Verwegeneit kavramını sanata taşıyan Rahşan Düren: Sanat farkında olmaksızın yapılır

Sanatçının yaratım sürecinde hissettiği yabancılaşma, toplumsal normların dışında kalanların içsel hesaplaşmasıyla buluşuyor. Kadın, sanatçı ve entelektüel olmanın toplumdaki yerini sorgulayan sergi, Verwegenheit kavramıyla derinleşiyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Günay DEMİRBAĞ

Sanat, çoğu zaman yoldan çıkmayı, bilinmeyene doğru bir cesaretle adım atmayı gerektiriyor. Yeni açılan sergisinde bu temayı derinlemesine işleyen sanatçı Rahşan Düren, ‘Verwegenheit’ kavramı ile hem yaratım sürecini hem de toplumla olan ilişkisini ele alıyor. Çalışmaları hakkında sorularımızı Düren’e yönelttik.

Serginizin ana teması olan ‘Yabancı’ ile ‘Verwegenheit’in ifade ettiği kavramları nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

‘Verwegenheit’ kelimesini anlamak için özellikle Verwegen’in etimolojisine girmek gerekir. Verwegen’in içinde ‘weg’ vardır, ‘weg’ ‘yol’ demektir. Verwegen ‘yoldan çıkmak’ veya ‘yoldan sürülmek’ anlamlarını taşır. Evet, anlamsal olarak ‘cüret’, ‘cesaret’, ‘hırs’ ve ‘yenilik arayışı’ olarak da anlaşılabilir. Ama etimolojisine sadık anlamıyla bakıldığında, ‘yoldan çıkmak’, ‘risk almak’ ve ‘itilmek’ anlamlarına da gelir; o sebeple kullanılmıştır.

Bana göre Verwegen’ı en güzel kullanan Nietzsche oldu. ‘Verwegenheit’ kelimesini şu bağlamda kullandı: İnsan yok oluşun bataklığından sadece bir cüretle çıkar ve o noktada Verwegenheit’ı kullanır. Verwegenheit aslında anlamsal olarak sadece cüretkârlık demek değildir. Ama Nietzsche tarafından bir varoluşsal mekanizma gibi anlatılır. O sebeple Verwegenheit’ aynı zamanda benim yorumumca ve felsefi yoruma bakıldığında, sanatsal eylemin, hayatta kalmanın, varoluşun en temel kelimesi ve duygusu ya da motivasyonu şeklinde algılanmalıdır.

Yaratıcılığın nörobilimine girildiğinde ya da psikolojik araştırmalarına girildiğinde şu çok iyi bilinir ki, bireyde en önemli kreatif çıktıyı yaratan ötekileştirilmişlik ve yabancılaşmadır. O sebeple yoldan itilen, yoldan sürülen insan aynı zamanda yaratıcı olmaya mahkûm olandır. Bu sebeple yabancı ile ‘Verwegen’ olmakta çok ciddi bir asosiyasyon vardır. Doğrudan bir korelasyon veya bir bağ vardır. Yabancı olan aynı zamanda da yabanidir. O yüzden toplumun dışında olandır, toplumun dışına itilendir. Tanınmayandır, tanımlanamayandır. Şimdi bu özellikler aynı zamanda sanatçı için geçerlidir. O sebeple Verwegenheit bir yabancılaşma sergisinin başlığı olmak zorundaydı. Şimdi buradan yola çıkarsak, yabancı, tuhaf, dışa itilmiş, toplumun dışında olan bir entelektüeldir. Kültürel olarak kadındır ve de sanatçıdır.

Sergi açılışında, kadınlar ve sanatçıların toplumun yabancıları olduğunu söylediniz. Sanatçı kimliğinizin ve kadın olmanızın, üretim sürecinizi nasıl etkilediğini, toplumda nasıl şekillendiğini anlatabilir misiniz?

Kendimi çok feminist olarak tanımlamayı sevmem çünkü her türden radikal düşünceyi büyük dogmatizm olarak algıladığımdan, bu tür direktif ve konstrüktif kavramların dışında kalmak isterim. Ancak kadın teması burada önemli ama asıl konu kadın değil. Burada bir üçlü formasyon söz konusu. Sanatçı olmak, kadın olmak ve de entelektüel olmaktır. Burada asıl durum, bir bilgiye değer vermektir. Bilgiye değer veren veya bilmek isteyen, bilgiye saygı duyan, bilgi için aç olan insanlar da, bilmeye çalışan insanlar da veya hakikati arayan insanlar da toplumun dışındadır. Dolayısıyla yabancılaşma aslında her yerdedir ve benim kişisel hayatımda da çok fazla yer almıştır.

İçsel hesaplaşmayı teşvik eden eserler yaratmanın sizin için anlamı nedir?

Sanat farkında olmaksızın bir eylemin içinde yapılır. Dolayısıyla bir hedefle yola çıkarak insanlar bunu görsün, şunu algılasın, şunu düşünsün diye bir kavramsal yaklaşımla bence sanat yapılmıyordur, yapılmaması gerekir. Bu benim şahsi fikrim. Çalışmalarım insanlarda bir içsel hesaplaşmaya sebep oluyorsa, bu onların yansımasıdır. Şimdi burada iki şeyi ayırt etmek gerekir. Sanatçı bir eylem içine girer. Bu belki izleyen tarafından başka bir şekilde algılanır ama algılanan şey onun kendi kimliğiyle ilişkilidir. Bu yüzden sanatçının eylemi doğrudan şeffaf olmamakla birlikte, karşı tarafça ne düzeyde algılandığı, onun gerçekliği ne düzeyde algılandığı tartışma konusudur.

Sanatınızda “yabancılık” hissi önemli bir yer tutuyor. Günümüzde sanatla bu duyguyu nasıl ifade ediyorsunuz?

Kim kime yabancı inanın bilmiyorum. Herkes birbirine, özellikle bu son 10 yılda giderek yükselen sosyal medya akımıyla birlikte, bir şekilde aşina. Ne var ki bence bu aşinalık yabancılaşma hissini azaltmıyor, aksine artırıyor. Çünkü insanlar arası son derece yüzeysel bağlar kuruluyor. Dolayısıyla söylemek istediğim, bence hiçbir zaman birbirimize şu anda olduğumuz kadar yabancı olmadık. Bu benim şahsi düşüncem. Son derece yüzeysel bir stratosferde birbirimizle bir etkileşime, tanışıklığa giriyoruz. Ama hiçbir şekilde daha derinlere inemiyoruz. Şu an yaşadığımız dünyada aslında çok daha yakın, çok daha sıcak ilişkiler içinde olmamız gerekirdi. Çünkü sürekli temas içindeyiz ama gel gör ki öyle değil. O halde bence biz kendimize yabancılaşıyoruz.