TÜSİAD Genel Kurulu'nda OHAL vurgusu
TÜSİAD'ın 48. Olağan Genel Kurulu'nda Bilecik ve Özilhan'ın OHAL'in kaldırılması talebi öne çıktı. Özilhan, OHAL'in yatırım kararlarını etkilediğini ve son kez uzamış olmasını temenni ettiklerini söylerken, Bilecik, demokrasi için atılması gereken ilk adımın OHAL'in kaldırılması olduğunu ifade etti.
Yeni adıyla Türk Sanayicileri ve İşinsanları Derneği'nin (TÜSİAD) Olağan Genel Kurul toplantısına olağanüstü halin kaldırılması talebi dikkat çekti. TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, yaptıkları konuşmalarda OHAL'in kaldırılması taleplerini dile getirdi.
TÜSİAD'ın 48. Olağan Genel Kurul Toplantısı İstanbul Intercontinental Oteli’nde düzenlendi.
Toplantının açılışında 1971-1979 yılları arasında TÜSİAD’ın ilk başkanlık görevini üstlenen merhum Feyyaz Berker için bir anma töreni gerçekleştirildi.
Özilhan yaptığı konuşmada, yeni bir yıla iç politikadan ekonomiye, uluslararası ilişkilerden dünya ekonomisine, yine yoğun bir gündemle girildiğini aktararak, bu yüklü gündemde dikkatlerinin bir dizi güncel tartışmaya yoğunlaşıyor olsa da bu konuların hep aynı temel sorunlardan kaynaklandığını söyledi.
Bu sorunları kökünden çözmedikçe sürekli olarak farklı kılıklarla karşılarına çıktığına işaret eden Özilhan, bu nedenle söz konusu yapısal konuların çözümü için toplumsal mutabakat çağrısı yapmak istediğini anlattı.
Geçen sene dünyada en hızlı büyüme sağlamış ülkelerin pek azında liberal ekonomi ve politika ilkelerinin geçerli olduğuna dikkati çeken Özilhan, "Çin, devlet güdümündeki ekonomilerin bir gün mutlaka çökeceği inancını yerle bir etti. Liberal demokrasi, hukuk devleti ve piyasa ekonomisinin tüm dünyaya barış ve refah getireceği beklentisinin ise boş çıktığını itiraf etmek durumundayız. Dünyanın ekonomik ve siyasi güç dengeleri yeniden oluştuğu, adeta tektonik değişimlerin yaşandığı bu çağda değişimin hızına ayak uydurabilmek için ülkenin hızlı ve etkin karar alması gerekiyor." diye konuştu.
Özilhan, değişime uyum sağlamak ve değişimin geniş kitleleri etkileyen sonuçlarıyla başa çıkmak için birçok ülkede güçlü liderler dönemine girildiğini vurgulayarak, "Peki bu durum liberal değerleri anlamsızlaştırıyor mu? Buna benim cevabım net. Eğer uzun dönem eğilimleri açısından bakıyorsak, ki sadece kendi çıkarımızı değil çocuklarımızın torunlarımızın geleceğini düşündüğümüzde mutlaka uzun dönemli bakmamız gerekiyor, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik rejimler dünyada refah ve barışı sağlamakta açık ara önde." ifadelerini kullandı.
"Değişime alışmak, ayak uydurmak mecburiyetindeyiz"
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Özilhan, Brexit oylaması ve Donald Trump'ın seçilmesinin sağ popülizmin birçok ülkede nasıl güçlendiğini gösterdiğini belirterek, "Günümüzde ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Macaristan, Filipinler gibi ülkelerde güçlü popülist liderler iş başında. Kalabalık halk kitlelerini arkasına almış olan bu liderler, bulundukları ülkenin kültürel kodlarına uygun olarak zenginleri, yabancı ülkeleri, göçmenleri düşmanlaştırarak siyaset yapıyorlar." diye konuştu.
Özilhan, bozulan gelir dağılımı, düşen gelirler, artan işsizlik, derinleşen yoksulluk, toplumsal değerlerdeki çürüme ve yozlaşmanın, birilerini "düşman" ilan edince ortadan kalkmadığını aktararak, "Düşman ilan edilen kesimlere karşı geniş halk kitlelerini seferber etmek, hiçbir sorunu çözmüyor. Sorunlar, teknolojik ilerleme ile gün geçtikçe daha da karmaşık hale geliyor. Çözüm, yine ve ancak demokrasi içinde mümkün." şeklinde konuştu.
"Türkiye ekonomisi toparlanmaya devam ediyor"
Tuncay Özilhan, "İktidar tüm toplumu kucaklamalı, muhalefetin önünü açmalı, sorunlarımızı beraberce aşmak için, daha iyiyi hep beraber bulmak için topluma tartışma ortamı sağlamalı. Muhalefet yapıcı projelerle halka umut aşılamalı." yorumunu yaptı.
Türkiye’nin temel sorunlarının çözülmesi için tüm toplumun net bir vizyon altında kenetlenmesi gerektiğine işaret eden Özilhan, "Vizyonun hayata geçirilmesi için iki şey gereklidir; güçlü siyasi liderlik ve bu vizyonun farklı alanlarda nasıl hayata geçirileceğinin iyi biçimde somutlaştırılması. Vizyonun aşağı doğru uygulanması için farklı kesimlerin bir araya gelmesi, daha fazla istişare yapılması, toplumun tamamının harekete geçmesi gerekir. Yüzde 51’in onayı değil, yüzde 100’ün katılımı hedeflenirse, üstesinden gelinemeyecek problem kalmaz." değerlendirmesinde bulundu.
Özilhan, 2016 yılındaki hain darbe girişiminin ardından Türkiye ekonomisinin toparlanmaya devam ettiğini belirterek, şunları kaydetti:
"Son dönemde elde edilen yüksek büyüme hızına rağmen, ekonomide yapısal sorunlar var. Sorunlar karşısında nihai çözüm yerine geçici önlemlerle yetiniliyor. 1990'lardaki ekonomik sorunlarımız adeta bir bir geri dönüyor. TL'nin değerinde yine aşırı dalgalanmalar yaşanıyor. Fiyat istikrarını sağlamak bir yana, enflasyonu yüzde 10'un altında tutmakta zorlanıyoruz. Cari açık, yeniden Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın yüzde 5'lerine doğru tırmanışta. 2000'li yıllarda makroekonomik istikrarı sağlamakta en etkili politikalardan biri olan bütçe disiplini eskisi gibi değil; bütçe dengesinde bozulma eğilimi başladı."
"Kredi artış hızı durma noktasına geldi"
Özilhan, doğrudan yatırımların 10 sene önceki seviyenin yarısına düştüğünü savunarak, "Türkiye'nin toplam net borç stoku Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın üçte birine dayanmış durumda. Özel sektörün yurtdışı borçları 235 milyar dolara ulaştı. Hanehalkları bile artık daha borçlu. Kredi Garanti Fonu sayesinde geçen sene bankalar reel sektörü finanse etmiş; bu sayede büyüme hızlanmıştı. Fakat kredi artış hızı artık reel olarak durma noktasına geldi." diye konuştu.
Bankacılığın reel sektörü destekleme imkanının kalmadığı yorumları yapıldığına dikkati çeken Özilhan, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de bankaların büyümeyi finanse etme kapasitesinin azaldığına dikkati çekiyor. Büyüme, kredi genişlemesine, krediler de yurt dışından borçlanmaya endeksli. Şu veya bu sebepten dolayı yeterli dış kaynak temin edilemezse, ekonominin çarkları dönmez hale gelecek. Şirketler zor durumda kalınca, bankalara geri dönmeyen kredi tutarı artacak. Bankalar kredileri daha da kısmak zorunda kalacak. Biliyoruz ki finansal krizler böyle başlar."
"Üretmeden tüketiyoruz, tüketmek için de borçlanıyoruz"
Özilhan, 1990'ların geri gelen sorunlarına ilaveten bir de yeni sorunlar bulunduğuna işaret ederek, "Türkiye üretmiyor. Hem tarım hem de sanayi üretiminde kan kaybediyoruz. 1990'larda tarım ve sanayinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payı yüzde 40'ların üzerinde idi. Artık bu oran yüzde 30'ların altına indi. Üretmeden tüketiyoruz. Tüketmek için de borçlanıyoruz." yorumunu yaptı.
Fabrika arsaları ve tarlalarda inşaatların yükseldiğini kaydeden Özilhan, "Büyüme kentsel ranta dayalı olursa, sınırlarını da rant çizer. Nüfus artışı yavaşlayıp, kentleşmenin sınırına gelinince, rantın da sonuna gelinir. Oysa büyümeyi sürekli olarak yüksek seviyelerde tutmak için üretime dayalı bir ekonomik yapı şarttır." şeklinde konuştu.
Özilhan, üretime dayalı olmayan büyüme süreçlerinin sonunun, her yerde hep hüsran olduğunu dile getirerek, şu bilgileri verdi:
"Sağlam temel üzerine kurulmayan yüksek binalar çöker. Türkiye bunu geçmişte gördü. Hem de kaç sefer. Ekonominin temelinin sağlam olması için büyümenin adil rekabete ve üretime dayalı olması gerekir. Adil rekabete ve üretime dayalı bir ekonominin en büyük düşmanı enflasyondur. Enflasyon-kur-faiz sarmalı, 1990'lı yılların kayıp yıllar olarak adlandırılmasına neden olan başlıca dinamiktir. Türkiye ekonomisi bu olumsuz sarmala bir daha düşmemelidir."
"Eğitimdeki geri kalmışlığımız, korkarım daha da vahim hale gelecek"
Özilhan, enflasyon ve büyüme arasındaki ilişkinin iyi analiz edilerek fiyat istikrarı doğrultusundaki tedbirlerin mutlaka yeniden devreye sokulması gerektiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Enflasyon kontrol edilmelidir ki, TL istikrara kavuşsun, değeri tahmin edilebilir olsun. Enflasyonun düşük seviyelerde seyretmediği ve kurun öngörülemediği durumlarda, girişimci hesap-kitap yapamaz ve yatırıma cesaret edemez. Yatırımın getirisini hesaplamak zorlaştıkça, yatırım spekülatif alanlara kayar. Yatırımlar, büyük kazanç umuduyla riski yüksek alanlara yapılır. Hal böyle olunca fabrika yatırımlarının yerini, fabrika arsası yatırımları alır, fabrikalar, konuta AVM’ye döner."
Sağlam bir ekonominin ön şartının, adil rekabet ortamının sağlanması olduğunu kaydeden Özilhan, şu bilgileri verdi:
"Adil rekabet ortamı bir başka temel sorun alanına işaret eder; adil rekabeti hukuk devleti sağlar. Türkiye’nin AB üyeliği yolunda ilerlediği, yargı erkinin bağımsızlık ve tarafsızlığının arttığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişlediği, hukuk devletinin güçlendiği yıllar, aynı zamanda, Türkiye’nin tüm tarihi boyunca en yüksek büyüme hızlarına ulaştığı ve yıllık 20 milyar dolarları bulan doğrudan yatırımları çekebildiği yıllardır. Bu süreçte aksama algısının oluştuğu yıllarda ise büyüme düşmüş ve doğrudan yatırımlar azalmıştır. Türkiye hukuk devleti olma doğrultusunda adım attıkça, doğrudan yatırımlar artacak, büyüme hızlanacak, istihdam artacak, aş ve iş sorunu hafifleyecektir."
Özilhan, bu çerçeveden bakınca, OHAL'in de son kez uzatılmış olmasını temenni ettiklerini vurgulayarak, "Vatandaşlar açısından OHAL’in etkisi sınırlı olsa da yabancı müteşebbislerin yatırım kararları açısından olumsuz olduğunu biliyoruz." diye konuştu.
"ABD, dünya siyaset sahnesinde başrolünü korudu"
Bilecik, yaptığı konuşmada, TÜSİAD’ın Kurucu Başkanı rahmetli Feyyaz Berker’i bir kez daha saygı ve minnetle andığını belirtti.
Toplumların üstesinden gelemeyecekleri sorunları gündemlerine almadığını, TÜSİAD’ın hiç almayacağını belirten Bilecik, sözlerine şöyle devam etti:
“Bugün burada hangi konuyu gündeme getiriyorsak, emin olun, her birinin üstesinden gelecek gücümüz de, azmimiz de vardır. Tüm dünyada, 2017 kolay bir yıl olmadı, ancak iki önemli olumlu gelişme hepimiz için memnuniyet vericiydi. İlk iyi haber, ekonomik açıdan 2017’de dünyada büyüme hızlandı. İkinci olumlu haber ise, önde gelen Avrupa demokrasilerinde merkez partiler aşırı popülist dalgayı engellemeyi başardılar. Değişen, yardımcı oyuncular, figüranlar ve seyirciler olurken, ABD, dünya siyaset sahnesinde başrolünü korudu.
Bir yılı geride bırakmak üzere olan Trump döneminde Amerikan Başkanlığı dünya gündemine genelde tatsız gelişmelerle damgasını vurdu. İlk akla gelen diğer önemli gelişmeler ise şunlar; Pekin’de Başkan Şi Jinpin iktidarını konsolide etti. Çin’in küresel ekonomik ve stratejik açılımları hızlandı. Kuzey Kore krizi yıl boyunca sinirleri gerdi. Rusya, Orta Doğu’da etkisini iyice arttırdı. Avrupa Birliği’nde ekonomik toparlanma başladı. Almanya seçimlerinde ise, Şansölye Merkel’in ilk koalisyon müzakerelerinin çökmesinden sonra, sosyal demokratlarla yeni bir hükümet kurma aşamasına gelmesi ümitleri tazeledi.”
Bilecik, Orta Doğu’da DEAŞ ele geçirdiği topraklardan sökülüp atıldığını ifade ederek, “Suudi Arabistan’da Veliaht Prens’in liderliğinde yukarıdan aşağıya bir siyasal yeniden yapılanma ve sosyal/kültürel reform dönemi başladı. Körfez ülkeleri arasındaki ayrılıklar, Katar’ın Kuveyt dışındaki komşuları tarafından ablukaya alınmasına varan bir krizi tetikledi. İran ise, bölgesel hakimiyet yolunda oldukça mesafe kat etmiş olmasına rağmen, yılın son günlerinde muhafazakar kentlerde patlayan protesto gösterileriyle gündeme geldi. Ülke içindeki siyasi mücadele yarışı hızlandı. Bu, İran’ın kendi dinamik toplumunun temel beklentilerini karşılayamamasının sonucudur.” şeklinde konuştu.
Hemen her ülkede insanların dünyanın girmiş olduğu felaketlere rağmen “Dünyanın hali böyle” deyip geçmediğini aktaran Bilecik, “Tüm bu siyasal gelişmeler yaşanırken dünya, bilim ve teknolojinin her alanında müthiş atılımların yaşandığı yeni bir döneme girdi. Sanayi 4.0 çağında, 4. Sanayi devriminin içindeyiz artık. Yapay zeka, sürücüsüz otomobiller, üç boyutlu yazıcılar, genetik, blokchain, büyük veri, bulut teknolojileri gibi alanlarda yaşanan gelişmeler, dünyamızı hızla değiştiriyor.” diye konuştu.
“İnovasyon, ekonomi ile özgürlüklerin ortak alanında yeşerir”
Bilecik, 2017 yılı içinde TÜSİAD olarak yaptıkları faaliyetleri anımsatarak, çalışmalarını sürdürürken, Türkiye’nin yeni dünyanın gereklerine uyum sağlayabilmesi için hızla olağanlaşması gerektiğini hep vurguladıklarını söyledi.
Kamuoyuna verdikleri mesajlarda hiçbir ekonomik kazanımın, demokraside ilerleme sağlanmadan kalıcı ve sürdürülebilir olamayacağını belirttiklerini, hukuk, demokrasi ve özgürlükler toplumu olmadan, katma değer ve istihdam yaratmaktan, nitelikli yatırım çekmekten veya etkin girişimlerin yeşerdiği ülke olmaktan bahsetmenin mümkün olmadığını sıklıkla ifade ettiklerini hatırlatan Bilecik, inovasyonun, ekonomi ile özgürlüklerin ortak alanında yeşerdiğini dile getirdi.
Bilecik, 2018’in ilk günlerinde Türkiye’nin genel havasında bir miktar ağırlık hissettiklerini belirterek, şunları kaydetti:
“Ülkemizde toplumsal kutuplaşmanın keskinleşmesi, 21. yüzyılın gereklerine ve modern bir toplumun yaşam anlayışına uygun olmayan yaklaşımlar, başta kadınlarımızı ve çocuklarımızı olmak üzere hepimizi rahatsız ediyor. 21. yüzyılda artık toplumsal cinsiyet eşitliği Türkiye’nin gurur duyduğu bir başarı alanı olmalıdır. Ayrıca, özellikle siyasetin iletişim dilinin tonu çok önemli bir role sahiptir. Dil, toplumun bilinçaltıdır. Diplomasi ise mümkün kılma sanatıdır. Toplumumuzu ayrıştırıcı değil birleştirici söylemlerle, bizi üzen her problemin çözümünü sağlayabiliriz. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve yapıcı iletişim dili, bu toprakların başarısı öyküsünü birlikte yazmalıdır.”
2017’nin iyi haberinin, ekonominin dünya ortalamalarının üzerinde büyümesi, belirleyici siyasal olayının ise Anayasa referandumu olduğunu anlatarak, “Şimdi Türkiye için toplumsal dayanışma içerisinde olmanın ve vakit kaybetmeden geleceğe bakmanın zamanıdır. Burada önemli olan şudur; Herkesin fikirlerini bir araya getiremezsiniz ama herkesi bir amaç uğrunda bir araya getirebilirsiniz’. Bugün, Türkiye için toplumsal özgürlük, çoğulculuk ve dayanışma içinde ilerleme zamanıdır.” dedi.
Uluslararası ilişkilerde haklı olunduğu veya müttefiklerle farklı tutumların benimsendiği birçok konunun olabileceğini aktaran Bilecik, “Tarihin bize çok net olarak verdiği dersler ispat ediyor ki; Türkiye’yi dünya siyaseti ve ekonomisinde etkili kılan en büyük güç kaynakları her zaman demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve özgürlükler olmuştur. Bu nedenle acilen olağan demokrasi ortamı ve reform gündemine dönmemiz işin en doğrusudur. Devlet geleneğimizin dikkatli diplomatik üslubu da bu yönelimi desteklemelidir. Kavga kavgayı, barış barışı doğurur.” değerlendirmesinde bulundu.
"Türk toplumu çok iyi bilir ki ‘göstermelik demokrasi’ diye bir şey yoktur”
Bilecik, toplumda AB üyeliğini isteyenlerin oranının yüzde 70’ler seviyesinde olduğuna dikkati çekerek, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu hayli yüksek rakamın bize işaret ettiği mesaj, her şeye rağmen Türk toplumunun sosyal standartları ileri, refah seviyesi yüksek, demokratik bir hukuk devletinde yaşama iradesinin ne kadar güçlü olduğudur. Türk toplumu çok iyi bilir ki ‘göstermelik demokrasi’ diye bir şey yoktur. Demokrasi altın kadar kıymetlidir ama çeyreği de yarımı da olmaz. Demokrasiyi bozdurup kullanamazsınız. Sayın Cumhurbaşkanımızın Paris ziyaretleri sırasında Fransa Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin üyelik sürecinin, tamamen değilse bile demokrasi kalitesinde yükselme işaretleri görülene kadar sona erdiğini söyledi. Üyelik yerine Türkiye ile yeni iş birliği yolları, yöntemleri bulunması gerektiğinden bahsetti. Bu tür ikinci sınıf konumlandırma, ülkemizin küresel siyaset dengeleri ve ekonomik rekabet menfaatleri açısından olumsuz bir gelişme olur.
Brexit örneği AB dışında kalmanın maliyeti hakkında herkese bir fikir verdi. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin hukuksal temelini üyelik süreci oluşturur. Asya’dan Amerika’ya tüm dünya ekonomik aktörleri için Türkiye’nin çekim gücünde, AB ile mevzuat uyumu ve üyelik sürecinin güvencesi belirleyici etkenlerdir. AB ile müzakereler fiilen ilerlemese de süreç resmen kopmamalı, tam üyelik perspektifi korunmalı. Daha olumlu siyasal koşullar oluşana kadar gümrük birliği, güvenlik ve enerji gibi somut alanlarda entegrasyon devam etmelidir.”
“OHAL’in son bulması, bir daha tekrarlanmaması…”
Bilecik, Anayasa Mahkemesi’nin tutuklu gazetecilerin tutukluluk hallerinin kalkması yönünde verdiği bir kararın, alt mahkeme tarafından uygulanmadığını belirterek, “Önde gelen hukukçularımızın, hukuka ve anayasal düzenimize aykırı buldukları bu kararla, Türkiye’nin AB üyeliğini, demokrasinin yetersizliği üzerinden engellemek isteyenlerin eline maalesef güzel bir koz verdiğimize şüphe yoktur. Anayasayı yaşatan, içindeki ifadeler kadar dışındaki uygulamadır. Medeniyetin ilk şartı adalettir. Hukuk, devletin toplumsal düzenidir. Adalet olmadan düzen olmaz. Kısaca, demokrasi su ise, testisi adalettir.” diye konuştu. Bilecik, Türkiye’nin hem dünyada hak ettiği saygın konumunu koruyabilmesinin hem de gelişmesi ve kalkınması için yakın tarihin herkesi sarsan travmalarından kurtulup hızla normalleşmeye başlaması gerektiğine işaret ederek, “Bu nedenle atılması gereken ilk adımın, daha önce de başka vesilelerle gündeme getirdiğimiz gibi OHAL’in son bulması, bir daha tekrarlanmaması olduğuna inanıyorum. Hain terör odaklarına en etkin güvenlik önlemleri ile darbe vururken, yasama, yürütme ve yargımızı en ileri demokratik standartlara taşımak için her zaman devletimize destek olacağız.” şeklinde konuştu.
Yargının gerek ulusal gerekse evrensel hukuk ilkelerine, öz ve usul açısından daha fazla itina göstermesinin Türkiye’nin atlattığı tehlikenin dünyaya daha iyi anlatılmasında tartışmasız önemde bir unsur olduğuna inandığını vurgulayan Bilecik, “Tutukluluğun istisna, tutuksuz, delilleri güçlü ve detaylı hazırlanmış, özenli iddianamelerle yargılanmanın esas olduğu bir yargı anlayışına ve uygulamasına ihtiyacımız var.” dedi.
Bilecik, 2020 yılı itibarıyla bugün önemli sayılan yeteneklerin yüzde 35’inin yerini yeni yeteneklere bırakacağını, geleceğin mesleklerinin de buna göre şekilleneceğini belirterek, “2020 yılında en önde gelen beceriler problem çözme, eleştirel düşünme ve yaratıcılık olarak öne çıkacak. Müfredat, eğitim yöntemleri ve öğretmen eğitimi; yenilikçi, analitik ve eleştirel düşünen, problem çözme becerileri yüksek bireyler yetiştirilmesi yönünde geliştirilmelidir. Ancak bu şekilde yeniden yapılandırılan bir eğitim sisteminden iş dünyasının ihtiyaçlarını karşılayacak bir işgücü; toplumun özgür, hukukun üstünlüğüne inanan ve demokratik yaklaşıma sahip vatandaşlardan oluşmasını kolaylaştıracak bir birikim çıkabilir. Bu adımları atmak, bizim yalnızca görevimiz değil, aynı zamanda gelecek nesillere borcumuzdur.” şeklinde konuştu.
“Ekonomi literatüründe yüksek enflasyon ve yüksek büyüme diye bir ikili yoktur”
Erol Bilecik, geçen yıl gerçekleştirilen büyüme hızının gerçekten etkileyici olduğunu belirterek, “Ne var ki yüksek büyümeyle beraber enflasyon ve dış borç başta olmak üzere maalesef finansal kırılganlıklarımızın arttığını gördük. İç talebe yönelik uygulanan politikalar talebi arttırmakta başarılı olurken, bütçe açığının artmasına, enflasyon oranımızın ise çift haneye çıkmasına neden oldu.” dedi.
Ekonomi literatürüne bakıldığında yüksek enflasyon ve yüksek büyüme diye bir ikilinin bulunmadığına dikkati çeken Bilecik, “Bu ikili birlikte hareket etmezler. 2018 yılında ekonomi politikalarının daha dengeli ve nitelikli bir büyümeyi desteklemesini arzu ediyoruz ki büyüme beklentimiz daha önce belirttiğimiz gibi yüzde 4,5. Kredi artış hızlarının makul düzeyde seyretmesi, finansal istikrara katkıda bulunurken, verimliliği arttırıcı reformlara hız verilmesi ise hem rekabet gücümüzü arttıracak hem de fiyat istikrarına katkıda bulunacaktır. Reform isteği, ilerlemenin en büyük motorudur, kağıt üzerinde kalmayan somut icraatlar için daha fazla geç kalınmamalıdır.” diye konuştu.
"Kayıt dışı ekonomi sorunumuz hala var"
Bilecik, hemen tüm ülkelerde vergi mevzuatı değişikliklerinin ekonomik reform gündeminin ilk sıralarında yer aldığını anımsatarak, “Daha önce söylediğimiz gibi Türkiye’de müthiş haksız rekabete yol açan bir kayıt dışı ekonomi sorunumuz hala var. Kayıt dışılığı azaltan daha adil ve rekabet odaklı bir sisteme ihtiyacımız var. İş dünyası olarak, işgücü piyasasındaki katılıkları giderecek düzenlemelerin yapılmasını çok önemli bir öncelik olarak görüyoruz.” dedi.
Türk iş dünyası, Türkiye’nin insanları, gençleri, normalleşen bir siyaset ile Türkiye’nin bu gündemdeki maddeleri başarıyla sonuca ulaştırabileceğini ifade eden Bilecik, bundan en ufak bir kuşkusunun bulunmadığını söyledi.