Türkiye ekonomisi için bazı sonuçlar

Dış ticarette rekabet gücünü artırmaya yönelik bir sanayi politikası ile zor yolu seçmek yerine, önümüzdeki 10 yılın inşaat/kentsel dönüşüm yoluyla sermaye birikiminin sürdürebileceğinin umulması ülkeyi geleceğe taşımaz

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

2222.jpgDizimizin sonuç bölümünde inşaat-enerji vektöründe sıkışıp kalması halinde “büyüyememe tuzağına” düşecek bir ekonomi için bazı temalar ve önerileri tartışacağız. “Orta gelir tuzağından çıkış” meselesi ekonominin potansiyel büyüme hızından daha hızlı büyümesini gerektiriyor. Uzun vadede (on yıl?) bu mümkün olamayacağı için, potansiyel büyüme hızının kendisinin artması şarttır. Bu hız %4-4.5 civarında düşünülebilir. Oysa ki ekonominin 2012-15 patikası bize %3-3.5 aralığında bir büyüme veriyor. Hem ihtiyacın altında (%5-5.5), hem de potansiyelin altında bir patikaya yerleşmiş durumda.

Türkiye ekonomisi 2003-4-5 yıllarında Derviş-IMF programının pozitif etkisini –dünyadaki tasarruf bolluğu ve gelişmekte olan piyasalara oluk gibi akan sermaye girişlerinin büyük yardımıyla elbette- yaşadı. “Teknik” bakıyoruz: Derviş-IMF programının ekonomi politik anlamını ve olumsuz sonuçlarını tartışmak bu yazının gündeminde yer almıyor.

Kamu maliyesinin disipline edilmesi büyüme hızını artırdı. Böylece İrlanda’nın 1980’lerin sonundaki ikinci reform programının hikayesine benzer bir başarı hikayesi doğdu. Fakat hikaye orada kaldı. 2010-11’deki iç talebe aşırı yüklenen büyüme sürdürülemezdi. Sonuçta cari açık/ GSYH oranının %10’a dayanmasıyla resmi olarak da bu kontrolsüz gidişi dengelemek için önlemler alındı.

Thirlwall modeli (1979) post-Keynesian modellerin en operasyonellerinden. Merkezinde talep var ve ülkeler için test edilebiliyor. Literatür genişçe sayılır. Aslında basitçe ödemeler dengesi açık verdikçe büyümenizi sürdüremezsiniz diyor. İki tezi var: (a) İhracat arttıkça büyüme hızlanır çünkü ödemeler dengesi tahdidi gevşer. ( b) Tahdit gevşedikçe iç talep de artar. Bunlar Türkiye için tam olarak geçerli olmayabilir çünkü sermaye akımları bu tahdidi gevşetti. Ama yine de temel iddia doğru: “Sermaye girişi yoksa büyüme de yok”. Hatta büyüme için gereken sermaye girişi yüzde olarak artıyor veya, tersten, eski dönemdeki kadar sermaye girişi olması aynı oranda büyümeyi sağlamıyor. Ne yapılabilir?

Biraz inşaat gerekir

18. yüzyıl başında servetin yüzde 57'si tarımsal araziden kaynaklanıyordu. 19. yüzyıl başından I. Dünya Savaşı'na kadar net dış varlıklarda hızlı artış ve savaşla beraber düşüş görüyoruz. Koloniyalizmin ve klasik dönem emperyalizminin eski biçimleriyle sürememesi sonucunda 1950'den itibaren bu pay azalıyor. Ev sahipliği tarımsal arazinin yerini alıyor ve diğer sermayenin önemi artıyor. Artık servet neredeyse yarı yarıya ev sahipliği ve kapital sahipliği (fixed depreciable capital + financial wealth) şeklinde ikiye bölünüyor. Dünyada da böyle. Sermaye birikiminde gayrimenkulun rolünün artması “ilk birikime” geri dönüş anlamına gelmeyebilir. Önemli olan aşırıya kaçılmaması. Öte yandan üretim organizasyonunda ve imalat sanayisinin GSYH içindeki payındaki köklü değişimler olmasına rağmen son 35 yılda gelişmiş ekonomilerin dünya imalat sanayisi ağırlıklarını koruduklarını unutmayalım. Yine de, imalat sanayisinin GSYH içindeki payının sanayileşmiş ülkelerde %3040 aralığında zirve yaptığı, gelir düzeyi arttıkça hizmetlerin ağırlığının arttığı da açıktır. McKinsey raporu bu olguyu göreselleştiriyor (“Manufacturing the future: The next era of global growth and innovation”, McKinsey Global Institute, November 2012).

Milli gelir kompozisyonu ABD'ye benzeyen –yüzde 70'lerde özel tüketim payı, hızla düşen tarımsal ağırlık ve kamu sektörü payı- Türkiye ekonomisi, vadeler uzar, faizler düşerse –Amerikan tipi mortgage yaratılmasıyla- ABD'nin 60 yıl önceki momentumunu tekrar mı edecektir? Bu mümkün olmayacak kanısındayım, ama belki hayal edilen, bulunabilen tek senaryo şimdilik budur. İnşaat sektörünün milli gelire oranı, tıpkı ABD'de olduğu gibi yüzde 5-6 dolayında. Benzer şekilde konut sektörü Türkiye'de de ya bir resesyon öncü göstergesi, ya da bir dinamizm öğesi. İnşaatla bağlantılı olarak çimento, boya, cam, demir çelik, mobilya vb sektörler de hareketleniyor, tüketici kredilerinin yarısına yaklaşan konut kredileri canlı seyrediyor, projelerin finansmanı çok büyük rakamlı yurt dışı kaynaklı kredi/borç akımlarına neden oluyor.

Giderek geniş tanımlı inşaata dönen özel sektörün döviz cinsi borcundaki hızlı artışın önemli bir nedeni konut yatırımlarının GSYH artışının üzerinde bir hızla büyümesidir. Proje finansmanı bağlantılı büyük montanlı döviz borçları buradan da geliyor.

Ama o kadar: Tek faktöre dayalı büyüme sürdürülemez

Solow (1956) ve Swan’dan (1956) yola çıkarsak, teknolojik ilerleme yoksa sermaye getirisi azalan getiriye tabi olur. Daha fazla sermaye kullanmanın getirisi sürekli azalır. Bu çok eski bir fikir ama yanlış mı? Tek faktöre yüklenen büyüme patikaları modeli nasıl “inceltirseniz” inceltin sonunda azalan getiriye tabi olur mu? Mesela TOKİ/Emlak GYO modeli. Literatürdeki deyimle "commons" (ortak araziler veya bizdeki haliyle hazine arazileri) arzı limitte sonsuza gidecekse, fon yaratımı da sonsuza gidecek şekilde tasarlanmış bir "model" (perpetuity gibi). Hayal edilen talep yaratılır ve proje finansmanı/gayrı menkul geliştirme için dış kaynak tahdidi olmazsa, "sonsuz işgücü arzına" dayalı Lewis modeline denk bir model olarak düşünülüyor: Fark şu ki "sonsuz arz edilecek olan" bu sefer işgücü değil, arazi.

Buradaki önemli konu büyüklük. Sadece İstanbul değil, 81 vilayet içinde en yüksek inşaat yatırımı yapılan diğer şehirler de -Ankara, Konya, Kayseri, Antalya, İzmir vd- dönüşmeye aday. İç piyasada satılan, dış ticarete konu olmayan konutların üretimi için ithal girdi kullanıldığını ve sektörün ithalatının tümünün doğrudan net dış ticaret açığı olduğunu da ekleyelim. Yabancılara konut satışları doğrudan yabancı sermaye yatırımı içinde olduğu için, dış ticaret kalemi değil açığın finansman kalemidir. Bütün hesaplar önümüzdeki 5 yılda 2.5-3 milyon konut talebi olacağına ve bunların finanse edileceğine dayanıyor. Fakat konut kredisi kullanımında ortalama miktarın düşük olması ve cari faiz/vade yapısında çoğunluğun ancak 50-100 bin TL arası kredi kullanabilir durumda olması sadece sosyal konut veya kasaba/küçük şehir konutlarının yaygın talep edilebileceğini gösteriyor. Bu böyle çünkü hanehalkı borçluluğu fazla hızlı artmış durumda. Yatırım amaçlı konut alımı ve/veya yabancıların konut alımı büyük şehirlerdeki talebin yüzde 30-40'ı arasına yükselirse, efektif talep sorunu çözülebilir. Öyle bile olsa, dış ticarette rekabet gücünü artırmaya yönelik bir sanayi politikası izlemeye kalkarak zor yolu seçmek yerine, önümüzdeki 10 yılın inşaat/ kentsel dönüşüm yoluyla sermaye birikiminin sürdürebileceğinin umulması ülkeyi geleceğe taşımaz.

Ne tür bir temel yaklaşım?

Önce bir büyüme modeli olmalı. Optimal olacağı için planın düali demek.
• Gelişmiş ekonomiler teknolojik ilerlemeyi daha hızlı kullanıma sokabiliyor. Neden? (i) Beşeri sermaye güçlü (ii) Genel olarak ileri bilimsel bilgi var (iii) Derinleşen sermaye piyasaları mevcut (iv) Kamunun ARGE fonlaması sanıldığından çok daha fazla.
• Dolayısıyla, modele “verimli kamu yatırımları” dahil olmalı.
• Bu, eski günlere dönüp kamunun mal alıp satması (KİT) manasına gelmez ama kamunun teşvikleri tasarlamaktan öte bazı sektör, proje ve teknolojileri destekleyecek olması anlamına gelir. • Tek faktöre ağırlık vermemeli. • Tek sanayi seçmemeli. • Teknik ilerleme “yönlendirilmiş” ve yanlıdır. Kar ve talep beklentisi teknik ilerlemeyi yönlendirir ama kamu da yön verebilir.
• “İçsel” (endogenous growth) –beşeri sermayeye dayalı- ve zamanla değişen parametreleri olan bir model.
• “Beşeri sermaye” demek tamamen modern bir temel ve teknik eğitim demektir.
• Model hem büyüme, hem dalgalanmaları birlikte ölçmeye izin vermeli.
• Model, borç tetikleyicileri (iç tahdit) ve sermaye girişleri tahdidi (dış tahdit) altında sonuçları ölçebilmeli.
• Kamunun bütün piyasa ekonomilerinde önemli bir rolü vardır. “Kamu etkin değildir” iddiası esasen bir dönemin retoriğinden ibarettir ve Batı, bu ideolojik teze fazla da inanmadığını göstermiştir.

•Teşviklere uyumlu (incentive compatible) bir sistemi tasarlayamayan bir politika dengesizlik yaratır ve etkin de olmaz.

kl.jpg

Ufuk turunun özellikleri

Farklı desenler var: "Şartlı yakınsama" mümkün mü?
• İmalat sanayisinde şartlı yakınsama mümkün. Ama genelde zor. • Gelişmiş (Batı) ekonomileri(ni) yakalama (catch-up) eksik kalıyor. • İmalat sanayisinde “yakalama/ yetişme” gerçekleşiyor fakat bütüne bakınca bu olmuyor. • Üstelik imalat sanayisinin payı dünya genelinde düşüyor.
Tek bir model var mı?
• Eski dünyanın önerdiği kuram ve modeller farklı. • Ama yeniliklerin eski modellerle akrabalığı sürüyor. • Tek bir modelle açıklama yerine “az sayıda modelle açıklama” çabası.
Coğrafya ve kültür engel mi?
• Engel evet. Engelin derecesi bütün diğer değişkenleri kontrol ederek görülebilir. • Kurumlar önemli çünkü inançlar ve tercihler daha da yavaş değişiyor. • Olayın özü beşeri sermaye ve teknolojik gelişmenin “uygun teknoloji” odağında birleşmesinde.

Bu konularda ilginizi çekebilir