'Ekonomiye lig atlatmak için ihracata dayalı sanayi şart'

İktisatçı Cansen 'Türkiye ekonomisi 'borç'la dönüyor. Oysaki sanayileşmeyle dönmesi lazım' diye konuştu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

DÜNYA

İktisatçı Ege Cansen'le, "Duayenlerle Söyleşiler" dizisinin bu bölümünde, kalkınma ve kamu idaresinin kalkınmadaki rölü üzerine konuştuk. Cansen'e göre Osmanlı 'haraç'la dönüyordu, Türkiye ekonomisi de 'borç'la dönüyor. Oysaki sanayileşmeyle dönmesi lazım. Sanayileşmenin de milli geliri artırmanın da tek yolu dünya pazarlarına açılmak!

► Ekonomide bazı sektörlerde görece sıkıntılı bir hal varsa da otomotiv, inşaat gibi bazıları iyi gidiyor. İnşaat özellikle canlı gözüküyor. Ekonomiyi çeviren bir sektör. Ancak bu konuda kentler, doğa tahrip ediliyor, plansızlık var eleştirileri de eksik olmuyor. Sizin değerlendirmeniz nedir? 

Teknik konuşmak gerekirse özellikle mekan ve inşaat rantlarının az gelişmiş ülkelerde gelişme veya iktisadi kalkınma sürecinin başlatılmasında çok önemli rolü vardır. Bir İngilizin makalesi var. Diyor ki “Biraz suistimal iyidir, kalkınmayı hızlandırır” diyor. Bu çok ters gelebilir. Diyor ki iki şey var; Birisi devlet memuru “hayır” demeye şartlanmıştır. Hayır dediği için başı beleye giren yoktur ama evet dediği için giren çoktur. Beladan kaçan devlet memurları dürüstlük adı altında hep “Hayır” der, konuyu hukuka intikal ettirir ve mahkemeden gelen karara göre kendi kararını verir. Kendini korur. 

Bunları nasıl yüreklendireceğiz? Üç sene sonra da başı belaya girebilir. Türkiye’de bu adli sistemde paçanı bir kez kaptırdın mı dosya yok olmaz. Doğru bir iş söz konusu olduğunda dahi evet diyemeyen adamdan bahsediyorum. “Yüzde 100 haklısın ama buna evet dersem kimsenin ağzı torba değil, beni topa tutarlar. Dava açın siz. Hukuka havale edelim, yargı karar versin.” Üç sene, beşe sene devam ediyor. Fırsatlar kaçar ama fırsat maliyeti devlette sıfırdır. Zaman geri kazanılamaz. Bu, ister istemez bir suistimal kapısı açıyor. Buna “Yüksek bürokratı yüreklendirme süreci” deniliyor. Adam da diyor ki “Bir risk alacam, bunun bir primi olur. Hiç olmazsa dünyalığımı toparlayım. Ele güne rezil olmayalım yarın. Mümkünse kayıtdışı ve yurtdışında olsun. Kendimi daha iyi hissederim. Panama mı olur, İsviçre mi olur.” İz sıfırdır. 

Bu izinler çıkmazsa ki bunların yüzde 90’ı imar konularıdır, hiç bir şey yapılamaz. Antalya, Türkiye’nin turizm merkezi... Antalya sahilinde belki 100 tane beş yıldızlı otel var. Turgut Özal başladı. Tahsisler de numaradır. Kimse geri vermemiştir. O araziler tahsis edilmese ne olur? Bugün Antalya’da dünya çapında 20- 30 otel vardır. Ekonomik kalkınmanın hızlandırıcılarından biri mekan rantlarına açık olmaktır. Müteşebbisi teşvik eden şey nedir? Kazanç! Ranttan çıkan büyük karlar. Beton dökmekten para kazanılmaz. Beton dökersen kalfa olursun, beş katlı yere 25 kat yaparsam müteahhit olursun. Rant dışında kısa zamanda büyük para kazanıldığını görmedim. 

Girişimcinin bir atı olmalı 

►Bazı sanayiciler, sanayicilikten kazanamadığımı inşaatta birkaç yılda kazandım diyor... 

Birçok firma sanayicilikten çok fabrika arsalarını yapa-sat’a vererek 30 senede kazandığını kazanmıştır. Miktar ve zaman! 40 yılda değil üç yıl da iki katı! 

Sermaye nedir? Şimdi sermaye ve servet, bir Tanrı yapması ve insan yapması diye ikiye ayrılır. Burada büyük maya arazilerdir. Allah servet vermiş. Akarsu, mermer ocağı, petrol kuyusu, demir, altın madeni... Petrol kuyusu çevreyi kirletir. HES dereyi kirletir. Fabrikadan duman çıkar... Servetin aktif hale geçmesi mülkiyetle olur. Serbest piyasa ekonomisinde, teşebbüs ekonomisinde mülkiyetin kişide olması lazım. Avusturyalı iktisatçı Schumpeter, “Özgür Girişimcilik” der. Ekonomiyi sürükleyen emekçiler değildir, girişimcilerdir. Onların bir atı olması lazım. O da arazilerdir. Dükkanının en büyük merakı kaldırım işgal etmektir. İstanbul’da büfeci kavgası vardır. Kestaneci nerde duracak? Pazarcılık kamusal mekanların rantını cebe atmaktır. Herkes toprak kapma, yer çevirme merakında. Devlete ait arazilerden 200- 300 dönüm veriyorsun, adam birden süvari oluyor. Belli bir suistimal “Hayır” diyecek devlet adamlarına “Evet” dedirtir. Bunun ölçüsü herkesin vicdanıdır. “Ahlaksızlığı mı teşvik ediyoruz?” gibi lafl ar olabilir ama bunu böyle görüyorsam böyle söylemek benim açımdan bilimseldir. Nesi meşru, nesi gayrimeşru? Olmayacak şeye evet demek bunun dışındadır. Ama olacak şeye de hayır diyorlar. Deniz doldurulmasına iyi bir şey olarak bakarım. Bundan yanayım. Bunun istisnası elbette olabilir, Altın Kum Plajı’nın doldurma ama en iyi araziler deniz doldurularak yaratılır. İstediğin şekli verebilirsin. Şimdi bir dolgu yapılmaya kalkınca “Efendim olur mu?” diye ayağa kalkılır. Bodrum’un bir koyunda bir adam otel yapacakmış... Yapın bir plan açsın yolu. Estetik bir şey yapsın. Bırakırsan ne olacak? Sadece denizden ulaşımı olan bir yer. Bu koydan nasıl gelir yaratacağız. Plaj olmazsa, mendirek, otel, marina olmazsa nasıl gelir yaratacağız? Fotosunu çek duvara as. Böyle kalkınma olur mu? Ne kadar sıkarsan o kadar yağmalanır. Çünkü bu yasaklar iyi işadamlarını piyasadan kovar. Ben şuraya dolgu yapacak olsam bana kimse izin vermez ama mühür söken mafya olsam... Üç dört sene sonra bitirir otelin sahibi olurum ve ayrıca kötü yaparım. Adam gibi mevzi imar plan’ı götürsem, kimse izin vermez. Verenin zaten hayatı kayar. O yüzden işler eşkiyaya kalıyor. Kötü para iyi parayı kovuyor. 

Esneklik getirilmeli

► Birçok ülkede siyasilerden, bürokratlardan görev öncesi gelir varlık beyanı alınır, açıklanır. Bu saydamlık, şeff af kamu idaresi için önemli sayılır... 

Bunlar doğru şeyler, yanlış demek mümkün değil. Ama devlet memuru çok büyük baskı altına alınırsa kalkınma hızı düşer. Devlet yönetimine esneklik getireceğiz. Bakana, valiye, belediye başkanına imar değişikliği yapma hakkı vereceğiz. Veya İhale Kanunu'na bir madde koyacağız ki gözünün tuttuğuna ihaleyi verecek. Hepimiz subjeyiz, obje değiliz. Objektif karar verin diyorlar. Kararı masa mi verecek? Özel sektörde kararı kim veriyor? İhale Kanunu ile kendini bağlı hisseden daha kötü işler yapıyor. Milyonluk işler verdim ben. En büyük sahtekarlık kamu ihalelerinin televizyondan yayınlanmasıdır. Çünkü onlar daha önce kapalı kapılar ardında bağlanmıştır. Ayıptır ayrıca. 

► Arazi rantları konusunda bugün biraz öyle bir anlayış yok mu? Kalkınma için ideal bir ekonomik sistem içinde bulunduğumuz söylenebilir mi? 

Hepimiz birtakım kalıplarla düşünüyoruz. Demek istediğim Erdoğan sistemin çarpıklarında, nasıl döndüğü konusunda daha fazla fikir sahibiydi. Korkmuş olabilir. Saydamlık adı altında yeni bir bürokratik, katı bir yapı kurulmasından korkmuş olabilir. Gitgide bürokratik engeller koymak gibi anlaşılıyor. Benim anlayışım insana güvenmek, sonradan denetimi elden bırakmamak. Keşke şöyle olsa... Ben yüksek yöneticinin yedi sülalesinin servet beyanını alırım. Ondan sonra o yüksek yöneticiye derim ki takdir senindir, her türlü bilimsel kriteri kullan. Ama sonunda kararı ver... Kendini onlarla bağlı addetme. Kanuna yazarım, şu şu amir ve genel müdür tek başına müteahhit seçmeye yetkilidir. Sorumluluk da ona aittir. Zaten ihaleyi en düşük teklif verene vermek zorunda değildir. Böler filan. 

Rusya’da bir zaman işler iyi gitmiyor KGB parti komitesi bakıyor. Formül düşünüyorlar. Reddeden kırmızı rozetli. Bir adama bakacağız. Ordudan hariciyeden gelebilir, herif fanatik dürüst bu adam. Bu adamı “kırmızı rozetli” yapacağız. Bunun aylığı beş katı olsun. Karayolları veya şunun bunun genel müdürü olacak. 10 tane adam... Diyelim bunlar 5 milyon dolara patlar. Para yiyenin karnı şişer. Para yiyip de mütevazi yaşayan adam görmedim. Mesele nereden buldun kanunudur, yoksa ihale kanunu değildir. Fahir İlkel vardı. “Ya, Ege Bey bunları bilirsin” diye benle dalga geçerdi. “Şu Mercedes 300S serisi var ya bir tarayalım. Bunları kim alıyor?” Adam yemeyecekse niye çalsın? Yürüyüşü değişir. Rusya’da bu adamları koydular. Çok büyük kamyon fabrikaları kurdular. Rusya’da ve Doğu Bloku ülkelerinin altın çağıdır. Çok hızlı gelişme göstermişlerdir. O gelişme komünizmin yeşermesine sebebiyet vermiştir, biz öğrenciyken Doğu Almanya Batı’dan hızlı gelişirdi. Bu komünizmin insan tabiatına aykırı bir tarafı var. Bütün az gelişmiş ülkelerdeki düşünürler sosyalist olmuştur. 

AB, bizi bahçede tutuyor

► Bir de vize konusu var gündemde. Erdoğan, bu konu benim dönemimde zaten karara bağlanmıştı dedi... 

Davutoğlu bu vize meselesine çok fazla angaje etti. Yemeyeceksiniz. Bu Avrupalıların devamlı böyle bir şeyi vardır. İlişkimiz, Türkiye bahçe köpeğimiz. Ne eve girmesine izin veriyorlar ne sokağa çıkmasına. Bizi Avrupa’nın bahçesinden dışarı çıkarmazlar ama eve de sokmazlar. 

► AB ile ilişkileri sertleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “siz yolunuza biz yolumuza” sözü çok gündem oldu. Bunun ilişkilere etkisi ne olur? 

Tayyip Erdoğan’ın bütün konuşmaları iç tüketime yöneliktir. Milletin gururunu okşamak istiyor, ustası olduğu husus seçmen kitlesiyle kurduğu ilişkidir. “Manşet nasıl atılır” der gazeteciler. O gün halk biri şeyi haykırmak istiyorsa, “Yeter artık” diye manşet atarsın. Haber değil. Ama öyle başlık atarsın. Tayyip Erdoğan bunu görüyor. Halkın söyleyeceğini söylüyor. “Vizeyi veririm de vermem de, şartlarım var” filan... O diyor ki bu halk ne istiyor? Onu hissettiği anda “Siz yolunuza biz yolumuza!” diyor... O Avrupa’ya verilmiş mesaj değil seçmenine verdiği mesaj. Ondan sonra ne yaparsa yapsın. Zaten halk Avrupa’dan kopmak istemiyor ama aşağılamak da istemiyor. “Dur bi bağırayım” diyor. Beni böyle kapında aşağılama!..

“Kriz geliyor diye devamlı hikaye anlatıyorlar”

► Ekonominin genel durumunu nasıl görüyorsunuz? Bu yıl için beklentileriniz nasıl? 

Türkiye’nin görünen hadisesi, Erdoğan’dan o kadar sıkılmış bir kitle var ki... Okumuş etmiş fi lan, tahsil süresi arttıkça AKP’nin popülaritesi düşüyor. Buradaki ana konu okuyan insanların daha çok laik temayülde olması. AKP’nin alameti farikası serbest teşebbüscü fi lan olması değil İslâmcı olması. Konu ekonomi olsa Kılıçdaroğlu’ndan hoşlanmaması lazım, daha devletçi bir adam. CHP’nin genlerinde var. Çünkü kriter o değil. İslâmcı mı laik mi. AKP’nin sevimsiz olmasının nedeni laikler arasında laik olmaması. Yoksa imar iskan fi lan değil. İslâmcı tutumu kızdırıyor okumuş takımını. Sonra oturuyorlar “Biz bu Tayyip Erdoğan’dan nasıl kurtulacağız?” diye kendilerine soruyorlar. Bir ekonomik çöküntü olursa bu adam gider. Buradan kalkarak, “Bu sene bu çöküntü olur mu?.. Çok kötüymüş durum bıçak sırtında” fi lan Devamlı bu hikayeler anlatılıyor. “Kriz geliyor mu” diye soruyorlar. Gelmiyor diyorum.. “Eyvah, eyvah!” Bir devalüasyon patlasa... Şöyle bir merak vardır. Herkes bana ekonomi anlatmak ister. Dinlemek istemez. En büyük merak mutlaka bana ekonomi anlatmak isterler. Bir gün konferansta adam anlattı anlattı, soru sorsam dedi. Anlatıyor. Allah yani. Birçok tutarsız şey. Sonunda “Bu konuda ne diyorsunuz?” dedi. “Allah derim” dedim. “Kriz geliyor mu Ege Bey?” Maalesef gelmiyor. Bu öngörüler tehlikelidir. “Gelmiyor” dedim. Demek ki benim kafamdan bir sürü şeyler geçiyor. Geliyor diyenlerin aklından da geçiyor. Şu olursa bu olursa... Neticede ben karşımdaki insana bir şey söylemeliyim. Üç şey söyleyemem. Riski yükleniyorum ama bu bana daha dürüst geliyor. Kriz gelmiyor. Ya gelebilir. Büyük ihtimalle gelmiyor. Olmaz olmaz diye bir şey yok. Ama ben neye göre söyleyeceğim. Eğer ümidimizi bir krize bağlamışsak iyi bir havadisim yok.

Haraca dayanan ekonomi gitti, borçla dönen ekonomi geldi

► Büyüme, milli gelir artışı nasıl sağlanabilir? Dışardan kaynak bulma şartlarında da biraz olumsuz gelişmeler var. Büyük projeler için kaynak bulunamadığı, devletin, kamu bankalarının araya girdiği oluyor... Türkiye için yeterli oranlarda hızda büyümenin yolu ne olabilir? 

Milli gelir helvasının %80’i emektir. Türkiye için %85’tir. Ne kadar çok adam istihdam edersen milli gelir o kadar artar. Milli geliri çoğaltmanın tek yolu daha çok insan çalıştırmaktır. Peki bunu nasıl yaparız? Müteşebbis diyor ki daha fazla üretsem satamıyorum, istihdam artmıyor. O zaman ülke dışına satalım. Lig atlatan kalkınmanın esası ihracata dayalı sanayileşmedir. Niçin? Çünkü büyük pazar orda. Türkiye dünyanın %1'idir, 99’u dışarıda. Peki dışarıya nasıl satacağız? Ucuz olursa... Üretimin %80’i emek. İşte o zaman ucuz işçiyle ucuz işler yapacaksın. Türkiye, Osmanlı’dan beri bu modeli göremedi. Buradaki denklemi de anlamadı. Olayın istihdamdan, istihdamın da dış pazarlara açılmaktan geçtiğini anlamadı. Merkantilist bir görüşle olayın paradan geçtiğini sandı. Osmanlı’nın haraç topladığı yerler elinden çıkmaya başlayınca haraç gitti, borç geldi. Haraca dayanan ekonomi borçla döner hale geldi. Bu da bir fasit daire oldu. Fasulye ekersen fasulye biçersin... Self generation vardır. Bir lokantaya git. Gürültü vardır. Yan masaya duyurmak için bağırırsın. Sen bağırdığın için gürültü artar, herkes bağırmaya başlar. Dönüş noktası nedir? Ne kadar bağırırsan bağır anlatamıyorsan artık, susarsın, sükunet gelir. Meşhur rüzgar teorisi, rüzgar basınç farkından doğar. Basınç eşitlenince durur. Kendi kendi doğuran şeyler kısır döngülerdir. Döviz girmezse ekonomi dönmez. Cari açığımız 50 milyar dolar. Kısa vadeli borçlar 210 milyar dolar!.. Haydaa millet borç almaya... Böyle bir fasit daire. Aliağa’da bir toplantıya gittim. Banka müdürleri de varmış. Bankacıların büyük kredi anlaşmaları olur. Onun özetini basarlar ve iki pleksiglas arasına, arkalarına asarlar. Bunlara da "tombstone" derler. Bunu yaptıranlar kredi verenlerdir. Büyük kredi bağlayınca kokteyl verirler. Bizim bankacılar borç alınca kokteyl veriyor. Londra’ya gazeteci götürüyorlar. Bu kadar borç aldık. Bütün marifet yurtdışından borç almak. Çünkü ekonomi böyle dönüyor. Haraç bitmiş borç başlamış. Borçlanma ihtiyacı da bitmiyor, artıyor çünkü dünya piyasalarına açıklamıyoruz, istihdam da artmıyor. Bir şey daha var. Eğer milli geliri yeniden dağıtır, kimseyi gelirsiz bırakmazsan, herkese işsizlik aylığı bağlarsın. İşsiz demek gelirsiz demek değil. Ağaç kovuklarında yatmıyor. İspanya’da %25 işsizlik var ama sokaklarda yatmıyorlar. Zengin ülkenin işsizliği başka bir sorundur. Sınai yapısı ihracata dayalı olmadığı için istihdamını artırmıyor. Avrupa’nın çalışkanı Almanlar, Hollandalılar, Kuzey ülkeleridir. Esnek istihdam çıktı. Gazetelerimiz “esaret kanunu” olarak takdim ediyor. Şimdi ekonomik reform deniliyor. İlk söylenen istihdam şartlarını esnekleştirmek. Reform bu işte. Buna yuha! Asgari ücrete zam yaşa! Cumhurbaşkanı ‘her şirket bir işçi alsın’ dedi. TOBB olumlu cevap verdi. 1.5 milyon şirket, 1.5 milyon istihdam hesabı yapılıyor. Bu şekilde bir yolla istihdam sorunu hafi fl etilebilir mi? Tamamen popülist. Aziz Nesin bir hikaye yazmıştı. “İşsizliğe çare bulundu. Herkes kendine iş bulacak.”

Bu konularda ilginizi çekebilir