TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez'den 'döviz' mesajı
TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez, “Mevcut ekonomik model altında bu ihracat artışlarının üretkenlik ve teknoloji olmaksızın sürdürülebilmesi zor görünüyor” dedi.
Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sönmez, ekonomideki son gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulundu.
Bloomberg HT’den Olcay Büyüktaş’a konuşan Sönmez, “Enflasyon artışının, tüm gelişmiş ve gelişen ekonomiler açısından belirleyici olduğu bir yılı geride bıraktık. 2021 yılı pandemi nedeniyle bir toparlama yılı olmuştu. 2022 ise Rusya-Ukrayna Savaşı ile alevlenen gıda ve enerji krizi başta olmak üzere tedarik sorunları ile sınanan Türkiye Ekonomi Modeli yılı oldu. Amaçlanan fiyat istikrarı, yatırım artışı, cari fazla, kontrol altına alınmış enflasyon hedefleri gerçekleşmedi” ifadelerini kullandı.
“Tedirginliğe yol açtı”
Enflasyon ve kurdaki gelişmelerin, iş dünyası için belirsizliklerin artmasına ve yatırımcı davranışlarında tedirginliğe yol açtığını anlatan Sönmez, “Bu dönemde başta KOBİ’lerimiz için olmak üzere işletme sermayesi ihtiyacı artarken, yüksek faiz yurt dışı kredi imkanlarına, kredi musluklarının kısılması da finansmana erişimi zorlaştırdı” dedi.
"Döviz kuru düzeyi bir tehdit"
Bu yıl ihracatçılar için döviz kuru düzeyinin bir “tehdit” oluşturduğunu söyleyen Sönmez, “İhracatta birim başı değerlerimiz hâlâ çok düşük. Orta ve yüksek teknolojili üretim yetkinliğimiz maalesef yüksek katma değer yaratmaktan, verimlilikten uzak. İhraç edilen ürün miktarındaki artışın, ihraç edilen ürünün döviz cinsi değerindeki artışı geçmesiyle birlikte toplam ihracat artıyor. Mevcut ekonomik model altında bu ihracat artışlarının üretkenlik ve teknoloji olmaksızın sürdürülebilmesi zor görünüyor. İhracatta mevcut durumun korunması için de kademeli döviz artışları ve sübvansiyonlar ile ihracatçının rekabet gücünün korunması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Sönmez, asgari ücret artışı ve EYT düzenlemesinin üyelerini nasıl etkileyeceği yönündeki soruya ise şu yanıtı verdi:
- Çalışanlarımızın enflasyona ezdirilmemesi ve alım güçlerinin artması öncelikli bakış açımız. Bunu her platformda dile getiriyoruz ve uyguluyoruz. Öte yandan ülkemiz bir ‘enflasyon-faiz-kur’ sarmalının içinde bulunuyor. Ücret artışlarının toplumsal refah artırışına katkı yapması için ekonomimizin ücret-enflasyon kısır döngüsünden çıkması gerekiyor. Çünkü ücret artışlarının alım gücü ile refaha katkısını artırmak ancak enflasyonun kontrol altına alınması ile mümkün. Bunun için ekonomi bilimi çerçevesinde kalıcı bir tedavi ve reform gündemini acilen hayata geçirmemiz gerekiyor. Ekonomimizin ağırlığını asgari ücret baskısından kurtarıp katma değeri yüksek ücret aşamasına geçmeliyiz.
- AB’de ortalama yüzde 7’lerde olan asgari ücretli çalışan oranı ülkemizde maalesef her 2 çalışandan 1’inin asgari ücretli çalışması ile ortalamalardan çok uzak. Ekonomimiz adeta asgari ücret çemberine sıkıştırılmış görünüyor. Alım gücü ve refah seviyesinin artırılmasında asgari ücret artışları kadar enflasyon düzeyinin de kontrol altına alınmasını önemsiyoruz. Asgari ücretin enflasyon karşısında erimesi, atılan adımın sadece kısa süreli sonuçlarının alınacağını ancak orta ve uzun vadede çözüme katkı sağlamayacağını gösteriyor. Yüksek teknolojili üretim ve yüksek katma değer artışı işletmelerimizin verimliliğini artırırken haliyle çalışanlarımızın da yetkinlik, kapasite ve alım güçlerini de asgari ücret sarmalından kurtaracaktır. Çalışanları asgari ücrete bağımlı kılan ekonomik modelin değişmesi, yaratılan katma değerin toplumsal refah artışına katkısını da artıracaktır.
- EYT konusuna gelince, EYT hakkını elde eden çalışanların kıdem tazminatı hakkı bakidir. EYT için ayrılan 25 milyar TL’lik KGF paketinin, buna ihtiyaç duyan işletmelerimize öncelikli olarak kullandırılması büyük önem arz ediyor. Bu paketin süreç içinde ihtiyaçlar da gözetilerek artırılacağını umuyoruz. EYT’de ortaya çıkan yükün işçi, işveren ve kamu başta olmak üzere adil ve eşit bir şekilde gözetilerek yönetilmesini önemsiyoruz.
- Diğer yandan iş gücü piyasasındaki etkilere de hazırlanmalıyız. Çalışma hayatına devam etmeyecek EYT’lilerin yerine genç istihdamını artırmak bir seçenek. Çünkü 15-24 yaş arasında ne eğitim ne istihdamda yer alan yaklaşık 3 milyon 250 bin gencimiz var. Bu gençlerin yüzde 38’i yükseköğrenim, yüzde 31’i de mesleki veya teknik lise mezunu. Ancak sektörel istihdam olanaklarının yetersizliğinden dolayı birçok genç mezun olduğu alanda çalışamıyor. Dolayısıyla EYT sürecinde gençlerin istihdam olanaklarını artıracak kapsamlı teşvikler ile genç istihdamı artırılabilir ve genç işsizlik oranı OECD ortalamasına çekilebilir.