Teknoloji ve tasarrufların büyümeye etkisi
Açık bir ekonomide yatırımlar iç ve dış tasarruflara eşit oluyor. Ancak bu özdeşlik her zaman diliminde tasarrufların yatırımlarla el ele gittiği anlamına gelmemekte.
GSYH (Gayrısafi yurtiçi hasıla) serisi bir yıl içinde o ülkede üretilen mal ve hizmetlerin katma değerini ölçmeye çalışmaktadır. Bu amaçla genellikle üretim fonkisyonu yaklaşımı kullanılır. Bu yaklaşımın sorunları olmakla beraber, pratikte ampirik ölçmenin temelinde hala üretim fonksiyonu yatmaktadır. Üretim açısından GSYH (Y), sermaye (K), işgücü (L) ve bazen “beşeri sermaye” (H) tarafından üretilen bir toplu değişken olarak görülür. Y’nin bu şekilde ölçümünde genellikle K, L ve H’ya atfedilemeyecek bir "kalan" (residual) oluşur.
Nobel ödüllü Robert Solow, 195758 yıllarında, sadece sermaye verimliliği veya işgücü verimliliği olarak görülmeyip, tüm faktörlerin “kalanı” (Solow residual) olarak ölçtüğü tüm üretim faktörlerine genelleştirilmiş bir katsayı hesapladı. Yani büyümeyi sermaye ve işgücünün dışında etkileyen, bu faktörler tarafından açıklanamayan bir etken vardı. Toplam faktör verimliliği (TFV) adı verilen bu "kalan" faktör, ekonominin uzun dönemli veya potansiyel büyüme hızını en çok etkileyen etken olarak görüldü. Bu durumda gelişmekte olan ülkeler için sermaye birikimi en önemli faktör olmaktan çıkıyordu.
Sermaye birikimini tahtından indirmek olarak algılandı. Asıl önemli olan büyük kısmını teknolojik ilerlemenin oluşturduğu bu “kalan” faktör idi. Sermaye birikimini tahtından indirmek demek aynı zamanda birkaç anlama gelebilir: (a) Tasarrufları artırmak o kadar da önemli değildir. ( b) Sovyet tipi planlamaya-ağır sanayiye dayalı endüstrileşme gereksizdir; sonuçta "aşırı sermaye birikimine" yol açar. Buna "dinamik etkinsizlik" adı veriliyor. Önemli olan teknoloji, pratikte eğitim ve TFV'yi artırabilecek tüm diğer önlemlerdir.
Hicks ve Kaldor tarafından getirilen eleştiriler
Bu tezler 1961 yılında Korfu'da toplanan meşhur "sermaye tartışması" (capital controversy) kongresinde Hicks ve Kaldor tarafından eleştirildi. Solow'un büyümenin 7/8'ini TFV'ye, sadece 1/8'ini sermaye birikimine atfeden regresyon yöntemi mercek altına alınırken, "gelişmekte olan ülkelere düşük sermaye/hasıla oranlarıyla büyünebileceği-kalkınılabileceği mesajını vermek yanlıştır" denildi. Tartışmanın teknik noktası sermaye stoku K'nın nasıl ölçüleceğinde düğümleniyordu. Muhasebe kayıtlarında sürekli yeniden değerleme yapılmaz, teknolojik ilerlemenin yatırılmış ve makina-ekipmana dönüşmüş sabit sermayeyi nasıl "değersizleştirdiği" dikkate alınmazsa, K'daki gerçek artış algılanamaz görüşü savunuldu. Dolayısıyla Solow'un K'yı eksik/yanlış ölçtüğü, yeni sermaye serileriyle ulaştığı sonucun kökten değişeceği iddia edildi. 1960'lar bu tartışmaların devamına sahne oldu. Solow, daha sonra ölçümünü değiştirdi ve K ile TFV arasındaki ilişki daha normal bir hal aldı.
İki soru: TFV: (1) Tarihsel olarak nasıl bir rol oynadı? (2) Teknoloji imalat sanayisinde yayılıyor. O zaman toplamda hangi tür toplumlar teknolojiden yararlanıyor, TFV’ye dayalı büyüyebiliyor? Abramowitz & David (1996) bu soruya "toplumsal kapasite/yapabilirlik" ve "teknolojiye uygunluk" cevaplarını verdiler. Abramowitx & David (2001) makalesi de 19. yüzyıl ABD büyümesi için TFV’yi tahtına geri döndürdü. TFV deseninin ABD için en fazla geçerli olduğunu, Avrupa’da İngiltere (18011831) ve Portekiz (1910-1934) dışında bu desenin pek de bulunamadığını eklemek gerekiyor . 1960-90 arası Asya kaplanlarının yükselişindeyse hiç yoktu: Sermaye çok önemliydi. Fakat bu yükselişin devam etmediğini düşünürsek TFV’nin önemsiz olduğu sonucuna varmakte acele etmemek gerektiği ortaya çıkar. Bu metodun artıları ve eksileri var.
Mesela TFV teknolojik ilerlemeyi düşük ölçebilir: (a) İkame elastikiyeti 1’den küçükse ve ilerleme "emekten tasarruf eden" türdeyse üretim fonksiyonu TFV’yi düşük verir ( b) Korfu eleştirisi (Hicks, 1961): İlerleme mallarda cisimleşmiş ise teknolojik ilerleme hem TFV, hem sermaye artışını kapsar.
Tersine, hızlı büyüme dönemlerinde, TFV teknolojinin rolünü abartır. Aslında beşeri sermaye, ölçek ekonomisi, emeğin organizasyonu, teknoloji açıklarının kapatılması –ilerleme değil açık kapama- TFV’nin çoğunu açıklar.
Toplam faktör verimliliğinin önemi sadece sermaye stokunu artırarak veya sadece istihdamı artırarak ulaşılan büyüme hızlarının kalıcı olmadığını, büyümenin sürdürülebilirliğinin mutlaka verimliliğe dayanması gerektiğini vurgulamasında yatıyor. Verimlilik deyince de akla bütün bunlar elbette geliyor ama “teknolojik ilerleme” zaten fazlasıyla, haydi haydi geliyor.
Tasarruflar büyüme için ne kadar önemli?
Keynes, bir özdeşlik olarak, yatırımların tasarruflara eşit olduğunu yazmıştı. Açık bir ekonomide yatırımlar iç ve dış tasarruflara eşit oluyor. Ancak bu özdeşlik her zaman diliminde tasarrufların yatırımlarla el ele gittiği anlamına gelmemekte.
Büyüme-yüksek tasarruf-yüksek yatırım oranı ilişkilerine bakarak yüksek korelasyon elde edilen durumlarda da, korelasyon nedensellik ima etmediği için, ya nedenselliğin yönü ya da başka faktörlerin rolü gündeme geliyor. Bu konu bizi derhal Kalecki'ye götürüyor. Bazen Keynes'ten önce Keynesçiliğin özünü formüle eden iktisatçı olarak nitelendirilen Polonyalı iktisatçı (i) yatırımların tasarruflardan bağımsız olduğunu (ii) yatırımların gecikmeli olarak yapıldığını öne sürmüştü. Buna göre yatırımlar (a) "normal" sermaye stokuyla cari sermaye stoku arasındaki farkın ( b) cari gelirle "normal" gelir arasındaki farkın artan ve doğrusal olmayan bir fonksiyonu olarak formüle edilir.
Yatırım, bağımsız değişkendir ve tasarruflar yatırımlara uyum sağlar. "Gönüllü" tasarruflar yatırımları finanse etmeye yetmiyorsa ya "zorunlu" tasarruflar devreye sokulur, ya da başka finansman-kredi olanakları kullanılır. Aslında burada Keynes öncesi, örneğin 1930 yılında Melbourne'da çarpan-hızlandıran etkilerinden bahseden Prof. Giblin gibi pek bilinmeyen, "klasik" bir görüşü de görüyoruz: Tasarruflar otomatik olarak yatırıma zaten dönüşüyor. Fakat yatırım kararları tasarruflara bakarak alınmıyor.
İki farklı şey söylüyor
Kalecki çizgisi Kaldor-Kalecki iş çevrimi modelleri halinde 1990'lardan itibaren tekrar ilgi odağı oldu. Bize iki farklı şey söylüyor: (1) Tasarrufları artırmak yatırımları artırmayabilir –hepsi otomatik olarak yatırılsa bile, bu sefer de diğer finansman imkanları kullanılmayacaktır çünkü yatırımlar dışsaldır. Tasarrufları artırmanın en önemli sonucu cari açığı azaltmak olabilir, ki bu sonuç doğrudan doğruya "absorption approach" tarafından bize verilen bir sonuçtur. Cari açığı elastikiyet yaklaşımı veya zamanlar arası ikame yaklaşımı daha iyi açıklıyorsa, bu sonucun şiddeti azalabilir. (2) Yatırım fonksiyonunun iki argümanın da doğrusal olmayan ve gecikmeli olması bize tasarruflardan bağımsız – ama finansman imkanlarına bağımlıbir kompleks dinamik verir. Parametre değerlerine çok hassas ve doğrusal olmayan bir modelde dengeler birden fazla olabilir, çatallaşabilir, kararlı bir yörüngede seyreden iş çevrimi aniden başka bir yörüngeye girebilir vb.
Cazip görünen bu modellerin ampirik karşılığının güçlü olmadığını düşünüyorum. Planlamayla yönlendirilen karma ekonomilerde görülebilecek otonom yatırımla kalkınma hamlelerine uyuyor görünmekte. Ama "tasarruflar artınca sorun çözülür" yaklaşımının fazla basit olduğunu bize hatırlatıyor.