'Açıksız büyüyemeyiz demek cari açığı kutsallaştırmaktır'
İktisatçı Ege Cansen'le, "Duayenlerle Söyleşiler" dizisinin bu bölümünde, ağırlıkla son açıklanan büyüme rakamları üzerinde durduk...
İSTANBUL - İktisatçı Ege Cansen'le, "Duayenlerle Söyleşiler" dizisinin bu bölümünde, ağırlıkla son açıklanan büyüme rakamları üzerinde durduk. Cansen'e göre bu düşük büyümeye üzülmek yanlış. Elbet de daha yüksek büyüme iyi ancak, amaç cari açığı düşürmek olduğuna göre, bu sonuca üzülmemek gerekiyor. Cansen'in sorularımıza cevapları aşağıda:
Büyüme rakamlarını nasıl değerlendirdiniz?
Zaten bir süredir, meşhur yumuşak iniş lafı çıktığından bu yana -ki amacı cari açığı sürdürülebilir seviyeye düşürmekti- bunun ancak yavaş büyüme ile olacağı söylenmekteydi. Açık, milli gelirin yüzde 9'una çıkmıştı. Bunu düşürmenin bedeli yavaşlamaydı. Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın "Frene çok bastık, gaza bas!" söylemlerini yaşayarak geldik. Bugün de bunun uzantısını görülüyoruz. Sürdürülemez cari açığı sürdürülebilir düzeye düşürmek için bir zihinsel dönüşüme geçildi. İngilizcede "olaylar bizi belli şekilde düşünmeye zorlar" anlamında bir tabir vardır: With the force of the things. 'Olayların zoruyla' yani… İşte bu oldu. Bazen şöyle olur; insan der ki, "Öyle birden aklıma geldi." Aslında öyle birden aklına gelmedi. O kadar çok sinyal geldi ki sana… "Düşündüm düşündüm, aklıma geldi" deriz. Öyle değildir aslında.
Öncesinden pek çok sinyal gelmiştir…
Özellikle vurgulayayım… Benim resmi tahsilim muhasebedir. Daha önceden öğrenciyken de istatistik öğrenci asistanı olarak çalıştım. Ben ölçme üzerine çok kafa yoran biriyim. Hata yapmadan kıyaslanabilir ölçü almanın adeta imkansız olduğuna inanırım. Onun için milli gelir yüzde 4.3'müş, 4.7 olmuş… Bunlar o kadar da güvenilir rakamlar değildir. Çok da ciddiye almamak gerekir. Hele hele "4'ten sonraki 1 miydi, 2 miydi?" gibi sözler bilimsellikten uzaklaşmak demektir. Bir fizikçi vardır, adını hatırlayamadım… "Tabiatta, fizikte olmayan hassasiyeti matematikle ifade etmek bilimsellikten uzaklaşmaktır" der. Milli gelir ölçmeye çalışıyoruz. Yüzde ne kadar arttı, ölçmek çok daha zor. Çünkü aynı kompozisyon devam etmiyor. Tabiatın kendisinde böyle bir şey yokken hassas ölçülmüş gibi rakamlar söylemek bilimsellikten uzaklaşmaktır. Hatta şarlatanlıktır diyebilirim.
Milli gelir ölçmesi parayla yapılır. Milli gelir ise fizik üretimdir. Daha fazla çelik, demir, ameliyat, seyahat… Belki 1 milyon farklı ürün vardır. Hizmetler de bir üründür. Bunlar fizik olaylarıdır. Bir doktorun muayenesi… Bir fahişenin faaliyeti de hizmettir. Bunların kaliteleri ölçülebilir mi? Bunlar cari fiyatla ölçüyor, sabit fiyata dönüştürüyoruz. Şimdi bazı rakamlar kullanacağız, rakam şöyleydi revize ediyoruz şöyle oluyor. 4.3'tü, 4.7 oldu gibi şeyler söylüyoruz. Belki oralarda bir yerde. Pratik olarak bunları konuşuyoruz ama iyi kötü iktisatçı olanlar kullandıkları rakamların ne kadar güvenilir olduğunun bilincindedir. Kullanalım ama ikazı da yapalım. Bir arkadaşım vardı, "Bu ne kadara çıkar?" dedim. "En azından epeye çıkar" dedi. Bunun gibi.
Büyümenin azalması üç senedir devam eden ekonomik politika değişikliği ile tutarlıdır. Ayrıca bu iyi bir şeydir. Üzülmemek lazım. Çünkü amacımız ekonominin finansal istikrarını tehdit eden yüksek cari açığı düşürmekti. Bu da olmuştur. Finansal istikrarı temin için yaptıysak, bu da olduysa buna sevinmek lazım. "Eyvah ya büyüyemedik!" diye üzülmemek lazım. Şişman adamın kilo vermesine sevinirsiniz, zayıf adamın kilo vermesi kötüdür. Amaç-araç tutarlılığı esastır. Onun için ben bu düşüşü memnuniyetle karşıladım. Bu cari açığı aşağı doğru iteceğimizin de işareti. İhracatta 5.5 artış var, ithalatta azalma var 4.6. İşte bu zaten daralmaya işaret ediyor. Telaşlanacak bir şey yok. Amaca uygun bir sonuçtur. Milli gelir fiziktir, ölçümü finansaldır. Tek bir ürün olsaydı hep KW saatle söylerdik. Deflatörü filan olmazdı. Ama böyle değil.
Bu yeni bir trend mi sizce? Ve nereye kadar uzanır bu süreç?
Milli gelir büyüme hızının düşmesi gerekiyordu, açık da 9.7'den 6'lara indi. Hala da inmesi lazım. Peki, bu oyun nereye gidiyor? Azalt azalt, nereye kadar? Şimdi, "Bu kanser ne zaman biter?" demiş adam. Doktor "Ölürsen" demiş. Türkiye fakirliğe razı olursa cari açığı sıfır da olur. İlla ki cari açığı sıfırlamak için fakirleşmek şart da değil tabi. Almanya, Hollanda… Avrupa'nın en zengini Almanya'dır en yüksek cari fazlayı o verir. Çin dünyanın en hızlı büyüyen ülkesidir en fazla cari fazlayı veriyor. Büyümek için cari fazla da şart değil demek ki…
Büyüme dinamikleri nasıl görünüyor? Daha yüksek büyüme imkanı var mı?
Büyüme için bir sürü şey sayılabilir de ben 4 kalem sayayım… Sermaye birikimi, nüfus artışı, toprak kazanımı ve bilimsel - kültürel gelişme. Yani teknolojik ilerleme, buluşlar, keşifler inovasyonlar. Büyümenin 4 itici gücü, "4 driver" deniliyor bunlara. Siyasi istikrar gibi konuları da 4. madde içinde düşünmek lazım.
Birincisi sermaye birikimi, terakümü… En büyük filozoflara bakalım… Aslında emeğin istismarı demektir. Bu Marksist bir bakış açısı ama gerçek payı var. Emek ister kendimizin ister başkasının, insanlar kendi emeklerini istismar ederek de gelişebilirler. Adam bakkalı 20 saat açık tutar, herkesten daha çok kazanır. Tencerede pişirip kapağında yer. Dayısının oğlunu, amcaoğlunu getirir… Evlere servise başlar, bahşiş alır, "Köşedeki bakkal amma zengin oldu" diye konuşulur. Sürecin kimyasında kendi emeğini, yakınların emeğini istismar da vardır. Neticede emek istismardır. Bir de emperyalist sermaye birikimi vardır, başka milletlerin emeğini, doğal kaynaklarını istismar etmek. İngiltere Malezya'yı sömürge haline getirmiş. Angolalar, Mozambikler… Hepsi sömürge. Osmanlı toprak kazandıkça büyümüş, zenginleşmiştir. Geri gelmeye başladıkça da küçülmüştür.
Çin'in Afrika politikası biraz böyle ilerliyor… "Ver şu ormanları, al sana hızlı tren diyor…"
Bu da toprak kazanımının yeni bir versiyonudur. Kesinlikle öyle. Ukrayna'da kaç milyon hektar arazi kiralıyor Çin. Yeni topraklara, yeni coğrafyalara gidersen büyürsün. Ancak dünyaya açılan firmalar büyüyor. Kayserililer ne yaptı? İzmir niye fazla büyümedi? İzmir'de İstanbul'a gitmek bir ideal değildir. Ama bir Maraşlı, Kayserili İstanbul'a gelmiştir. İstanbul Türkiye'ye ve dünyaya hitap eder. İzmirliler için İzmir dünyanın başı ve sonudur. Yaşar Grubu bile İstanbul'da önemlice bir iş yapmamıştır. Nüfus artışı… Her insan bir ağız iki el doğar. Biri tüketmek, ikisi üretmek için. Bu da büyüme getirir. Çünkü tüketir. Avrupa'nın en hızlı büyüdüğü dönem nüfusunun en hızlı arttığı dönemdir. Osmanlı 25 milyonken, Fransa 40 milyon, İngiltere, Almanya daha fazla nüfuslu. Onun için onlara düveli muazzama derler… Nüfus artışı yavaşlayınca büyüme de yavaşlar. Türkiye'nin büyümesi de böyledir.
Kentlere göçün durması da etkili mi?
Tabi, etkisi var. Onlar aktif nüfusa dahil oluyorlar, tüketim kalıpları değişiyor. Şehirde daha yüksek bir tüketim seviyesine geliyor ve talep de üretimi teşvik ediyor, inşaattan her şeye kadar. Ama dışarıdan göç almak çok tipiktir. ABD, Avrupa'ya nazaran daha hızlı büyür çünkü her yıl 1 milyon göçmen alır.
Dördüncü faktör bilimsel, kültürel, siyasi gelişme… Buna KOT… (Know-how, Organisation, Technology) derlerdi. İktisat bir örgütlenme oyunudur. 11 tek kişinin oynadığı bir oyun değildir futbol. Herkes kafasına göre oynamaz. İktisat da böyledir. Her ferdin kafasına göre oynadığı bir oyun değildir. Neticede bireyleri görüyoruz futbolda, koşuyor filan… Ama arkasında bir oyun planı, kuralları var. Bir ülkenin oyun planı da olması lazım. Sosyalist sistem bunu aşırıya taşımış ve merkezi planlamaya gitmiştir. Ama iktisatta iki şey imkansızdır: Mükemmel rekabet, mükemmel hesaplama… İkisi de imkansızdır. Neticede her şey bir optimizasyondur. Sonuçlar hep en iyinin altındadır. En iyi hep ilerdedir. Ulaşılamaz, pratik değildir. Çünkü o kadar çok değişken var ki hepsini aynı yöne giderek maksimizasyona ulaşılması imkansızdır. "Waste Making… Çöp üretmek, zarar üretmek anlamında… Hollandalılar "Yonga çıkarmadan ağaç kesilmez" derler. Yonga bir waste'dir, hurdadır. Ama öbürünü yapmak için buna razı olacaksın.
Bu viraj nasıl alınabilir?
Bu, cari açığı yüzde 1 – 2, tercihan sıfır hedefleyen bir şey olabilir. Bu toplum ürettiğinden daha çok tüketmeye alışmış. Nasıl tersine çevireceğiz? Bu dönüş nasıl olacak? Bir kere bunun bilincine varmak lazım. Bir toplum, 77 milyon, bu kadar siyasi gerginlik varken nasıl döneceğiz, savrulmadan, takla atmadan? Veya dönemeyecek. "Böyle gidelim" denilecek. Tozları silkiyor yürüyebiliyoruz. Daha uzun süre böyle gidilebilir. Topluma bu davayı satmak lazım. Kimsenin gözü yemiyor! Şimdi CHP, halka diyebilir mi, "Ekonomimiz çıkmaz bir sokağa sapmış, ağustos böceği cır cır ötmüş, daha fazla tüketmişiz, arkadaşlar bunun sonu yok. Ürettiğimizden daha azını tüketeceğiz" dese… "Yuuuuh!" derler. Tayyip Erdoğan diyebilir mi, "Biz hata etmişiz, böyle olmamalıymış…" Yine olayların gücüne kalıyor. Acaba bizi bu viraja zorlar mı? Yoksa aşağı yukarı böyle gider… Kimse anlamak istemiyor. Biraz tokat yemeden, dayak yemeden bu değişiklik olmaz. 2015 seçimlerine kadar meyvesini vermeyecek bir şeye girmeleri hayal olur ama 2015 sonrasında belki…
'Olayların gücü' açısından ufukta yeni bir şey var mı?
Gerçekçi olarak bakarsak ben ufukta esaslı bir değişiklik görmüyorum. Ama bu Türkiye'nin uçurumdan uçacağı anlamına gelmez. Biraz kriz, biraz düzelme… Çünkü o virajı almak siyaseten çok zor. Çok büyük bir ideolojik dönüşüm lazım. Birinci Dünya Harbi'nde Osmanlı yenilmeseydi Cumhuriyet ilan edilebilir miydi? Kim göze alacak bunu? Toplum sarsılmadığı zaman dönüşüm olmuyor. Bunun yürütülemez hale gelmesi gerekiyor. Gelir mi, gelmez! Cari fazlası olan ülkelerden paralar belki biraz az ama gelecek. Bir süre gelmeyebilir ama uzun vadede cari fazla verenler ne yapacak parayı? Almanya herkese dayılandı, Yunanistan'ın ödemeler sistemi çöktü mü? Yine ATM'ye gittiğinde euro'sunu aldı. G. Kıbrıs tam çöktü. Uçaklarla para yolladılar. İşsizlik artıyor, gelirler düşüyor ama para bitti gibi bir şey yok. Yunanistan bir kısım tahvillerini ödemedi… Arjantin şimdi tahvillerin üzerine yatmaya çalışıyor. Yani devletler kayık gibi batmıyor. "Ülke batıyor, ülke batıyor" derlermiş. Menderes'e "Ben her sabah kalkıyorum bakıyorum yerinde" dermiş.
"TÜRKİYE'DE TASARRUF AÇIĞI YOK, TÜKETİM FAZLASI VAR"
Büyümenin 4 dinamiği açısından durumumuz nedir?
Nüfus artış hızı düşüyor. Toprak kazanımı yok. (Haa, yeri gelmişken söyleyeyim. Türkiye Güneydoğu'ya özerklik verirse ekonomisi aşağı gider. Orası da aşağı gider. İkisi birden kaybeder.) Sermaye birikimi açısından bakarsak, "% 20'ler civarında tasarrufumuz vardı, bugün % 13 – 14'e indi" deniliyor. Bu yanlış, hala % 20'ler civarındadır. Cari açık yatırımlardan düşülüyor, geriye kalana ulusal tasarruf deniliyor. Bu tamamen bir tanım hatası. Türkiye'de tasarruf açığı yoktur tüketim fazlası vardır. Müthiş bir zihinsel tembellik yaratıyor bu. 8 – 10 yıldır anlatabilmek için uğraştım. "Efendim biz cari açık vermezsek kalkınamayız." Laf buraya geliyor, cari açık kutsallaşıyor. "Onsuz yapamayız çünkü tasarrufumuz düşük" diyor! Cari açık tasarruf ithalatı demektir. Başka milletlerin tasarruflarını ithal ediyoruz. Demek ki bizim tasarrufumuz az! İthal ediyor ve tüketim yapıyoruz. Nereden belli? Paranın kulağında küpe yok, tüketime mi, tasarrufa mı gittiğini nerden biliyorsun? Kendi paramızı hep tüketimde kullanıyoruz, yatırıma kalmıyor. Arçelik'te Genel Müdür Yardımcısıydım. Bir fon vardı. İhtiyacı olana kısa vadeli faizsiz veriyoruz. Bir mühendis arkadaş geldi "Annemi ameliyat ettireceğim, 15 bin lira lazım" dedi, verdim. Sonra bir sohbet sırasında dedi ki "Ben bütün mobilyaları değiştirdim, 10 – 15 bin lira tuttu" dedi. Bize borcunu da ödememiş. Çağırdım, "Benden 15 bin lira borç aldın, annem ameliyat olacak dedin, ne oldu o 15 bin lira?" diye sordum. "Ameliyatta kullandım" dedi. "Mobilyaları yenilemişsin" dedim. "Onu kendi paramla yaptım" dedi. Türkiye'nin hikayesi aynen böyle. Efendim cari açık vermezsek büyümeyiz!
Bir şekilde virajı almamız lazım
Yüzde 8-9 büyürken yüzde 9 cari açık veriyorduk. 9-10 büyürken de, 10 cari açık… Şimdi büyüme yüzde 3 civarına indi, cari açık 5-6 dolayında. Artık büyüyebilmek için açığı daha fazla artırmamız, borçlanmamızı eskisine göre yükseltmemiz gerekiyor. Ne kadar sürdürülebilir bu durum?
Büyüme, cari açık ve enflasyon için "5 – 5- 5" demişlerdi ya… Tamam bu tutarsız. Ama o günün pratiğinde optimum çözüm gibi geldi. Şimdi bu da kalktı. Hedef 4 büyüme şimdi. Olur olmaz ayrı ama bu zaten iyi bir hedef değil. Cumhuriyetin 100'üncü yılında 10 büyük ekonomi arasına girmek gibi hedefleriniz var. Uzun yıllar "Bizi yüzde 6–7'nin altında büyüme kesmez" lafları vardı. Derken 4'e razı olduk. Demek ki, olaylar razı ediyor. Ama gelin görün ki, dünyada en hızlı kalkınanlar cari açık vermeyenler, hatta en fazla cari fazla verenler. "Türkiye'de bir yapısal durum var. Ancak cari açıkla gidebiliyor" derken bakıyoruz bu bir yere gitmiyor. Bizim Almanya'dan oransal olarak daha hızlı kalkınmamız bir şey ifade etmiyor. 23 gelişen pazar ülkesinin (emerging markets) performansı bizden daha iyi… 5 kriter üzerinde yapılmış hesaplamaya göre iyi. Bu ülkeler içinde 1992 – 2002 arasında 16'ncı sıradayız, 2002'den sonraki ikinci 10 yılda 23 ülke içinde 23'üncüyüz. Mahfi Eğilmez bunu hesabını yaptı. İyi bir yere doğru gitmiyoruz. 'Kayıp yıllar'a göre bile izafi olarak gerilemek yanlış yola gittiğimizin işaretidir. Virajı almamız lazım.