR’in üretiminin durması büyük rol oy­nuyor. Türkiye, 2023'te yaklaşık 9,5 milyon ton yassı çelik ithala­tı gerçekleştirmişti. İthalat eğili­mi bu yıl da devam ediyor.

Türki­ye’nin ithalat yaptığı bölgeler ise, Çin, Güney Kore, Vietnam gibi ay­nı zamanda ihraç pazarlarında ra­kibi olan ülkeler. Sadece Çin’den yapılan ithalatın %280 oranın­da artış göstermesi, yerli üretim için ‘tehlike çanlarının’ çaldığını gösteriyor. Türkiye’de yeterli ka­pasite ve kaliteli üretim olması­na rağmen ithalatın artma nedeni ise tamamen maliyet odaklı ola­rak yorumlanıyor.

Yüksek maliyet ve korumacılık çıkmazı

Demir-çelik sektörünün yük­sek yatırım maliyeti gerektiren bir sektör olduğuna işaret eden Yassı Çelik İhracat ve Sanayicileri Der­neği (YİSAD) Sektör Danışma­nı Asuman Gürsoy, bu nedenle de sektörde fırsat ve tehditlerin ön­görülebilir olmasının büyük önem taşıdığını belirtti.

“Ne yazık ki ge­lişmeler sektör mensuplarının le­hine olmuyor” diyen Gürsoy, şöyle devam etti: “Başta AB ülkeleri ve ABD olmak üzere korumacılık ön­lemlerinin artarak devam ettiği, jeopolitik risklerin çoğaldığı, nav­lun bedellerinin tercihleri önemli ölçüde etkilediği, lojistik sorun­ların yaşandığı, üretim maliyet­leri sahip oldukları enerji ve ham madde kaynakları nedeni ile bize göre çok düşük olan Çin, Güney Kore, Rusya, Hindistan, Vietnam, BAE gibi ülkelerin, üretiminde it­halata bağımlı olan Türkiye’yi he­def pazar olarak görmeleri, üreti­cilerimizi hem iç, hem dış pazar­larda zora sokuyor.”

“Fiyat tutturamıyoruz, sanayi ithal alıyor”

Sektör mensuplarının, finans­mana erişimin zor olduğu günü­müz şartlarında dahi yatırımla­rına devam ettiğini anlatan Gür­soy, “Buradaki itici güç, yassı sıcak sac üreticilerimizin artan ve ya­kın gelecekte daha da artacak olan üretim kapasiteleri, özel kalite sac üretimlerindeki başarılı dene­meleri olmakla beraber, asıl ne­denlerden birisi de katma değer­li ürünlere yönelmek ve bu katma değerin yurt içinde kalmasına kat­kıda bulunmak” yorumunu yaptı.

Artan kapasitelerin yarattığı arz fazlalığına karşılık azalan talebin sıcak, soğuk, galvanizli ve boya­lı saclarda her geçen gün ihracat baskısını arttırdığını kaydeden Gürsoy’a göre asıl problem de bu­rada başlıyor. Hammadde temi­ninde ithalata bağımlı olan yer­li yassı sıcak sac üreticileri, artan üretim maliyetleri nedeni ile re­kabetçi fiyatlar veremiyor. Bu da otomotiv, beyaz eşya, soğuk hadde, boru, panel sektörü başta olmak üzere pek çok ihracatçı sanayi ku­ruluşunu ithalata yönlendiriyor.

Gürsoy, “Çünkü yerli üreticiden yapacakları tedarikte aldıkları fi­yatlarla maalesef yurt dışı pazar­larda rekabetçi olma şansları kal­mıyor. Üretim maliyetleri bize göre çok daha düşük olan Çin, Hin­distan, Vietnam, Malezya gibi ül­keler pek çok ihracat pazarımızı ele geçirmiş durumda. Ve bunla­rın geri kazanımı çok ciddi tavizler gerektirecek” vurgusu yaptı. Gür­soy, oysa ürün çeşitliliği ve kalite anlamında Türk yassı çelik sektö­rünün aranan standartlarda oldu­ğunu da ekledi.

SKDM sektör için fırsata dönüştürülmeli

Yine de pes etmeden yeni ihraç pazarları arayışında olan sektör oyuncularının, yeni uygulamalar karşısında en büyük pazarların­da zorlanmaya devam ettiğini dile getiren Gürsoy, sektörün önünde­ki ‘en büyük’ riskin AB’nin ‘Sınır­da Karbon Düzenleme Mekaniz­ması (SKDM)’ olduğunu belirtti.

Bunun temelinde AB’nin kendisi­ne yapılacak ithalatı engelleme ni­yeti yattığı yorumunu yapan Gür­soy, “Çelik sektörü, SKDM’den en fazla etkilenecek sektörlerin ba­şında geliyor, uygulamanın ya­ratacağı ticari risk tehditlerinin yanı sıra çevreyi, doğayı koruma amaçlı iyileştirmelerin yapılması konusunda bir fırsat olarak da de­ğerlendirilmeli” dedi.

Dünyanın hemen her bölgesinde yeşil çelik kavramının hızla gelişeceğini ön­gören Gürsoy’a göre, bu süreçteki asıl gereklilik; adil ve açık bir ti­caret sisteminin olması. Bu nok­tada üreticilere seslenen Gürsoy, “Altını çizmek istediğim başka bir husus ise; bu geçiş aşamasında ih­racatçı üreticilerimizin AB’deki müşterileri ile sıkı temas halin­de olmaları.

Çünkü AB’de sürege­len bir standart çalışması olduğu­nu, bu standartlara uygun olma­yan ürünlerin AB’ye ithalatında zorluklar yaşanabileceği bilgileri alınıyor. Sorunların çözümünde ülkelerin yetkili otoritelerin gö­rüşmelerinden çok AB’deki itha­latçıların kendi otoritelerine yap­tıkları baskının daha etkili olacağı dile getiriliyor” diye konuştu.

Demir hurdası ‘altın’a dönüşüyor

Türkiye çelik üretiminde EAO’ların (elektrik arklı ocak) payının yüzde 75 olduğunu aktaran Asuman Gürsoy, bunu da karbon salınımı açısından bir avantaj olarak gösterdi. Ancak hurda temininde yaşanması muhtemel tedarik sıkıntılarına dikkat çeken Gürsoy, “EAO’lı çözümlere odaklanan sektörün bugün dünyada 655 milyon ton olan demir hurdası kullanımının 2033’te 1.05 milyar tona çıkacağı, gelecekte hurdanın yeni altın gibi değerlendirileceği, getirilen kısıtlamalarla kritik hammadde haline geleceği ve Türkiye gibi ithal hurdaya bağımlı ülkelerde tedarikte zorluklar yaşanacağı tahmin ediliyor” dedi.

Sektörün devletten beklentileri

 -Tüm üreticilere, ürünlerini tüketen ihracatçı sanayi kuruluşlarına rekabetçi fiyatlar verebilmesini sağlayacak destekleri sağlayacak düzenlemeler yapılması,

-AB ile uyumlu kendi ETS sisteminin ivedilikle kurulması,

-Karbon vergilerinin AB ile yeknesak olması, böylece vergi farkı var ise AB sınırında ilave vergi ödenmesinin önüne geçilmesi,

-'Kirleten kirlettiği kadar öder’ prensibinin benimsenmesi, karbon vergilerinin üretim kaynağında ödenmesinin sağlanması,

-Karbon vergileri ile yaratılan fonun şeffaf ve hızlı bir şekilde ilgili sektör kuruluşlarının sürdürülebilirlik projelerine destek amacı ile geri aktarılmasının sağlanması,

- Yenilenebilir lisansız enerji yatırımlarına kolaylık sağlanarak teşvik edici unsurların geliştirilmesi