'Gelir ve fırsat eşitsizliği varsa kalkınma yoktur'
50 yıldır dünyanın dört bir köşesinde kalkınma projelerini yöneten ünlü sosyal bilimci Ayşe Kudat, “Bir ülkede bu kadar gelir ve fırsat eşitsizliği varsa, kalkınmadan söz edilemez” diyor
ÖZLEM ERMİŞ BEYHAN
İSTANBUL - “İnsanlar artık okumuyor” diyor üzgün gözlerde. O, hayatının 50 yılını, halkların kalkınmasına fayda sağlayabilmek için dünyanın dört bir yanında projeler yürüterek geçirmiş bir sosyal bilimci. Yaşayan Kalkınma Efsanesi olarak anılan Ayşe Kudat, son kitabı “Rüzgara Karşı Yarım Yüzyıl Kalkınma”da işte bu projeleri ve rüzgara karşı yaptığı kalkınma mücadelesini anlatıyor. Robert, Boğaziçi Üniversitesi sonrası ODTÜ, Oxford, Harvard, MIT... “Evet kağıt üzerinde şahane değil mi, eğitimim... Ama sahiden iyi olmak başka bir şey, kalbinizde, zihninizde iyi olmak, maharetli olmak önemlidir” diyor. “Rüzgara Karşı Yarım Yüzyıl Kalkınma”, Kalkınma Atölyesi tarafından basılmış, Kudat, özellikle gençlerin bu kitaptaki bilgilere ulaşabilmesini çok önemsiyor. Sosyal kalkınmanın gelir ve fırsat eşitliği ile tanımlandığının altını çizen Kudat, “Türkiye açlık sınırının altında yaşayan insanlar, seçim fırsatı sağlamayan eğitim sistemi, 10 yaşından itibaren başı örttürülebilecek kadının seçim fırsatı... Bu ortamda gelir ve fırsat eşitliğinden söz edilemiyorsa, kalkınmadan da söz edilemez” saptaması yapıyor.
Papua Yeni Gine’nin kalkınmasında bile çalıştı
Ayşe Kudat iş hayatına henüz 20 yaşında, Keban Barajı’nın yapılması dolayısıyla sosyal ve ekonomik çalışmalar yapan ekip içinde yer alarak başladı. MIT’den doktora aldığı eğitimi sonrası özel sebeplerle Berlin’e gitti ve Uluslararası Yönetim Enstitüsü’nde çalıştı. 1972’de Batı Berlin Karşılaştırmalı Sosyal Araştırmalar Merkezi’nde ‘misafir işçi’lerin sorunlarını inceledi. Kirvelik konusunda siyasal antropoloji alannda bir kitap yazdı. 1980’de Danimarka Uluslararası Kalkınma Ajansı’nda Kenya’nın Kırsal Kalkınma Programı’nda çalıştı. 1982’de HABİTAT’ın Nairobi merkezinde atık su konusun-da çalıştı. 1989’da Dünya Bankası’nda Kalkınmada Kadın danışmanı oldu ve Habeşistan, Malawi ve Malezya’da araştırmalar yaptı. 1992’de yine Dünya Bankası ile Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Fildişi Sahilleri, Gana ve Jamaika’da araştırmalar yaptı. Sosyal kalkınma alanında yöneticilik yaptı, 2000 yılında ise bu alanda bir şirket kurdu. 2004’te Türkiye-Gürcistan petrol hattı kamulaştırmaları proje yöneticiliği yaptı, Batı Afrika gaz boru hattı için kamulaştırma ve yeniden yerleşim eylem planı hazırladı. 2006’da Papua Yeni Gine’de yine aynı tip bir projeyi yönetti. Türkiye’de ise pek çok baraj ile ilgili sosyal değerlendirme çalışmaları yapan Ayşe Kudat, son olarak elektrik özelleştirmelerinin sosyal etkisini analiz eden bir çalışmaya imza attı. Yer aldığı tüm projeler bir kitaba bile zor sığmış, biz Kudat’a son projesini sorduk, anlattıkları, sosyal çalışmaların tüm handikaplarını ortaya koydu:
Yoksullardan elektrik açlığı seviyesine kadar ücret alınmasın
“Türkiye’deki elektrik dağıtımının özelleştirmesinin yoksullara nasıl bir faturası olacağına dair Dünya Bankası’nın desteklediği araştırmanın başındaydım. Aylarca onlarca uzman 3 bin 500 kişiyle anletler yaptık, verileri tekrar tekrar inceledik. Araştırmayı yaparken 2 ay sonra Torba Yasa çıktı ve tüm borçlar takside bağlandı. Oysa ödeyemeyen, ödeyemediği için borçlu. Sorun burada... Hem bu ayın faturasını hem de geçmişten gelen borcu ödeyecek. Oysa böyle bir gelir yok. OHAL’in olduğu bölgelerde, şimdiye kadar hiç yatırım yapılmamış, çiftçi kendi açmış kuyuyu, kendisi dağıtım sistemini kurmuş... Yılda 40 bin-50 bin fatura gelince, bakıyor kazandığı elektriğe yetmiyor kaçak çekiyor. Önerime göre geliri açlık sınırı altında kalanlara elektrik, elektrik açlığı denilen sınıra kadar bedava olacak, oraya kadar ki alıp komşusuna dağıtamasın. Çiftçiler için yaratıcı bir fiyatlama politikası geliştirilmeli. Bölgede tarım bitmiş, insanlar hayvanlarını bile sulayamıyor... Son olarak Doğu Anadolu’daki herkese kaçak elektrik kullanıyor gözüyle bakılıyor. Oradaki kaybı bitirmek gerek önce. Sistem düzeltilecek, sadece kaçak kalacak. Önerdiklerimi yaparsanız zaten kaçıracak kimse kalmayacak.”
Kentsel dönüşüm projeleri bir mülksüzleştirme...
Ayşe Kudat, sosyal etkisi tartışılan kentsel dönüşümün ise çok ciddi bir mülksüzleştirme süreci olduğunu düşünüyor. Bu kadar üniversiteden bu kadar çok sosyal bilimci mezun olurken, neden kimse bunu araştırmıyor, bunu anlayamıyor... “Yoksul, Taksim’in kenarında kırık dökük evlerde oturuyor. Alınıyor o evler ellerinden çok düşük rakamlara. Gidiyorlar şehrin öbür tarafına. Peki bu insanlar işe nasıl gelecek, onun ekmek parasına verdiğin zararı kim karşılayacak? Bu kanunları geçirip uygulayan, bu insanları korumak zorunda olanlardır. Şunu yaparsa anlarım, o insanları çıkarır 5 ay otelde misafir edersin, evlerini depreme karşı güvenli hale getirir, o insanları depremde güçlendirilen kendi yerlerine geri yerleştirirsin. Böyle yaparsan zarar vermemiş olursun.” Sosyal araştırma ve sosyal risk değerlendirme yapan iki şirketi olan Ayşe Kudat’ın hayali bir araştırma enstitüsü kurabilmek: “Bugün sosyal bilimi yapan, gazeteciler. Onları tamamlayacak bilimsel bulguları da ancak bizler geliştirebiliriz. Örneğin, eş başkanlık sistemini araştırmak isterdim...”
Gezi'ye İnsan Hakları çerçevesinde bakabildim
“Gezi olayları sırasında yurt dışındaydım. Olaylara ancak insan hakları çerçevesinde
bakabildim. Orada insanlarla yapılanları ve sonrasında yapılan atakları son derece düşündürücü buluyorum. Bunca memlekette çalıştım, bu içinde kalmışlığın örneğini başka bir yerde görmedim.”
Türkiye’deki sosyal sorumluluk projelerini aşırı saçma buluyorum
Ayşe Kudat, Türkiye’deki şirketlerin sosyal sorumluluk projelerini “aşırı saçma” bulduğunu söylüyor. Peki neden? Çünkü sosyal sorumluluk projesinin işin özüyle ilişkili olması gerekiyor. Sosyal sorumluluk projesi diye jandarmaya fotokopi makinesi alınması, kütüphane, minare kurulması, sokaklara kum dökülmesi... “Bunların senin işinle ne ilgisi var, göstermelik tamamen. Boru üretiyorsan örneğin, bunların senin işinle ne ilgisi var? Senin boru üreten personelin, o boruların taşındığı bölgede yaşayan insanlar, onlarla ilgili olmalı sosyal sorumluluk projesi” diyor. Ayşe Kudat, sosyal sorumluluğun ne olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Bir yatırım yaptıysan orada insanlara maddi manevi zarar vermeyeceksin. Daha sonra soracaksın, bir yararım olabilir mi? 1980’lerin ortalarına kadar şirketler, zarar vermeme ilkesine göre yatırım yaptılar. Sosyal sorumluluk önce zarar vermemek, verdiysen bunu mümkün olduğunca tazmin etmektir. Yaptığınız işte sorumluluğunuz ne, önce bir analiz yapmalısınız. Bu sorumluluğun sosyal boyutunda, onlara da danışarak ne yapabilirsiniz, onu düşüneceksiniz. Ben bunu yapan şirket Türkiye’de bilmiyorum. Sosyal işler yapıyorlar ama sosyal sorumluluk projesi değil bunlar. Eğer yaptığınız işle verdiğiniz zararı ortadan kaldırmak için, zarar verdiğiniz kesimlere de danışarak bir şey yapmıyorsanız bu kozmetik bir çalışmadır, belki de vergiden düşmek içindir. Bilemem...”
Ilısu Barajı'nda önerilerim dinlenmedi
Ilısu Barajı’nda ilk süreçte ben danışmandım ama hiçbir önerim dinlenmedi. Bana dediler ki sen hangi mantıkla toprağı olmayan ama orada ağanın verdiği evde yaşayan köylüye tazminat verilmesini öneriyorsun. Bu tek bir kuraldır, sen yaptığın yatırımda birisine zarar verdiysen onu karşılamak durumundasın. Ama ancak geciktirebildim, bir kültür ve doğa yok edilme noktasına geldi, insanlar yerlerinden edildi.”