Sagalassos’un gölgesinde bir lezzet yolculuğu
Türkiye’nin pek çok bölgesinde tarih ve yine o yörelere ait lezzetler, yolculuk için mükemmel bir kombinasyon yaratıyor. Pek çok ülkenin sunamadığı bu formül çok değerli… İşte bu hafta bunlardan birini anlatacağım...
VOLKAN AKI
Otelde kahvaltıda yanıma gelen turist, İngiltere Birmingham’dan olduğunu söylüyordu. Birkaç kilometre uzağımızda olan Sagalassos’tan o kadar etkilenmişti ki... Sadece bu olağanüstü kalıntıların bu kadar sahipsiz olmasına, tek bir turizm ofisinin bile olmamasına şaşırıyordu. Ben ise pek şaşırmamıştım aslında, hangi tarihi değerimize gereken önemi verdik ki... Ve hangisini doğru düzgün tanıtabildik... O gün Sagalassos’u gezdiğimde İngiliz turistten daha fazla etkilendiğim de bir gerçek. “Büyülenmek” herhalde güzel bir tanım olur. Oraya önemli bir katkı sağlayan isimse uluslararası standartlardaki Sagalassos Lodge’u antik kent yakınındaki Ağlasun’da kuran Fikret Atalay...
Bambaşka gastronomik deneyimler....
Benim bu bölgeyi keşfetmemi sağlayan Food and Travel tarafından düzenlenen Gastroweekend oldu. Tarihle o bölgenin lezzetleri birleşince “yolculuk” da müthiş oluyor! Tavsiye ediyorum ve size buradan notları aktarmak istiyorum. Türkiye’nin saklı kalmış güzellikleri eşliğinde bambaşka gastronomik deneyimler yaşamak, lokal farkındalıkları naif şef dokunuşlarıyla tetiklemek amacıyla organize edilen Gastroweekend’in mottosu “Tatları keşfedin, keşfin tadına varın” benim de yaşam felsefelerimden biri...
Yöre lezzetleri çok başarılı
Bahsettiğim gibi Sagalassos Lodge bundan 5 yıl önce, 40 yılın üzerinde bir süredir turizm sektörü içinde olan Fikret Atalay tarafından açılmış. Atalay şu anda da Dünya’nın Renkleri adlı acentanın sahibi... Ağlasun çevresinde bulunan tek otel olan Sagalassos Lodge, Türkiye’de turizmin güneş ve deniz ekseninde sıkışıp kalmaması, Anadolu’nun zengin tarihî mirasının tanıtılması için atılmış önemli adımlardan biri. Akşam yemeğinde ana yemeğimiz; Isparta’da 1851’den bu yana, 4 kuşaktır bu işle uğraşan ünlü fırın kebapçı Kadir’in getirdiği kuzu kaburga, but ve şiş köfte idi. Bunun yanında köy tereyağı, deri tulumu ve cevizle sunulan ev yapımı ‘sülük makarnası’, cifne (kurutulmuş taze fasulye) aşı gibi yöresel yemeklere Thermomix şefi Zeynep Ağaoğulları’nın hazırladığı lezzetler eşlik etti. Bir diğer akşam yemeğimiz şefimizin bölge malzamelerine yaptığı dokunuşlarla lezzetlenmiş özel bir menü eşliğindeydi. Pazardan alınan yer elmalarıyla yapılan cips, cifne çorbası, tulum peyniri ile servis edilen fırınlanmış eflatun patlıcan ile başlayan yemeğimiz yöreden toplanmış morel (kuzu göbeği) mantarı ile yapılmış göce (kırık buğday, mısır ve nohut karışımı) pilavı ve fırın kuzu ile tamamlandı.
Bölgeye gelmişken “Türkiye’nin Maldivler” i olarak adlandırılan Salda Gölü kıyısına da gittik... Salda Gölü 185 metreye varan derinliği ile Türkiye’nin ve dünyanın en derin göllerinden biri. Diğer bir özelliği ise dünyadaki Mars özelliği gösteren iki yerden biri. Tektonik bir krater gölü olduğundan Salda’nın suyu soda ve magnezyum açısından oldukça zengin. Beyaz kumsalının sırrı da yine magnezyum.
Ve antik kent...
Sagalassos Antik Kenti’nden de bahsetmeliyim tabii. Buradaki yerleşim izleri M.Ö. 4200’e dayansa da Sagalassos M.Ö. 4’üncü yüzyılda Büyük İskender’in bölgeyi kendi topraklarına katmasıyla adını duyurmuş. Altın çağını ise Roma İmparatorluğu çatısı altındayken yaşamış. Bugün antik kente girdiğinizde sağ tarafta gördüğümüz sarayvari kent konağı, ileride soldaki büyük Roma hamamı, hamamda bulunan ve Burdur Müzesi’nde sergilenen Roma imparatorları Hadrian ve Marcus Aurelius’un devasa heykelleri ile Antoninler Çeşmesi’nin süslemeleri, Sagalassos’un vaktiyle sahne olduğu ihtişamlı günlerin birer göstergesi... M.S. 6. yüzyıldan itibaren kent için geri sayım başlamış denilebilir. Deprem, veba salgını, akınlar, savaşlar derken, yaşam; Sagalassos’u terk etmiş. Bir başına kalan kentin üstü de zamanla, yaslandığı Akdağ’ın toprağıyla örtülmüş. Ama –tıpkı Pompeii gibi– bu sayede günümüze yağlamalanmadan gelebilmiş.