İçinden çıkmak istemeyeceğiniz bir açık hava müzesi: Viyana
EKSTRA - HÜSNİYE GÜNGÖR
HÜSNİYE GÜNGÖR
Eğer bir şehri gezmek için iki günden fazla zamanınız yoksa, Viyana tam da olmak isteyeceğiniz yer! Bir açık hava müzesini andıran sokaklarında bıkmadan dolaşırken müzelere vakit ayıramayacağınız için kendinizi suçlu hissetmiyorsunuz! Yürüyerek de bisikletle de dolaşması harika olan Viyana’daysanız, zaten hiç çıkmak istemeyeceğiniz bir müzenin içinde gibisiniz. Biz de iki gün için iki ayrı rota belirleyerek, Viyana hakkında bir fikir edinmeye çalıştık...
Viyana’da ilk günümüz, dünyanın halen yayınlanan en eski günlük gazetesi olan Wiener Zeitung’un ofisinde başladı. Orada çalışan arkadaşımdan çizeceğim rotayla ilgili öneri aldım. Şöyle yapacaktım: Bulunduğum Media Quarter’dan metroyla Stephansplatz’a, rotamızın başlangıç noktasına gidecektim. Kolay oldu. Sadece şehrin değil, Avusturya’nın en popüler meydanına vardığımda iki günlük turistliğim de başlamıştı... Adını Aziz Stephan’ın mezarını barındıran Stephansdom’dan alan meydan Viyanalılar ve turistlerle her daim canlı. Stephansplatz, aynı zamanda, trafiğe kapalı alışveriş caddesi olan Kärntner Strasse’nin de başladığı nokta.
Kärntner Strasse boyunca yürüyüp yolun sonuna geldiğinizde karşınıza Neo-Rönesans mimarisini yansıtan Viyana Devlet Operası binası (Wiener Staatsoper) çıkıyor. Viyana’nın dünyaca ünlü ‘Die Original Sacher-Torte’ pastasının icat edildiği Hotel Sacher ise opera binasının tam karşısında sağınızda kalıyor. Meraklıları için pastanın satıldığı Cafe Sacher erken fakat ‘tatlı’ bir mola yeri olabilir.
Ringstrasse’yi takip ederek...
İlk günkü rotamız çok basit. Şehrin merkezini çevreleyen dairesel bir yol olan 5.3 kilometre uzunluğundaki Ringstrasse’yi takip edeceğiz. Çünkü; Heldenplatz, Volksgarten, Milli Kütüphane, Albertina müzesi, 1896 tarihli Viktor Tilgner’in Mozart anıtı gibi görülmeye değer birçok nokta bu yol üzerinde bulunuyor. Sanat Tarihi Müzesi, Ulusal Tarih Müzesi, Kütüphane Müzesi, Maria-Theresien-Platz ve Belediye Binası (Rathaus) rotamız üzerinde karşımıza çıkan diğer yerler. Bu yolu geze geze Viyana Üniversitesi’nin oraya kadar takip ettikten sonra sağdan içeri girdiğinizde ara sokaklar sizi tekrar Stephansplatz’a çıkartıyor. Ara sokaklarda da kente has eski kafeleri görmek mümkün.
Viyana’da ikinci güneyse Karlsplatz’dan başlıyoruz. Önce Resselpark geçilerek Karl Kilisesi’ne (Karlskirche) varılıyor. Alplerin kuzey kısmındaki en güzel kiliselerden olduğu söylenen barok tarzı binanın Roma ve Yunan unsurları taşıyan enfes bir mimarisi var. Önündeyse çok güzel bir süs havuzu yer alıyor ve aynı zamanda park olan bu alanda sandviçleriyle öğle arasını değerlendirmeye gelmiş Viyanalılara özenmemek mümkün değil. Kilisenin bir başka özelliği de cuma ve cumartesi günleri burada klasik müzik konserlerinin organize edilmesi...
Buradan hemen bir blok ötedeki başka bir özgün meydan olan Schwarzenbergplatz’a geçiyoruz. Zira şehrin cazibe noktalarından Belvedere sarayları ve bahçesine gitmek için zaten bu meydandan geçiliyor. Meydanın ana cazibe noktası Hochstrahlbrunnen anıtsal çeşmesiyse Viyana’nın su tedarik sisteminin tamamlanmasını kutlamak için 1873 yılında inşa edilmiş.
Belvedere’ye mutlaka uğrayın...
Ve Belvedere… Benim Klimt’in tabloları başta olmak üzere farklı dönem birçok sanat eserinin sergilendiği Belvedere saraylarını gezme fırsatım olmadı, çünkü iki sarayı birleştiren büyük bahçeden çıkmak istemedim. Labirent benzeri yüksek yeşil bitki duvarlarından oluşan kısımdan geçtikten sonra, bahçe sağlı sollu iki ana hat üzerinden devam eden çok büyük bir açık alana çıkıyor. Yol boyunca farklı peyzaj uygulamalarıyla birlikte birbirinden değişik heykeller göreceksiniz. İsterseniz adım başı bulabileceğiniz bir banka oturarak kitap okuyabilirsiniz. Burada günlük koşusu için sarayın bahçesini kullanan Viyanalılara rastlamak bile mümkün. Özetle sadece monarşiye ait olabilecek kadar güzel ve kusursuz olup da halk tarafından rahatlıkla kullanılan bir başka Viyana köşesi daha…
Buradan yine Schwarzenbergplatz üzerinden varılan Stadtpark’ı geçerek son durağımız olan Hundertwasser House’a doğru güzel bir yürüyüşe başlıyoruz. Kegelgasse’deki bu renkli Viyana köşesini görmek için parktan çıktıktan sonra geçtiğiniz sokaklarsa bence bir şehre hoşçakal demek için mükemmel. Hiçbir turistik özelliği olmayan bu bölgede Viyanalıların günlük yaşantısına dahil olabilirsiniz. Arada keşfedeceğiniz kafeler, antika ve tasarım dükkânları sizi kendi Viyana’nızda hissettirecek…
Tarifi sır gibi saklanıyor!
Şu her gidenin yemeden dönmeyin diye tembihlediği Viyana’nın dünyaca ünlü "Die Original Sacher-Torte"sinin aslı, üzerinde elle şekil verilmiş çok ince bir kayısı reçeli tabakası olan çikolatalı kek. Tarifi 1892 yılından beri sır gibi saklanan bu ünlü pasta, çikolata parçacıkları ve şekersiz krem şantiyle servis ediliyor. Pastayı orijinal tarifine uygun olarak yapan Cafe Sacher ise Hotel Sacher Wien’in köşesinde, Viyana Devlet Operası’nın karşısında yer alıyor. Karlsplatz meydanına iki dakikalık yürüyüş mesafesindeki otel değerli antikalar, zarif mobilyalar ve ünlü tablolardan oluşan bir koleksiyonla dekore edilmiş. 1876’da açılan otelin odaları da kıymetli parçalarla döşenmiş.
Tarihin tanığı Heldenplatz
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, dağılmasının üzerinden 100 yıl geçmiş olmasına rağmen anıtsal varlığını Heldenplatz’da “sürdürüyor.” Bir tarafta imparatorluğun zayıfl adığı Franz Josef’in saltanatında iktidar imajını güçlendirmek için planlanan Keiserforum geçit alanının bir kanadı olarak inşa edilen Neue Burg var. Sütun ve kemerlerden oluşan kavisli bir pasaj şeklindeki neo-klasik yapı, bugün birkaç imparatorluk koleksiyonuyla Milli Kütüphane’nin ana arşivine ev sahipliği yapıyor. Napolyon’u mağlup eden Arşidük Karl ile Osmanlı ordusunu 1697 yılında bozguna uğratan Prens Eugen de Savoy’un atlı heykelleri de burada yer alıyor. Adını da bu iki ünlü isimden alan Heldenplatz (Kahraman Meydanı) aynı zamanda Hitler’in 12 Mart 1938 tarihinde, Avusturya’nın Alman Üçüncü Reich tarafından ilhak edildiğini (Anschluss) duyurduğu yer.
“Gündelik Viyana” için…
Viyana’da The Hundertwasser House diye bir yer var. Friedensreich Hundertwasser adında, Gaudi’den etkilenmiş olması muhtemel Avusturyalı bir sanatçı tarafından tasarlanıp yapılan ev, aslında bir apartman. İki yılda tamamlanarak 1986’de düşük gelirlilere ev olarak sunulan bina “doğayla uyumlu mimarinin mümkün olduğunu” ispatlarcasına şehrin göbeğinde yeşil bir vaha gibi… İlginç olmasına ilginç de… Barselona dururken... Yine de mutlaka gidin, çünkü; Viyana’nın hiç de turistik olmayan sokaklarından geçeceksiniz. Ortalama bir Viyanalının yaşamına tanık olabileceğiniz bu mahallede yolunuza sürpriz mahalle kafeleri, antikacılar ve koleksiyon dükkânlarıyla tasarım mağazaları çıkabilir…
Belvedere
Belvedere ve Albertina sanata doyuruyor
Viyana’nın en çok ziyaret edilen tarihi yerlerinden Belvedere, Prens Eugene için yapılan iki Barok saraydan oluşuyor. Her biri tek başına sanat eseri kabul edilen saraylar Ortaçağ, barok, 19. ve 20. yüzyıl Avusturya sanatının önde gelen çalışmalarını ağırlıyor. 1724’te daha yüksek bir yerde durmasından dolayı yukarı Belvedere olarak anılan bölümün de bitirilmesiyle bu iki muhteşem bina Parisli özel bir bahçıvan olan Dominique Gerard tarafından olağanüstü bir bahçe düzenlemesiyle birbirine bağlanmış. Bahçesi herkese açık olan kompleksin tüm bölmelerini gezmek isterseniz ‘combi’ bilet almanız gerekiyor. Tarihteki ilk logo ve telif hakkının sahibi ressam Albrecht Dürer’in “Young Hare” ile Klimt’in kimi çalışmalarının sergilendiği Albertina müzesiyse dünyanın en büyük grafik koleksiyonlarından birine sahip. Monet, Picasso, Baselitz, Ruben, Schiele, Cezanne, Kokoschka ve Rauschenberg gibi sanatçıların eserleri dönüşümlü olarak müzede sergileniyor. Son 130 yılın en heyecan verici sanat hareketlerini Albertina’nın daimi sergisinde görmek mümkün.
Albertina