‘KOBİ’ler İSG yükümlülüklerinin altından kalkamaz’

“Sadece yasa ile sorunlar çözülemez, öyle olsa Soma’da 300 işçi ölmezdi” diyen TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler, KOBİ’lerin iş sağlığı güvenliği yükümlülüklerinin altından kalkamayacağını söyledi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

huseyin-005.jpg

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Sekreteri Bülent Pirler, Türkiye’de sorunların sadece yasa ile çözülemeyeceğini belirtirken, “Öyle olsa Soma’da 300 işçi ölmezdi” dedi. İş sağlığı ve güvenliği uygulamalarında mevzuatçın Avrupa’nın bile çok ilerisinde olduğunun altını çizen Pirler, sistemde öngörülen İSG uzmanlığının sadece belli bir kitlenin tekeline bırakıldığını, KOBİ’lerin bunların yükümlülüklerinin altından kalkamayacağı hakkında 2 yıl önce uyardıklarını bildirdi. Pirler, TİSK’in Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projesi’nin çok başarılı olduğu için dünyaya örnek gösterildiğini belirtti. Ankara Sohbetleri’ne konuk olan Bülent Pirler, Ankara Temsilcimiz Ferit B. Parlak ve Ankara Haber Müdürümüz Hüseyin Gökçe’nin sorularını cevaplandırdı. 

Son dönemlerde tüm ülkeyi yasa boğan iş kazaları yaşandı. Size göre bu konuda neler yapılmalı? 
Bakın Tuzla olayı oldu, ardından tepki yasası çıktı. Soma’da çok üzücü bir felaket yaşandı, yeniden mevzuat değişimi gündeme geldi. Yasa yaparak sorunlar çözülseydi, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çıktıktan sonra Soma’da 300 insanımız hayatını kaybetmezdi. Bir yasal düzenleme yapılıyor, mükellefiyetler artıyor. Ancak burada ayar kaçarsa sorun çıkar. 

Uygulamada yaşanan sorunlardan çok basit bir örnek vereyim. Kısa süre önce İzmir’de esnaf odalarının temsilcileriyle konuştuk. İş Sağlığı Güvenliği (İSG) konusunda ortak hizmeti nasıl satın alacaklarını bilemediklerini söylediler. Yasa sürekli ertelenerek gidiyor. Zaten baştan doğru başlamadı o yüzden de Torba Yasa ile bir sürü değişiklik yapılıyor. 

Biz iki yıl önce bu yasa çıkarken söylemiştik, tutanaklar ortada. Yasa çıkmadan düzelterek çıkarılmasını önerdik o zaman bize karşı çıktılar, şimdi bizim 2 yıl önce söylediğimiz düzenlemeleri tekrar yasa ile değiştiriyorlar. 

"Kıdem tazminatında yeniden 15 güne dönülmeli” 

Çalışma Bakanı torba yasa görüşülürken, kıdem tazminatı konusunu yeniden gündeme getirdi…. Aslında şu anda gündemde değil. Yani ortada bir taslak yok. Burada en tartışmalı konu fonun kurulup kurulmayacağı. Kıdem tazminatı enteresan bir olgu, endüstri ilişkilerinin hızlı ilerlemesine engel oluyor. İşçilerin vaz geçemeyecekleri bir konu, bir meta haline geldi. Fon ilk bakışta cazip gibi görünüyor ama çok iyi hesaplamak gerekiyor. Bugün bir işçi işverene hakaret yüzünden kıdem tazminatını alamadan çıkarılabiliyor. Fon sisteminde ise tahakkuk eden parasını alabiliyor. 

Bugün geçerli olan 30 günlük süre 1980’li yıllarda 15 gündü, bir gece yapılan düzenleme ile 30 güne çıkarıldı. Bu yapılırken de işsizlik sigortası ve iş güvencesi düzenlemelerinin olmadığı gerekçe gösterilmişti. O dönem bir taahhüt verilmişti, şimdi her iki düzenleme de yürürlükte niye gün sayısı düşmüyor? Kazanılmış haklara kesinlikle dokunulmadan gün sayıları da azaltılacak bir düzenleme yapılmalıdır. Yabancılara bu yükümlülükleri anlatamıyoruz. 

ILO yönetimine tekrar seçildiniz, oldukça uzun süre görev yapıyorsunuz, peki orada ne gibi faaliyette bulunuyorsunuz? Bir de kara liste meselesi var…. 
ILO enteresan bir örgüt. Kamu, işçi ve işverenlerin bir ada olduğu üçlü yapıya sahip tek uluslararası örgüt. Burada yer almak işveren açısından büyük keyif veriyor. Bu sene Türkiye devlet olarak yönetim kuruluna seçilmesiyle yönetim kurulundaki üye sayımız 2 oldu. 

2 sene önce ILO’nun sözleşmelerin uygulanmasını denetleyen, kamuoyunda kara liste olarak bilinen Aplikasyon Komitesi hiçbir ülkeyi inceleyemedi. Grev hakkına ilişkin eksperler komitesinin yorumlarının yanlış olduğunu söyledik, işveren kesimin ikna edip bloke ettik. 

Biz şunu savunduk, denetim mekanizmaları siyasi müdahale olmamalı, teknik çalışma olmalı. Buraya gelecek ülkeler gerçekten hiçbir siyasi angajmana uğramadan teknik sebeplerle gelmeli. Burada çıkan haberlerin hepsi yanlış, bu sene Türkiye listeye alınmadı. Niye alınmadı. Çünkü Türkiye hakkında yapılan teknik yorumlar, yeterli bulunmadı. Yani ülkeyi kara listeye alınması için bir argüman yok ortada. Onların siyasi manevrasına biz teknik manevra yaptık, Türkiye’yi listeye aldırmadık. 

TİSK’in yakın zamanda başlattığı kurumsal sosyal sorumluluk konusunda farkındalık yaratmaya yönelik projesine de çok önem verdiğinizi biliyoruz. Bu konuda ne aşamadasınız? 
Bu proje konusunda aslında geldiğimiz noktayı beklemiyorduk. Çok hızlı gidiyoruz. Dünyaya bu konuda model olduk. Temelde sosyal sorumluluk konusunda bir kültür oluşturmaya çalışıyoruz. Bakın bir felaket olur insanlar yardım yapar, bu sosyal sorumluluk değil, sosyal yardımdır. 

Türkiye’de artık sosyal sorumluluk uzmanı gibi yeni bir meslek ortaya çıkıyor. Konfederasyonumuzda 8 tane uzman var. Bu uzmanlar işyerlerinden neredeyse 100’e yakın uzman yetiştirdiler. İşyerlerinde 100 uzman da kendi işyerleri ve etraflarına süreci tanıtıp açıyorlar. 

Bir de en iyi sosyal sorumluluk çalışmaları konusunda yarışma düzenledik. Bunu da en iyi KSS örneklerini bulmak amacıyla yapıyoruz. Sosyal sorumluluk projeleri konusunda daha bilinci yapıla oluşturmak istiyoruz. Buradan çıkan sonuçları bir el kitapçığı haline getirip işveren camiasına ‘ne yapmamız gerekiyor’u anlatacağız. Proje iki sene daha uzayacak. AB’nin en başarılı bulduğu proje. 

Birkaç projemiz daha var. Önümüzdeki dönem uluslararası networkler var. Mesela Global Çıraklık Networku. 

Bu networkler içinde işletmeler daha fazla yer almak istiyorlar eğer bir işletme, bahsettiğimiz standartlar, çevre, insan haklarına ilişkin standartlara ne kadar fazla uyum sağlarsa, dünya ihracat hacmi içindeki görünürlüğü, reklamı artıyor. Bu bir sistem, rekabet gücünü kaybedilebilir endişesi taşıyanlar var ama sistemin parçası mı olacaksın? Yoksa dışında mı kalacaksın? Biz sistemin parçası olup aktör olarak yer almak istiyoruz. 

Çıraklık netvworkü çok yeni bir konu. Eylül ayından itibaren açılımlar başlayacak. Önümüzdeki yıl Şubat’ta tam sunuşunu yapacağız. Bir çok büyük şirket, buna üye olacak. Bu network en iyi çıraklık uygulamalarının örneklerini gösterecek.. Örneğin İspanya’daki Telefonica uygulamalarını gönderiyor. ABD’deki gönderiyor. Biz oturup kararlar alıyoruz bunlar uygulanabilir, bunlar uygulanamaz diye. Bunları işçilerimizle paylaşarak bakanlıklara, hükümetlere model olarak önerebiliyoruz.

"KOBİ’ler bunun altından kalkamaz dedik"

Mesela mevzuatta çalıştırılması zorunlu görevliler arasında ‘sağlık memuru’ var. Yasa çıkarken, doktor, hemşire ve İSG uzmanı varken sağlık memurunun gereksiz olduğunu söyledik. KOBİ’ler bunun altından kalkamaz dedik. Şimdi bunu yeniden değiştirmeye çalışıyorlar. Büyük yanlışlardan birisi de uzmanlarda A, B ve C şeklnde yapılan sınıflandırma. Bunu dillendirince bize çok kızanlar oluyor ama yine de söylemem gerekiyor. Çok tehlikeli sınıflar için uzmanlık gerektiren konularda mühendisler görevlendirilebilir. Ancak bütün uzmanlar sadece mühendis ve iş müfettişlernden olacak derseniz olmaz. Bu yasa çıkmadan yıllardır İSG konusunda çalışan doktor ve hukukçular şimdi bu unvanı alamıyor. İSG uzmanlığı bell ktlelerin tekeline bırakılmış durumda. Gelecek sene Türkiye’de yapılacak G-20’nn ş sağlığıyla lgl alt komisyonunda Türkiye’ye bir avukat temsil edecek oysa o kişi uzman sıfatını alamıyor. Bze göre bu yasanın felsefesi yanlış, yani yeni bir yasa çıkarılmasına hiç gerek yoktu. 10 yıl önce çıkan İş Kanunu’nda küçük değişikliklerle sorun çözülebilirdi. Bu düzenlemeleri savunurken, “iş sağlığı önlemlerini bütün işletmelere yaygınlaştırdık” ifadeleri kullanılıyor. Oysa yapmak istedikleri şey sadece 2 maddelik değişiklikle de yapabilirlerdi. İSG aslında bir bilinç meselesi, tarafları sisteme aktif olarak katmazsanız sadece denetmle bu iş olmaz, zaten müfettiş sayısı da belli. Biraz daha liberal mantıkla hareket etmek ve sosyal tarafları sürece dahil etmek gerekyor. Batıda iş daha farklı yürüyor. Sosyal taraflar daha ön planda, denetim yapıyorlar, sorunla karşılaşılırsa kamu otoritesi devreye giriyor. Tekrar ediyorum bütün bunlar küçük işletmeler için br maliyet ve bunları karşılamaları mümkün değil. Avrupa Birliği normları konusunda herkes Soma yüzünden bir şeyler öğrendi ama diğer konularda kimse bir şey bilmiyor. Örneğn tehlikeli olmayan sınıflarda şirketler kendi elemanlarından br tanesini bu konuda görevlendirmek dururken niye dışarıdan birisini istihdam ediyorlar? Bizim mevzuatımız aslında AB’nn çok çok ilerisinde. Ancak uygulamada sıkıntı oluyor. Örneğin İngiltere de çok iyi belirlenmiş standartlar var ve yükümlülük işyerlerine bırakılıyor. Ancak otorite “Bir kaza olursa üstüne çok kötü gelirim” diyor. 

Bu konularda ilginizi çekebilir