Dokuz kelime, bir hayat: İşte Türkan Şoray
Sinemamızın "Sultan"ı Türkan Şoray, yaşamını anlattığı kitabın taşlarını da beyazperdeden döşüyor. Kitaptan 9 sözcük ve onlarla bağlantılı anılar seçtik...
NERMİN SAYIN
Sanatla örülü bir yaşam
Hamlet'e ne okuduğunu sorar işgüzar Polonius, sohbet açabilmek uğruna. "Kelimeler kelimeler kelimeler" der bedbaht Danimarka Prensi. Baştan savmak için verilmiş bir yanıt mıdır bu, yoksa Shakespeare tutkunu olduğu sözcüklere bir selam mı gönderiyordur muhteşem metninde... Bence ikincisi... Türkan Şoray'ın yaşamını açıkyüreklilikle anlattığı "Sinemam ve Ben"i okurken aklımdan geçip durdu bu replik. Bazı kelimeler o kadar çok düştü ki aklıma kitabın sayfalarını çevirirken... Ben bu dokuzunu seçtim. Bakalım Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın bastığı kitap size hangilerini taşıyacak?
Onda bir tutku ÖĞRENMEK
O, kendini sette bulduğunda henüz bir öğrenci. Hatta, “Öğrenciyim, film yıldızı mı olacağım?” duygusuyla gidiyor sete. Eğitim hayatı bitince çok üzülüyor ama, sinemanın da bir okul olduğunu keşfetmesi uzun sürmüyor. Diyor ki: “Sinemada sadece güzel bir kadın olmanın ötesinde iyi bir oyuncu olmaya kafamı takmam biraz zaman aldı, ama, benim için dönüm noktası oldu. Hâlâ öğreneceğim çok şey olduğunu biliyorum. Öğrenmenin sonu yok, aynı evren gibi.”
Kameranın verdiği CESARET
“Gerçek hayatta korktuğum birçok şeyden, kamera önündeyken hiç korkmam, her şeyi göze alırım” diyen Şoray’ın sinema macerasında öyle anekdotlar var ki. Geceyarısı yalı balkonundan kapkaranlık denize atlamalar mı istersiniz, Galata Köprüsü’nden kendini suya bırakıvermeler mi... Bir trenin önüne yatıp intihar sahnesi çekmek mi, “Cemo” da geçirdiği ve felcin eşiğinden döndüğü attan düşme hadisesinden birkaç yıl sonra yeniden ata binmek mi... Muhteşem gözlerinin kara olduğunu biliriz zaten!
Ona çok yakışan MAHCUBİYET
Aktris, tüm ülkenin hayran olduğu bir yıldız olsa da duygulu, naif karakteri hiç değişmeyen biri. Peki mahcubiyetiyle bilinen yıldız, onca filmde en çok hangi sahnelerde utanmış dersiniz? “Yedi Kocalı Hürmüz”de Atıf Yılmaz ona uykusunda, yattığı yerden göbek attırınca ve yine Yılmaz “Güllü”de sevgilisine aşkını ilan etsin diye dama çıkıp miyavlaması gerektiğini buyurunca. Tabii bir de “Kadın Değil Başbelası”nda ettiği tumturaklı küfürler var!
Her zaman gönlünde MÜZİK
Sinemaya başlamış ama yeni bir teklif gelene kadar çalışmadan beklemesi imkânsız, paraya ihtiyaçları var. Annesinden aldığı güzel sesini değerlendirmek için müzik dersleri almaya başlıyor, hem de kimden; Fecri Ebcioğlu’ndan. Ebcioğlu ona Batı müziğini yakıştırıyor, ilk söylediği de “Autumm Leaves.” Ama tam bir mekânla anlaşmak üzereyken film teklifi geliyor ve şarkıcılık setlere kalıyor.
Sevgi neydi? EMEK
En sevilen filmlerinden “Selvi Boylum Al Yazmalım”ın finalinde Asya’nın dış sesi sorar ve yanıtlar ya “Sevgi neydi? Sevgi emekti...” Türkan Şoray’ın emeğe saygısı da takdire şayan. Kitap boyunca yaşamına dokunan herkesin emeğinin karşılığını bir teşekkürle vermeyi deniyor Sultan. “Selvi Boylum”a gelince... Onda oyunculuğunun dışında bir emeği de var: Aytmatov’un “Kırmızı Eşarp” öyküsünü o önermiş ekibe. Zaten daha gencecik bir kızken rol arkadaşı Fikret Hakan’ın “Ne okuyorsun?” sorusuna veremediği yanıt, onu öyle bir edebiyat tutkunu yapmış ki... En güzel uyarlamalarda hep onun gülüşüne denk gelmemizin sebeplerinden biri hiç kuşkusuz bu.
Bir nevi sığınak SET
Hayatı setlerde geçmiş, dolayısıyla onun için belki asıl ev, belki de hayatın hoyratlığına karşı bir sığınak film setleri: “İlk yıllarda özel yaşamımda kendine güveni olmayan ben, setlerde kendimi huzurlu ve güvenli hissediyordum. Âdeta sığınağımdı setler. Çalışmam olduğu günler sabahları tatlı bir heyecanla uyanır, bir telaşla hazırlanır, taptaze heyecanlarla evden çıkarım. Sete adımımı attığım an bambaşka bir dünya başlar, benim için kutsal bir mabettir setler.”
Elbette adresi belli AŞK
Türkan Şoray, kitabında Rüçhan Adlı ve Cihan Ünal’dan saygı ve sevgiyle bahsediyor ama, onun için aşk kavramının adresi herkesçe malum: Sinema. İlk anısı, 7 yaşından. Eyüp’te bir yazlık sinemada, o zamanlar adını bilmediği “Acı Pirinç” oynamakta, Silvana Mangano bütün güzelliğiyle perdede: “Sinema aşk okunu o gece fırlatmıştı, sinemayla tanıştığı o ilk akşamı bir daha unutmayacaktı.” Hangi ilk aşk unutulmuş ki zaten...
Uykusuz geceler YÖNETMENLİK
“Dönüş”, “Azap” ve diğerleri... Hepsine yönetmen olarak onun eli değmiş. Kamera önü kadar, arkasına da tutkun Şoray: “Yönetmen meselesi olan kimsedir, hayata dair, insana dair (...) Sinema kolektif bir sanat ama en büyük sorumluluk yönetmenin. Her oyuncunun, yönetmenin yüklendiği sorumluluğu anlaması için bir kere yönetmenlik yapması lâzım.”
Yeşilçam'ın öbür adı FEDAKÂRLIK
Yeşilçam dönemi aslında öyle bir imkânsızlıklar çağı ki set işçisinden yönetmenine herkesin filmin bitmesi için yaptığı fedakârlıkların haddi hesabı yok. Türkan Şoray’ın da tabii... Ama “Ağlayan Melek”teki epey uç... Filmde kör bir kızı oynuyor, İstanbul’a gelmiş, tedavi olmuş ama o arada yaşadığı adada adı çıkmış. Dönecek ve babasından müthiş bir dayak yiyecek. Mümtaz Ener, denize batıra çıkara dövecek Sabahat’i. Fakat Safa Önal bakıyorki deniz silme cam kırığı. Sahneyi karaya alıyorlar. Türkan Şoray bir üzülüyor bir üzülüyor. “Ben bu sahneyi denizde biliyordum” diyor, anlatıyorlar, “Razıyım” diyor. Çekiyorlar... Dizler kan içinde...