Mazinin ilham veren kenti: Troya
EKSTRA - NERMİN SAYIN
NERMİN SAYIN
Binyıllar önce bir gece, Troya derler bir şehrin kraliçesi Hekabe, sıçrayarak uyanır. Nasıl uyanmasın; hamiledir ve rüyasında karnından alevler çıktığını, bu alevlerin kenti sardığını görmüştür. Kahinler rüyayı yorumlayıp çocuğun şehrin felaketi olacağı konusunda sözbirliği edince, doğan bebek İda Dağı’nda kaderine terk edilir... Beri tarafta, Thetis ile Peleus’un düğünü yapılmaktadır. Düğüne çağrılmayan Eris, nifak sokmak için düğün alanına “En güzele” yazan bir elma yollar. İyi de “En güzel” mitolojinin hangi tanrıçasıdır? Hera mıdır, Afrodit midir, Athena mıdır? Zeus, kazananı Hekabe ile Troya Kralı Priamos’un büyüyüp İda Dağı’nda çobanlık yapan oğlu Paris’in belirlemesini emreder... Hera; Paris’e güç, Athena; bilgelik ve savaşta yenilmeme, Afrodit ise dünyanın en güzel kadının aşkını vadeder. Ve Paris, belki de her genç erkeğin yapacağı gibi aşkı seçer... Dünyanın en güzel kadınıysa Sparta Kralı Menelaos’un eşi Helena’dır... Paris’in Helena’yı kaçırması yaklaşık 10 yıl sürecek olan Troya Savaşı’nı başlatacak, meşhur Tahta At hilesiyle kent Akalar tarafından alınacak, yakılıp yıkılacaktır...
Biraz ilhama kimse "hayır" demez!
Troya Savaşı’nın yüzyıllar boyunca anlatılan iki destana sığmayan hikâyesini birkaç satırda özetlemeye çalışmamın nedeni, antik çağdan beri pek çok kişiyi ilhamla donatması, farklı alanlarda bir sürü eserin yaratılmasında çıkış noktası olması. Her ne iş yapıyor olursak olalım, biraz ilhama kimse hayır demez sanırım. Destanın başlangıcını kabaca özetledikten sonra, size bir sorum var: Bir ozan bir kentle özleşleşebilir mi? Kentin ününün dünyaya yayılmasına yardımcı olabilir mi? Sözkonusu ozan Homeros, kent de Troya’ysa, bu sorunun cevabı evet... Ömründen yüzlerce yıl önce Troya’da olduğu varsayılan savaşın destanını İlyada ve Odysseia’ya taşıyan Homeros, antik dünyanın bu çok önemli merkezinin bilinirliğine bilinirlik kattı nesiller boyu. Bugün de Paris ve Güzel Helena’nın aşkı, Hektor’un kahramanlığı, Akhilleus’un yenilmezliği, savaşın kıyıcılığı ve elbette meşhur Tahta At’ın oynadığı kritik rolle "hikâyesi" tüm dünyada en bilinen antik kentlerden biri Troya... Ben de bu hafta, antik çağlarda bile İlyada’da anlatılanların yaşandığı toprakları görmek isteyen pek çok gezgini ağırlayan bu ilham verici şehre davet edeceğim sizleri...
Jeopolitik konumu çok önemli
Kentin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne kabulünün 20. yılı dolayısıyla 2018’in “Troya Yılı” ilan edilmesi ve peşi sıra düzenlenen etkinlikler kentin ziyaretçi sayısını önemli ölçüde artırmış durumda. Çanakkale'nin merkezine 30 kilometre uzakta olan antik kent, 1996’dan beri Milli Park...
Doğal zenginliğin içinde yer alan kente, Truva Meşesi adı verilen ağaçlara sıkça rastladığımız bir yoldan geldik bu seferki ziyaretimizde. Yeri gelmişken hemen ekleyeyim; meşe olur da sincap olmaz mı! Flora ve faunasıyla da önemli olan Troya’da sizi merakla izleyen sincaplara rastlarsanız şaşırmayın... İlyada’nın etkisiyle tek Troya varmış gibi algılanıyor genellikle ama bu bölge aslında jeopolitik konumunun getirdiği ticaret avantajları ve toprağının zenginliğiyle 3 bin 500 yıla yakın bir süre kesintisiz yerleşim görmüş. Antik kentte bugüne ulaşan Surlar, Rampa, Saray Binası, Kutsal Alan, Odeon, kanalizasyon parçaları gibi kalıntılar, Troya’da üst üste kurulan on farklı şehre ait. Deprem, savaş ya da yangın gibi sebeplerle tarihe karışan bu şehirler arasında en gelişmiş kültüre sahip olanın yaklaşık M.Ö. 1740- 1300 yıllarına tarihlendiği sanılan Troya VI olduğu söyleniyor. Muhtemelen Homeros’un Troyası da bu. Antik kentte gezerken görebileceğiniz “Schliemann Yarması” olarak anılan bölüm, neredeyse bütün dönemlere ait kalıntıları üst üste göstermesiyle Troya topraklarının tarih boyu nasıl vazgeçilmez olduğunun altını çiziyor.
Antik kentteki panolarda da okuyabileceğiniz gibi, öyküsü günümüzden yaklaşık 5 bin yıl önce başlayan Troya’ya zenginliği “rüzgâr getirmiş.” Nasıl, derseniz... Çok özetle; Çanakkale Boğazı’nın akıntıları ve kuvvetli kuzeydoğu rüzgârı Karadeniz’e girmek isteyen gemileri Beşik Koyu’nda seyrek esen güney rüzgârını beklemeye zorlarmış. Rüzgâra karşı seyir alma tekniği ise ilk kez M.Ö. 1. binde geliştirilmiş. Dolayısıyla Troya vazgeçilmez bir lojistik merkez olarak parlamış çok uzun bir dönem...
Tarihe, hele hele arkeolojiye birazcık bile meraklıysanız burada heyecan duymamanız mümkün değil özetle. Önümüzde binyıllara yayılan bir kent, orada yaşayan insanlara ve kurulan kültürlere dair sağlam ipuçları var. Bir de Homeros ve yazdıkları. Tabii arkeoloji biliminin ve hayal gücümüzün doldurmasını beklediğimiz bir sürü detay... Boşuna demiyorum Troya hepimize ilham verecek diye!
Kısa filmlerle kurulan dünyalar ikinci kez yarıştı
Kısa film, tüm dünyada yükseliyor, festivallerinin sayısı da her geçen gün artıyor. “Troya Yılı” dolayısıyla pek çok sanat etkinliğine ev sahipliği yapan Çanakkale, hafta sonunda da 2. Uluslararası Truva Atı Kısa Film Festivali’ne sahne oldu. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ev sahipliğinde, Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı ile Sinema Genel Müdürlüğü’nün işbirliği ve Çanakkale Valiliği himayelerinde düzenlenen festivalin Üç Tenor’un dinletisiyle başlayan galasını takip edenler arasındaydım. 120 ülkeden ve Türkiye’den 2 binin üzerinde katılım olan festivalin birincisi “Hikâyeci” ile Anıl Güldoğan, ikincisi “Naftalin”le Furkan Daşbilek, üçüncüsüyse “Der Wolf” ile Benjamin Thum oldu. Festivalde söyleşilerde gençlerle buluşan isimler arasında Perihan Savaş da vardı.
“Arkeo-Köy” Tevfikiye’ye uğramadan geçmeyin!
Bu seferki Troya gezimde kahve molamı içimi açan bir Köy Kahvesi’nde verdim, hem de “Arkeo-Köy” kahvesinde. Antik kentin tabiri caizse burnunun dibinde olan Tevfikiye’den bahsediyorum. OPET’in “Tarihe Saygı Projesi” kapsamında Çanakkale Valiliği işbirliğiyle yenilenen köy, Troya yolundaki gezginler için keyifl i bir mola yerine dönüştürülüyor. Troya Evi, Köy Pansiyonu ve şu sıralar Çanakkale Bienali’ne ev sahipliği yapan bir Müze’si var artık. Yepyeni çehresine Troyalı kahramanların büstlerinin konulduğu bir Troya Meydanı da ekleniyor.
Tahta atın karnına saklanan öyküler
Brad Pitt’li ünlü filmde kullanılan Troya atı, Çanakkale sahilinde yer alıyor ve âdeta şehri ziyaret edenleri yarım saat uzaktaki antik kente davet ediyor. Antik kentin girişinde de bir tahta at heykeli var ki (yukarıda) herhalde tüm dünyada gezginlerin en çok fotoğraf çektirdikleri ahşap heykellerden biri. Bu atın durduğu meydan, Troya alanının içinde. Ne zaman gelsem beni bir zaman yolculuğuna davet ediyor. Tam da o geceye: Troyalılar kazandılar zannedip kentte eğlenirlerken, meydanda tutulan atın içindeki askerler onların uyumalarını bekliyorlar. Öyle müthiş ki anlatmak için ancak Homeros olmak lâzım! Siz de benim gibi “Anlatamazsak okuruz” diyorsanız, İlyada ve Odysseia'yı farklı baskılarla kitapçılarda bulmanız mümkün. Ayrıca Troya Kazı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan’ın "Yeni Başlayanlar İçin Troya” kitabı da size bu müthiş kentin kapılarını açacaktır.
Surlar kentin görkemini fısıldıyor
Troya’nın şaşırtan özelliklerinden biri de kent surları. Kalıntıları bile öylesine kunt ki hem yapanların ustalığına şapka çıkarttırıyor hem de kentte nasıl bir uygarlık düzeyinin yaşandığına kanıt oluşturuyor. Kilit taşlarının da kullanıldığı bu sistemde surlar içeriğe doğru eğimli inşa edilmiş. Troya gezinizde tam da burada durun ve kendinizi tarihin içinde, bir vakitler binlerce kişinin yaşadığı Troya’da farz edin. İlhamla donanacaksınız! Elbette Troya’nın ilhamını esere dönüştüren onlarca isim de var. Son olarak Devlet Opera ve Balesi’nin bir “Troya” gösterisi hazırladığının haberlerini aldık... Etkinlikler demişken bir notum daha var: Troya Yılı dolayısıyla yurtdışında da tanıtım faaliyetleri yapılmakta, biliyorsunuz. Bu kapsamda; Frankfurt Kitap Fuarı’nda yarın Prof. Dr. Rüstem Aslan "Troya" temalı bir söyleşi gerçekleştirecek.
Troya Müzesi’nde 2 bin eser var
Arkeoloji ve tarih meraklılarının uzun zamandır bekledikleri Troya Müzesi de, Troya Yılı etkinlikleri kapsamında, kapılarını önceki gün ziyaretçilere açtı. Troya Ören Yeri girişinde yer alan müze; Troya’yı ziyaret edenleri hem antik kent, hem Troas Bölgesi hem de genel olarak arkeoloji bilimi hakkında bilgilendiriyor. Troya Müzesi’nde Troya ve Troas kentlerinden elde edilen yaklaşık 2 bin eser sanatseverlere sunuluyor. Müzede ziyarete giriş rampasından başlayan misafirler zemin katınından itibaren bölgenin hikâyesini takip edebiliyorlar.
Troya Müzesi'nin katları “Troya’nın Katmanları”, “Antik Dünya” ve “Kazı Tarihi” ana başlıklarını taşıyor. Troya’daki en eski yazılı belge olan “Luvi Mührü”, Amerika’dan getirilen eserler ve 1994 yılında çıkarılan “Polyksena Lahti” de müzede sergilenen eserler arasında.
Troya Müzesi’nde Heinrich Schliemann tarafından yurtdışına kaçırılan Troya eserleriyle ilgili bilgilendirici bir bölüm de var. Troya Müzesi’nde arkeolojiye dair ziyaretçilerin bilgilerini artıracak interaktif düzenlemeler mevcut. Bu düzenlemelerin bir bölümü de çocuklara yönelik. Müzenin oldukça geniş olan bahçe bölümünde ise peyzajla birlikte taş eserler, lahitler, sütunlar, steller ve sütun başlıkları sergileniyor.
Rampayı takip ederek keşfedin
Müzede; heykel, lahit, yazıt, sunak, mil taşı, balta ve kesiciler, seramikler, metal kaplar, altınlar, silahlar, sikkeler, kemik obje ve aletler, cam bilezikler, süs eşyaları, cam ve pişmiş toprak koku şişeleri, gözyaşı şişeleri gibi pek çok parça yer alıyor.