Gözler Ceo’ nun aynasıdır
Hepimiz kulaktan kulağa oynamışızdır. Oyuncu halkası ne kadar genişlerse, finaldeki söz bir o kadar başlangıçtan uzak olur. İş hayatında sizce bu halkanın kritik genişliği kaç kişidir? Bazen, bir! Oysa göz teması kurarak ileteceğiniz bir cümle bile, tahmin edebileceğinizden daha etkili olabilir.
AYŞE NAZMİYE UÇA
İnsanlarla iletişim, her yöneticinin kılavuz belirlediği bazı kurallarla yürüttüğü, iş hayatının ‘olmazsa olmazı’. Fakat iletişimin en iyi yöntemi ise, göz teması kurulan ve sözlerin yerine göre sert veya ılımlı bakışlarla desteklendiği iletişim olsa gerek.
Bazı yöneticiler, göz teması kurulan iletişimin önemini iş hayatında belli bir süre geçirdikten sonra fark eder. Bende de öyle olmuştu… Başta araya aracı koyarak ilettiğim taleplerimin, benden bağımsız süreçlerle ilerlemesine dair bir izlenime kapılmış; bu durumun personel gözüyle de bir özgüven sebebi olduğu yanılgısını gütmeye başlamıştım. Fakat bir süre geçtikten sonra çok kritik bir konuda yanıldığımı anladım: Sözün iletimi.
Kulaktan kulağa oyununu hepimiz çocukken en az bir kez oynamışızdır. Oyuncu halkası ne kadar genişlerse, finalde beliren söz bir o kadar komik ve başlangıçtan uzak olurdu. İş hayatında sizce bu halkanın kritik genişliği kaç kişidir? Bazen, bir! Tek bir aracı bile, talep edilen işin fersah fersah uzağında bir sonucun sebebi olabilir. Her bir aracı iletişimi kendi anladıkları seviyeden karşı tarafa iletir. Ya da ilettiği mesajda kendi çıkarlarını gözetebilir.
Ben de kulaktan kulağa oynar gibi, aracıyla talep iletmeyi bıraktım. Çünkü talep ettiğim iş bana göre ne kadar kolay anlaşılır bir iş bile olsa, iletilen durum o kadar da umut vermiyordu. Bu da, sonucu hem isteğimden çok uzak hem de olması gerekenden çok daha zorlu yol kat edilerek erişilen bir hâle getiriyordu.
Peki e-posta?
Başta gene de zorlu bir yol seçtim, aracıları devreden çıkartsam da e-posta yoluyla iletişimi tercih ettim. Bu yolu da hem zaman kaybının hem de yazarken kendi içimde vurguladığım en önemli detayların okunurken önemini yitirdiğinin farkına vardığımda bıraktım. Sırada en zorlu ama bir o kadar da garantili olan çözüm kalmıştı.
Göz teması kurularak gerçekleştirilen iletişim!
Neden vazgeçtim?
Yazılı iletişimden neden bu kadar sert bir virajı alarak döndüğüme dair kısa bir detay ileteyim ilk olarak… Bildiğiniz üzere misyon, vizyon ve hedefler konusunda her firmanın yazılı dokümanı vardır. Uzun mesailer harcanarak, çabalarla hazırlanmıştır.
Fakat kimler gerçekten bu dokümanları okur?
Bir firmanın oryantasyon sürecinde kıdemli bir personelinin aktaracağı şirketin kurumsal yaklaşımlarının sağlayacağı etkinin yüzde kaçını yazılı dokümanlar sağlar?
Kaldı ki yönetim algoritmaları gereği bir kişi en fazla 16 kişiye nüfuz edebiliyor; bu sayı sonrasında devreye kademeler, yönetim şekilleri giriyor. Yönetim ise yavaş yavaş karmaşıklaşıyor. Bir yöneticinin, çalışanlarının gözüne bakarak kendi sözleriyle anlattığı talepleri kadar etkili çok az yol kalıyor.
Düşünün; bir çalışanın işten memnun olmadığı bir e-postasını çözümleyerek anlamanız mı kolaydır, yoksa onunla yapacağınız beş dakikalık, belki on, bir sohbet mi? Ya da bir çalışanın şirketiniz için sağladığı katma değeri ona hissettirmek için tüm şirkete attığınız bir e-posta mı vurgunuzu doğru taşır; yoksa herkesin içinde kendisini takdir etmeniz mi?
"Ne tutarsa..."
demeyin... Kritik bir kararı alma aşamasında işinizi ne kolaylaştırır: Aracılarla size taşınan bazı talepler mi, sizin yapacağınız birebir mülakatlar mı?
Göz teması kurarak gerçekleştireceğiniz bir cümle bile, tahmin edebileceğinizden daha etkili olabilir. Yoksa siz hâlâ kulaktan kulağa ile, “Ne tutarsa…” yöntemini gütmeye devam mı ediyorsunuz?
Göz temasının süresini ne belirler?
2015 yılında Londra Üniversitesi Akademisi’nden psikolog Alan Johnston ve meslektaşları, göz teması üzerine çalışmalar yaptı. 400’den fazla gönüllü üzerinde yürütülen çalışmalarda doğrudan kendilerine bakıyormuş gibi görünen aktörlerin videoları gösterildi. Aktörlerin bakışlarını üzerlerinde hisseden katılımcılar, kendilerini ne kadar “rahat” hissettiklerine dair bilgi verdiler.
Deneyin sonucuna göre denekler göz temaslarından memnun kalmıştı fakat süre çok önemliydi. 3.2 saniye süren göz teması “rahatsız edici” algılanmıyordu. Bu ortalama süreden daha uzun olan göz temaslarında ise güven telkin eden imaj çok büyük pay sahibi oluyordu. Uzun süren göz temaslarına verilen tepkiler, kendimize dair algımız ile doğru orantılı gelişiyordu üstelik. Kendisini yardımsever ve cana yakın olarak tanımlayan katılımcılar daha uzun süreli göz temasından rahatsızlık duymuyordu. Siz yine de durumu riske atmayın!