21.Yüzyıl Gidişatında Bazı Öngörüler ve Türkiye

Bekir Kavruk, 2013 itibariyle dünyada şekillenen gelişmeler ışığında 21. yüzyıla ilişkin bazı öngörülerini yorumluyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Dünyanın şekillenmesinde 20'nci yüzyıldan itibaren önemli rol oynayan ABD ekonomi politikalarının temelinde her başkanlık döneminde o döneme has uygulamaya geçirilmeye çalışılan başkanlık doktrinleri başrol oynamıştır. 
 
ABD başkanları döneminde doktrinleri şekillendiren stratejilerin belirlenmesinde özerk, bağımsız, kendi alanlarında uzman,  rasyonel ve yapmış olduğu eleştiriler saygı ve ciddiyet ile karşılanıp değerlendirilen kendi aralarında da rekabetin söz konusu olduğu Think Tank ismi altında oluşturulmuş kuruluşlar  en önemli rolü oynamaktadırlar. Bu kuruluşlar ABD'nin kendi içinde sağlıklı işleyen özgürlükçü demokrasisinin gereği ne iktidar karşıtları gibi kayıtsız şartsız muhalif ne de yapmacık iktidar dalkavukları gibi liderlerin duymak istediklerini değil ulusal çıkarlar uğruna doğruya doğru hakem gibi gerçekleri konuşan, saygın ve objektif olmaları için özerk – bağımsız yapıları bilakis korunan kuruluş ve enstitülerdir.
 
ABD'nin aksine bu önemli husus Osmanlı'nın son dönemlerinden günümüze kadar Türk devlet yapısının zayıf noktalarından birisini teşkil etmektedir.  Bu zayıf nokta dönem liderleri ülkeyi yönettiklerini zannederlerken her döneme uygun kabuk değiştirip kendini kamufle eden bir yandan padişahım çok yaşa derken diğer yandan zaman zaman dış oluşumlu cemiyet ve gruplardan da destek alıp gerçekte iktidar ve imtiyazı hep ellerinde tutmayı başaran kökenleri asker ya da sivil fark etmez ama adeta toplum içerisinde aristokrat ayrı bir sınıf oluşturarak bazen de pişkinlikleri icabı işin gereğini değil egolarının gereğini hayata geçiren bürokratların varlığı gerçeğidir.          
 
Tarihin en eski ama en ünlü başkanlık doktrini Başkan Monroe Doktrini (1828) olup, bu doktrinle tüm Amerikan kıtasına Rusya dahil Avrupa'nın müdahil olmasının önüne set çekilmiştir. 21. yüzyılın şekillenmesine ilişkin en etkin doktrinler 2. Dünya Savaşı sonrası Truman döneminden itibaren ortaya atılmış ve soğuk savaş stratejilerine temel oluşturan bu doktrinler Başkan Reagan döneminde zirve yapmıştır. 90'lı yılların başında komünizmin çöküşü ile başlayan yeni süreçte dünyanın tek süper gücü olarak kalan ABD'nin devam ettirdiği Neo – Liberal politikalarıyla küreselleşme hareketinin tüm dünyaya yayılması hız kazanmıştır. Günümüze kadar tüm bu zaman sürecinde aşağıdaki kurumlar özellikle önemli rol oynamışlardır:
 
-  WTO:  Küresel düzeyde mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını düzenlemiştir.
-  IMF:   Sermayenin tüm dünyada serbest dolaşımını sağlamak yönünde oluşturulan kur, borç, para ve mali politikaların şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.
-  Dünya Bankası:  Serbest dolaşım ve rekabette geri düzeyde olan ülkelerin yeni sisteme entegrasyonunda gereken altyapı yatırımları için mali kaynaklara yön vermiştir.
-  BM:  Dünyadaki siyasi gerilimleri barış yönünde çözümlenmesine yönelik dialog platformu oluşturmasına rağmen dünyada savaş ve silahlanmaya trilyonlarca dolar harcanırken 6-7 milyar dolarlık sınırlı bütçesi ve başta ABD olmak üzere veto hakkı olan 5 ülkenin manyetik etkisi altında faaliyetleri kısıtlı kalmıştır.
-  NATO:  Soğuk savaş döneminde kurulan NATO özellikle Avrupa'da Bosna katliamında AB'nin adeta hıristiyan birliği görünümü verip aciz kalması neticesi Clinton doktrini çerçevesinde duruma müdahale eden ABD'nin Avrupa'daki konumunu güçlendirmeye zemin hazırlamış ve NATO'nun görev alanları yeniden yapılandırılmıştır.
-  Fed:  Neo-Liberal para politikalarının uygulanmasında dünyanın diğer önemli merkez bankalarına öncülük etmiş ancak kontrolsüz kapitalizme dönüşen bu sistem 2008'de ABD'den başlayıp dünyaya virüs gibi yayılan ve AB'de borç krizi olarak patlak veren Mega Krize zemin hazırlamıştır. Bilinen akademik ve makro ekonomik formatlarda izah edilmesi güç olan bu süreç halen devam etmektedir. ( Bakınız: Mega Krizde Buzdağının Görünmeyen Yüzü ve Türkiye – 29.9.2011 )
 
ABD'de ve tüm dünyada şok etkisi yaratan ve adeta milat teşkil eden 11 Eylül terör saldırısı sonucu oluşturulan Bush doktrininin agresif ve tek yönlü politikalarına Obama döneminde son verilerek paylaşımcı liderlik ve politika dönemine geçilmiştir. Obama dönemini eski doktrinlerden ayıran en önemli özellik adeta geçmiş dönemlerin bir özeleştirisi olarak ABD ve batının aslında en önemli güvencesinin özgürlükçü batı demokrasi ve değerlerini benimsemiş rejimlerin desteklenmesi olacağı gerçeğinin farkına varılmış olmasıdır. Bu politika Arap Baharı adı altında dengesiz dikta rejimlerinin teker teker yıkılmasına yol açan halk ve demokrasi hareketlerinin oluşmasına zemin hazırlamış olup, bu süreç halen Suriye krizi ile devam etmektedir. 
       
Ancak 2013 itibarıyla dünyanın ağırlık merkezinin Avrupa-Ortadoğu ekseninden özellikle Çin-Rusya-Hindistan eksenli pasifik bölgesine kayması kesinleşmiş olup, ABD'nin gelecekte ana stratejilerini pasifik bölgelerine kaydırma eğilimi sonrası özellikle Ortadoğu'da 'vekaleten' yeni liderlik yarışının Almanya, Fransa ve Türkiye arasındaki mücadele sonucunda şekilleneceği beklenmektedir.
 
2001 krizi sonrası oluşturulan alt yapı ve tecrübelerinin avantajlarını iyi kullanan Türkiye son 10 yıl içerisinde ciddi bir ekonomik büyüme performansı yakalamış ve bu ekonomik gücün getirdiği avantajlar yanında  batı ile uyumlu laik-demokratik devlet yapısının dünyada önemli bir güç olan islam dünyasına örnek bir model teşkil etmesi ve hatta halen meclis himayesinde bulunup laik – demokratik yapıya uygun yeniden tanımlanabilecek halifelik kurumunun da hala elinde olması itibarıyla liderlik yarışında en güçlü adaylar arasında bulunmaktadır. Türkiye bunu başarması halinde AB'deki konumunu çok güçlendirmesinin yanında küresel baş aktörler arasında da yer alması kuvvetle ihtimal dahilinde bulunmaktadır.  
 
Türkiye'nin Almanya ve Fransa ile çekişmesinde en önemli dezavantajı fiziki zenginleşmesine uyumlu  sosyo – kültürel yani insan faktör ve kalitesinin temel olduğu beşeri zenginleşmeyi yeteri düzeyde henüz sağlayamamış olmasıdır. Acı gerçeğimiz şudur ki toplumda yarı feodal, yarı demokrat, okuma ve dinleme özürlü ama çok bilir, agresif, güce (lidere) ya da hurafelere tapma eğilimli, şehir kültürünü henüz tam benimsememiş ve spordan politikaya, aile ilişkilerinden trafiğe kadar demokratik kültürün aynası olan günlük hayat ve insan ilişkilerinde medeni gelişiminin istikrarında çok olumsuz rol oynayan ciddi bir nüfusun hala var olmasıdır. ( Bakınız: Türkiye'nin 2023 hedefinde birincil sorununu - 6.12.2011 )
 
Unutmayalım ki rönesans ile başlayıp sonra sanayi toplumuna geçiş evresini tamamlayan batı toplumlarında insan faktörünün temel teşkil ettiği beşeri zenginlik fiziki zenginliğin çok üstünde olup 2. dünya savaşı sonrası taş üstünde taş kalmayan ve kayıtsız şartsız teslim olan Almanya ve Japonya'yı tekrar dünya devleri arasına sokmada başrolü sahip oldukları bu beşeri zenginlikleri oynamıştır.
 
Cumhuriyetin kuruluşunda Atatürk'ün kadın hukuk ve hakları dahil daha o zamanlarda yapmış olduğu reform ve devrimlerindeki hedef Türk toplumunda zaten var olan beşeri potansiyeli harekete geçirerek demokrasi kültürü dahil batı medeniyetinin standart seviyelerine doğru hızlı gelişimini sağlayarak  tekrar dünya gücü olma yolunda gerekli olan beşeri zenginleşmeye ivme kazandırmak olmuş ancak daha sonraki dönemlerde şu veya bu nedenlerle bu ideal hedefler maalesef daha çok kağıt üzerinde kalmıştır. 
 
SONUÇ:  
 
Global sistem ile ulusal sistemler arası zaman zaman baş gösterecek savaş ve çatışmaların 21.Yüzyıla damgasını vurması beklenirken bu yüzyılda 4.boyut dijital teknolojilerin uzayda sağlayacağı üstünlük belirleyici olacaktır. 4.boyut dijital teknolojilerin bütün dünyayı aynı anda tek bir şehir haline getirmesi itibariyle sermaye, mal, hizmet ve özelikle kültürel bazda küreselleşme sürecine devrim niteliğinde daha da hız vermesi kaçınılmaz olup, dünyanın yaşayacağı birçok sancılar sonrası eninde sonunda federal yapılanmalar üzerinde inşaatı ihtimal dahilinde olan önce parasal - mali sonra siyasi ve belki de bu yüzyılın sonuna doğru askeri birliğe doğru yol alınması muhtemel görünmektedir.
 
Bu süreç sırasında belki de Birleşmiş Milletler zorunlu olarak yeniden yapılandırılarak 'galaktik' dünya parlamentosu işlevini alacak hatta belki de bu bu parlamento nezdinde bir temsili bir dünya hükümetinin atanması dahi mümkün olacaktır. 
 
Son zamanlarda sıkça tartışılan başkanlık sistemindeki en büyük çekince batıda 200 yıllık geçmişi olan saygı ve bireysel özgürlüğe dayalı demokratik yapının Türkiye'de beşeri yapının yeteri derecede olgun düzeye erişememiş olmasından kaynaklanan riskler teşkil etmektedir. 
 
Sistemin taşıdığı riskleri daha somutlamak gerekirse hukuk ve devlet sisteminin boşluklarını, paranın gücünü  ve toplumdaki önemli bir nüfus kesiminin yukarıda özetlenen güce (lidere) tapma eğilim ve zaaflarını şeytani zeka ile ustaca iktidar olma yolunda kullanmaya yeltenen kişi ya da kurumların geçmiş dönemlerde ortaya çıktıkları  hatırlanırsa bugün de bu tip potansiyel tehlikelerin varlığını göz önünde bulundurmanın özellikle yararı vardır.
 
Şu anda ciddi kriz içerisinde bulunan ABD ve AB'nin dolar ve euro aracılığı ile dünyadaki para dolaşımına mutlak hakim olmaları avantajını kullanarak krizi aşabilecekleri ihtimalini göz önünde alarak halen ekonomik göstergeleri olumlu olmakla birlikte para basma lüksü olmayan Türkiye'nin mali disiplini devam ettirip dünyadaki karmaşık jeopolitik satranç oyunu ve 29.9.2011 tarihli yazımda modellemeye çalıştığım 'Off Road' yarışı sona ermeden havalara girip rehavete kapılmamasında da yarar vardır.     
 
 
 
Bu konularda ilginizi çekebilir