'Durum’ değişince Keynes bile fikir değiştiriyor
İktisatçı Ege Cansen 2016 yılı beklentileri anlattı...
'Ege Cansen, söyleşiler dizisinin bu bölümünde 2016 beklentilerini anlattı. Her röportajında ilginç ve önemli tavsiyelerde bulunan Cansen, bu bölümde, ‘durumsallık’ üzerinde de durdu ve işadamlarına Keynes’in bu konudaki ünlü sözünü hatırlattı.
► 2016 için tahminleriniz nedir? Makro büyüklüklere ilişkin tahminleriniz nedir? Varsa tavsiyelerinizi de alalım
Bu siyasi durum karabulut gibi ekonominin tepesinde dolaşıyor. Onu bir an için dışarıda bırakalım. Etkileri 2015 gibi olacak dersek, gördüğüm hadise, MB, döviz fiyatlarının artmasını istiyor. 3 senedir böyle. Türkiye’de dövizi frenleyecek yegane şey faizler, ama faizleri artıramıyor. MB eliyle faizler yükselmiyor ama piyasada yükseliyor. Dolayısıyla ben bu sene yine döviz fiyatlarının artacağını tahmin ediyorum. Çapraz kurda da bir süre daha dolar değerli olmaya devam edecek ama euro’da bir yukarı doğru gidiş bekliyorum, 1.14, 1.15, 1.16… Euro-dolar paritesini belirleyen iki dinamik var; cari açık - cari fazla, öbürü de sermaye hareketleri. Bugün Avrupa, euro bölgesi senede 300 – 350 milyar dolara yakın cari fazla veriyor. ABD’de bu kadar açık veriyor. Fundamental analize baktığımızda euro’nun değer kazanması, doların kaybetmesi lazım. Çünkü ABD’nin mal almak için piyasaya daha fazla dolar vermesi lazım, arzı artan malın da fiyatı düşer. Euro bölgesi çok satıyor az alıyor, yani euro kıtlığı var. Fakat olay böyle cereyan etmiyor çünkü bundan çok daha büyük bir etki sermaye hareketlerinde oluyor. Varlık sahipleri çeşitli ülkelere yatırım yapıyorlar, güvenli liman arayışları oluyor, sadece getiri değil. ABD her zaman dünyanın en güvenli limanıdır. Hiç kendi topraklarında harp kabul etmez. Avrupa ise harp meydanı gibi bir yer. 1. – 2. dünya savaşları olmuş. ABD hep deplasmandadır. Irak’ı bombalar Afganistan’ı bombalar. ABD zenginlerin de aradığı güvendir. Hep ABD’ye doğru bir para akışı vardır. Buna rağmen biz euro’da 1.60’lara kadar gördük. O gün vurduysa bugün de vurdur.
Şöyle bir şey olmuştu. ABD parasal genişleme işini yaptıktan sonra borsa 14 binden 8 binlere geriledi. O zaman bir prensip vardır, ne inerse o çıkar. Fon yöneticileri dedi ki “ABD’de fiyatlar artacak.” 8 bin 500’lere düşmüş Dow Jones tekrar çıktı. Gerek güvenli olması nedeniyle gerekse varlık alımı için ABD’ye para gidiyor, talep oluyor, dolar değerleniyor. Fundamental olarak euro’nun değerli olması lazım ama sermaye hareketlerinin ters akımını yenemiyor. Avrupa MB, parasal genişlemeye devam edeceğiz dedikten beri euro’da hafif kıpırdamalar oldu. Sermaye hareketlerinde Avrupa’ya bir giriş olur mu? Avrupa borsalarının çıkacağı üzerine bir spekülasyon olursa, euro 1.20’lere doğru gidebilir.
'En mükemmel piyasa kestane kebap piyasasıdır'
Bir şey daha var. Bütün bu olaylar öyle zannedildiği gibi piyasa güçleriyle cereyan etmiyor. Müthiş manipülasyonlar var. Serbest piyasa teorisinde çok alıcı çok satıcı varsa serbest piyasa mekanizması işler. Az alıcı varsa monopol, kartel varsa, piyasa fiyatı teşekkül etmez. Piyasada gördüğün her fiyat piyasa fiyatı değildir. Hocalık zamanında öğrenciler gülsün diye en mükemmel piyasa kestane kebap piyasasıdır, derdim. Çok alıcı çok satıcı vardır.
Büyük bankalar brokerlar hepsi parite üzerine oynayarak para kazanır. Bunların hepsi bir tarafa doğru, dolar üzerine yattılar ve epeyce para kazandılar. Eğer yeter şimdi euro’ya gidelim derlerse o zaman euro gider. Bizim TV yorumcuları da “Euro çıktı, daha da çıkar, dolar indi, daha da iner” der. Geçen gün, TV’de soruyor, “Dolar ne olur?” Piyasa uzmanı cevaplıyor; “Dolar 2.86 direncini kırarsa 2.75’e kadar gider. Ancaaak diğer taraftan 1.95’i kırarsa 2.3’te bir engel var ama onu geçerse 2.15’i hemen görürüz. Sualinize cevap vermiş oldum.” Buçuklu söylüyor. 2016’da faizler yükselmeye, enflasyon yükselmeye devam edecek. Ama reel faizler değil, çünkü enflasyon da yükselecek. Emtia fiyatlarının bu seviyede devam edeceğini, durgunluğun devam edeceğini varsayarak konuşuyorum. Asgari ücrete zam, artı döviz kuru artışları ve bundan sonraki artışlar… Türkiye’de daima devalüasyondan enflasyona geçiş vardır.
►Gelişmiş ülkelerde de enfl asyonda sıkıntı var ama artmıyor diye…
Onlar şimdi ideal enfl asyon diye %2 dediler. Ben Türkiye’den bahsediyorum. Para teorisi, sağlam paralar için geliştirilmiş. ABD’deki dolara bakarak TL ile ilgili modelleme yapılamaz. TL böyle bir para değildir. Şanghay’da cebinden dolar çıkardın mı istediğin malı alırsın. TL çıkarırsan alamazsın. Bizde arkadaşlar Amerika’da okumuşlar, MB’de çalışmışlar, FED’de öğrendiklerini getirip buraya uygulamaya çalışıyorlar. Aynı şey değil. TL, doların euro’nun, frankın, sterlinin özelliklerine haiz değil. Oradaki faiz duyarlılıkları ve fonksiyon aynı değil. Kalkıyor, “ABD’de faiz %1, bizde 9” diyor. Ne ilgilisi var? Enfl asyonu birin altında… Bir defa enfl asyondan arındırılmış faizi anlamak lazım. Birbirinin aynı olmayan emtilar gibi… Dolarla TL aynı ürün değil. Ben, hard currency, soft currency diyorum. Birisi serttir, diğeri yumuşak. Milli gelirde de ciddi artış beklemiyorum. Kendi sürüklenmesi içinde 3.5 civarlarında… Bunların hepsini, kara bulut siyasetinin gölgesini yok sayarak, 2015’deki kadar etkileyeceğini varsayarak söylüyorum. İyileşirse birden büyük bir iyileşme olmaz ama kötüleşirse ani büyük kötüleşme olur. Etki asimetriktir.
►ABD’deki 1.6 trilyon dolara ulaşmış özel şirket tahvilleri. Fed faiz artırınca bunların faizlerini ödemede zorluk var, %17’lere varan faizler var, sıkıntı çıkabilir deniliyor…
Fed’in faiz artırması o kadar marjinal ki… Çekirdek enfl asyon ABD’de %2’ye yaklaşmış. Dünyada krizlere baktığımız zaman her zaman varlık fiyatları balonundan çıkıyor. Borsa balonu, emlak balonu… Kredi balonu, bizim gibi ülkelerde de cari açıktan çıkar. Bizim hastalığımız budur. Onlarda yaşlılık hastalığı, bizde çocukluk… Orda böyle bir şey görünmüyor. 2009 krizi bal gibi 1930 krizi haline dönebilirdi. Önceki Fed Başkanı Bernanke, 1930 krizini etüd ederek profesör olmuş. Olayın krize dönüşmesinin nedeni parayı sıkmaktı. Havale geçiren çocuğun üzerine 3 battaniye örtmek gibi. Bernanke yorganları kaldırıyor. Birtakım arkadaşlar da diyor ki “Aman üşütecek!” Parasal genişlemede de “Aman dikkat et enfl asyon patlar!” dediler. Biraz olsun enfl asyon istiyor zaten. Bir sürü insan anlamıyor hadiseyi. Yoksa o pozisyonda oturan biri olarak 600 milyar dolarlık bilançoyu 2.5 – 3 trilyon dolara doğru nasıl itersin? Ancak biliyorsan yaparsın.
Hala sıkı para diyorlar… “Efendim merkez bankası, partinin en heyecanlı yerinde içki şişelerini alıp giden adamdır.” Meşhur merkez bankacı lafıdır. Krize gidiyorsun. Bernanke ne yapıyor? İçki getiriyor! Ne derler? “Merkez bankası sıkan adamdır. Sıkı duruş…” MB başkanı hep sıkı duruştaki adam. “Sıkı duruşumuzu sürdüreceğiz…”
Adamın biri şoförün yanına oturmuş. Araba biraz sağdan şarampole… “Aman aman biraz sol yap!” Adam sol yapıyor. Biraz sonra sola şarampole… “Aman aman biraz sağ yap!” diyor. Şoför dönüyor adama, “Ya abi sen de bir karar ver ya. Sağ mı yapayım, sol mu?” Durumsallığı anlamadan konuşuluyor. Bir öyle söylüyorsun bir böyle söylüyorsun. Keynes, bir konuda bir şey söylemiş. Karşısındaki adam demiş ki, “Ama siz fikrinizi değiştirdiniz.” Tarihi bir cevabı var: “Durum değişirse, fikrimi değiştiririm. Ya siz ne yaparsınız?” Durum değişse de ben fikrimi değiştirmem. Yağmur bitti ama ben şemsiye kapatmam. İlkeli davranıyorum. MB Başkanı Erdem Başçı ne yaptığını çok iyi biliyor. Bizde yazarlar var, eskiden MB’de çalışmış. Devamlı malumat sahibiymiş gibi. Alay malay da ediyorlar. MB fena değil, onların bilgisi piyasa bilgisinin çok üstünde.
►Bir güven kaybı oldu, “dolar 1.92 olur” dedi ama iyi götürüyorlar.
Merkez bankacılığı büyük çapta beklentileri yönetmektir. Ahaliyi maniple ediyor… Onlar da oyunun bir parçasıdır. O kadar da oluyor.
►Belki bir yerden de döndürdü o söylemle…
Beklentileri yönetmeye çalışıyor. MB’nin öngörülebilir olması mı lazım, yoksa olmaması mı? Bazen öngörülebilir olmak lazım ama piyasa merkez bankasının peşindeyse, bazen de öngörülememek gerekir. Ona dayanarak millet kötü pozisyonlar almasın. O zaman piyasa çalışmaz. Nasıl olsa artıracak, nasıl olsa indirecek ona göre pozisyon alınır. Benim çok sevdiğim bir merkez bankacısı vardı… Ürdün MB başkanlığı yaptı. Bana dedi ki “Ben, bankaların benim üzerimden para kazanmasına izin vermem.” İki de birde gelirler, ben elimi göstereyim, sen de ona göre oyna. Bizimkiler de der ya, “Ya ne yapacağını bilmiyoruz!” Bilmeyeceksin zaten, tek tarafa yığılmayacaksın. “Garanti merkez bankası dövizi bastırır abi!” Yüklen döviz al o zaman.
'Uluslararası açığımız 400 milyar doların üzerinde'
►405 milyar dolarlık bir borcu var özel sektörün. 3.5 yıl da vade ortalaması var. 2016’da ödenmesi gereken rakam 160 milyar dolar. 30-40 milyar da cari açık ilave etmek gerekir. 200 milyar doların üzerinde bir para. Sıkıntı olur mu?
Gazetecilerin bayıldığı bir şeydir; Şeker Bayramı gelir, ‘şekerin tadı kaçtı’ diye yazarlar. ‘Pastırma seyirlik oldu’ derler. Başlık atarlar; ‘Yaprak kımıldamıyor!’ Şimdi bu borç meselesi de biraz buna benziyor. Çok fazla karışık hesaba gerek yok. ‘Ben bilmem nerden baktım, Merkez Bankası’ndan baktım.’ Bakma! Ben sana söyleyeyim. Aç pencereyi bak hava nasıl? İnternetten neye bakıyorsun? Biz her sene cari açık veriyoruz. Yani dışarıdan borç alıyoruz. Bunları toplarsan toplam borcun çıkar. Türk işadamları ve aileler de yurtdışına para çıkarıyor olabilirler. Orada bir şey ediniyor olabilirler. Bunu da düşmek lazım. Bunu da zaten dünya tasnif etmiş. ‘Net uluslararası yatırım pozisyonu’ demiş. Yatırım lafı biraz kafa karıştırıyor ama illa yatırım şart değil. Bilançonun aktifi ile pasifi, bir tarafı alacak, bir tarafı borçtur.
Türkiye’nin 400 milyar doların üzerinde net uluslararası açığı var. Bizim hükümet de çok meraklıdır ya “Kamu borcunun mill gelire oranını 36’ya düşürdük. Bizden sağlamı yok, Maastrich kriterinde %60’tır” derler. Ne anlama geliyorsa? O kriter “eğer sen katılacaksan borç oranın bundan düşük olsun” demek ister. Yeni gelenler için. Çünkü zaten Avrupa’da ortalama yüzde 85. Amerika’da 105. Japonya’da yüzde 205. Burada net uluslararası yatırım pozisyonu, bölü milli gelir, yüzde 50 diye bir çıta var. Üstündeysen kırılgansın. Net dış borç, eksi Türklerin, Türkiye’de yaşayan Türklerin yabancı ülkelerdeki varlıkları. Bunu çıkar 420, 430 milyar dolar gibi bir şey kalıyor. Bunların kesin hesabı olmaz. Birçok para birimine dönüştürürken 3-5 milyar dolar oynar. “Hayır efendim bu kadardır” diyen, bilimden nasibini almamıştır. Bir bilginin lafıdır, ‘doğada olmayan hassasiyet matematikle ifade edilmez.’ Desem ki sakalında kaç tel var? Sakalın yüz ölçümü alınır ve üç yerden numune alınır ve toplamla çarpılır. Yüzünde bombeli alanlar, seyrek alanlar var. Kabaca söyleyebilirsin, “4 bin civarı” dersin. Adam kalkar, “4 bin 718 kıl var” der. Üç taneyi aldı böyle söylüyor. Adamın birisi kalkıp bunu derse bil ki o adam cahildir.
Borcu nasıl ödeyeceğiz endişesi gereksiz
Şehirlerin girişinde nüfus tabelaları vardır. Sayımın yapıldığı gün doğanlar ve ölenler var. Sayım günü bile akşam çıkan rakam kesin değildir. 5 sene o rakam orada duruyor. Birine diyorsun ki “İstanbul’un nüfusu 13 milyondur”, o diyor ki “13 milyon 413 bindir!” Tabela rakamını söylüyor.
“Türkiye’nin net dış borcu milli gelirinin yarısından fazla. Bunu nasıl ödeyeceğiz? Yeni borç alınmayacak, borç yaratılmayacak, bunu nasıl ödeyeceğiz?” dersen, bu tasfiye mantığıdır. Ülkeler tasfiye edilmez! Alacaklılar sana yeniden kredi vermezse bu hesabın önemi var. Hayat devam ediyorsa, iyi kötü bir güven varsa o böyle döndüre döndüre gider. Borca takla attırırsın, köprü finansman yaparsın. Buradan bir sonuç söylemek gerekirse 2016’da yabancıların paniğe kapılıp Türkiye’den bir an önce borçlarımızı tahsil edelim diyeceklerini sanmıyorum. Böyle bir tehlike gözükmüyor. Aşağı yukarı hiç gözükmüyor. “Efendim 2016’da bu kadar borç ödenecek, bakalım bunu nerden bulacağız?” gibi lüzumsuz heyecana gerek yok.
Bazı şeyler hayat duracak gibi anlatılıyor
Merkez Bankası rezervlerinde 10 milyar dolar azalma olmuş. “Efendim mevcut rezervlerle kaç aylık ithalatımızı karşılayabiliriz?” Zihinsel egzersiz olarak tamam da profesör olmayan insanlarla bunları konuşmak hata. Hayat duracak gibi anlarlar. Halka bunu söylersen olmaz. “Efenim sadece 5.5 aylık ithalatımızı karşılayacak kadar dövizimiz kaldı.” Bunlar gereksiz laflar. İthalat devam ederken ihracat sıfır gibi bir şey olmuyor. İhracat hiç yapmazsan ihracatın içindeki kadar ithalatı da yapmazsın. Çok hızlı sıçrarsam, gölgemin başına basabilir miyim? Adam çok hızlı sıçrıyormuş. Saçma yani. Buradan kalkıp ammeyi telaşe vermeye gerek yok. “Yani durumumuz çok mu iyi?” Yarım saat anlatırsın sonunda böyle sorar? İki kutulu bir zihin olmaz ki, iyi mi kötü mü? Hangi kutuya atayım? Tinbergen’in bir cümlesi vardır, “Siyah beyaz yoktur, grinin tonları vardır.” Biz de ‘açık beyazla koyu siyah arasında bir yerde’ diye espri yapmıştık.
Taş gibi binaları çatır çatır yıkıp yeniden yapıyorlar, tasarruflar verimsiz alanlara gidiyor
Geçenlerde bir bankacı, “Bankaların kredi kapasitesi çok düşerse bundan reel sektör de ciddi zarar görür” dedi. Bir diğeri, “Bizim yeni iş yaratma kapasitemiz çok sınırlandı. Basel gibi hikayeleri biz kendi kendimize kurşun sıkacak hale getirmesek… Kendi ayağımızı Basel’le bağlamasak, sermaye yeterlilik oranlarını buraya göre yapmamız şart mı?” dedi. Reel sektörden de duyuyoruz. “Sermayelere bir şey ekleyemiyoruz. Sermayelerimiz kan kaybediyor. Yeni teknolojik yatırım olmuyor” diyorlar. Sanki Türkiye’de birikim süreci bir akamete uğramış gibi. Yeni iş yapma noktasında böyle bir sorun var. Sadece güven meselesi deği
Ne demek istiyorlar? Basel bizi sıkıyor, gevşetelim. Özkaynak - borç kaynak oranlarımızı küçültelim. Bugün özkaynak %13 – 12, bunu 10’a, 9’a, 8’e çekelim. Tamamen haksızlar. Çünkü bankacılık sisteminin vazifesi tasarruf sahibine güven vermektir. Bankacının birinci vazifesi müteşebbise kredi vermek değil, tasarruf sahibinin mevduatına, vediasına ihanet etmemektir. “Efendim ben sanayi destekleyeceğim.” Vediaya ihanet etmemek şartıyla desteklersin. Nasıl desteklersin bu senin bileceğin. Haydarpaşa’da silo var. Üzerinde, “Ofis çiftçinin kara gün dostudur” yazar. Banka da mevduat sahibinin kara gün dostudur. 1929 krizinden sonra ABD’de bankacılıkla sanayicilik birbirinden tamamen ayrılmış, aralarında duvarlar olmuştur. Bankanın sınai teşebbüsü olmaz. Kıta bankacılığında, ABD bankacılığına benzemeyen şeyler vardır. Almanya’da bankaların sınai teşebbüslerde ortaklıkları vardır. Bizde daha kötüsü, sanayi teşebbüslerinin bankaları vardı. Bu artık olmayacak ahlaksızlık. Bu ahlaksızlığın Everesti’dir. Bankacı “yeteri kadar kar edemiyoruz, edemeyince de sanayiyi destekleyemiyoruz” diyor. Ne istiyor? Mevduat faizlerini daha mı düşürmek istiyor? Enfl asyonunda altına mı? Nerden kar edeceksin? “Genel giderleri kısarım” diyorsan kıs, bir yumurtayı 5 kişiye taşıtıyorsan, kıs. Türkiye’de bankalar, büyük cari açıkları yurtdışından gelen paralarla kapatmanın aracısıdır. Bizde kredinin mevduata oranı 100’den fazla. Niye? Çünkü yabancı kredi kullanıyorlar. Yabancıların tasarrufl arını Türkiye’de plase ediyorlar. Klasik tabirle cari açık tasarruf ithal etmektir. Bir ülke, tasarrufu var yatıramıyor, ihraç ediyor. Diğerine de iç tasarruf yetmiyor, ithal ediyor.
Halkın mevduatı nereye gidiyor? İnşaata gidiyor! 1 milyon tane bilmem ne satılıyor. Demek ki işadamı için inşaatın getirisi mevduat faizinden daha cazip. Taş gibi, 100 sene dayanacak binaları çatır çatır yıkıp yeniden yapılıyor. Milli servet sıfırlanıyor. Türkiye’de görülen şu: Tasarrufl ar verimsiz alanlara gidiyor. Eskiden 10 senelik kirası ile binanın değeri eşitlenirdi. Şimdi oldu 20-25 sene. Spekülatif kazançlar olduğu için kimse kiraya bakmıyor. Bugün al yarın iki misline satarsın. Ne oldu ekonomi? Spekülasyona kaydı. Ne oldu? Varlık fi yatları enfl asyonu oldu. “Tut kazan”, “işlet kazan” değil. Bu Türkiye’nin yapısal sorunu. Burada bankaların vazifesi makul kar edip tasarruf sahibi ile kredi ihtiyacı olanı buluşturmak. Bankanın özkaynağından kredi vermesi çok ilave bir şeydir. Özkaynağın 8 katı kredi verebilirsin. Özkaynağın amacı mevduat sahibine güvence vermektir. Yoksa paranın esas kaynağı mevduattır. Özkaynakla kredi verilmez. Verdiğinin 8’de biridir. %12 olsa sermaye yeterlilik oranı, 100 bölü 12, 8 eder. Şimdi bunu yüzde 8’e çekelim. Yani bize para tevdi edenlerin, vedia, mevduat verenlerin parasını riske atalım. Basel sana ne diyor? “Senin vazifen, önceliğin mevduat sahibinin mevduatının deve olmamasıdır. Zarar edersen özkaynağından et.” Neticede en verimli ekonomi böyle kurulur. Banka batması kadar bir ekonomiyi perişan eden başka bir şey olmaz. Türkiye, iç piyasaya dayalı bir büyüme modeli içinde olduğu için, onda da karlar operatif değil spekülatif alana kaydığı için az kar olur. Millet kar etmek istemiyor ki! Değeri artsın yeter diyor. Kar etme isteği azalmıştır. Öyle olsa millet hisse senedine yatırım yapar. Borsa çakıldı kaldı. ‘Al sat’la hadiseyi götürüyorsun. Birbirini ütüyosun.
Kaynak bulamayacağız, reel sektörü destekleyemeyeceğiz diye endişelenmeye görek yok. 1.4 trilyon lira mevduat var. Mevduat %10 faiz kazansa, 140 milyar lira ilave mevduat gelir demektir. 140 milyar ilave kredi verebilirsin demektir. Mevduat geri gitmez faiz kadar artar, hatta daha fazla artar. O zaman ben diyeyim ki en az 200 milyar lira ilave kaynak bulacaklar.
'Kimi dinlesen bir hikaye anlatır'
►Reel sektörde de Çin kaynaklı sıkıntı var. Anormal destekler veriyor, pazarı ele geçirelim diye. Orada %200 vergi uyguluyor, bizimkiler uygulamıyor. Çin’den demir çelik ithalatı 4 kat artmış. Ama bir tarafı koruma isterken, başka bir sektör korumaya karşı çıkıyor...
Çin daima özel bir durum arzetti. Sadece demir çelik için değil her konuda. Adam 5 liraya şemsiye satıyor. Nasıl olur bu? Kaça çıktı ki? Buraya gelmiş, toptancısı, ithalatçısı araya girmiş, bir de çocuk satıyor. Her biri 1 – 2 lira alıyor. Makro olarak olayları bir yere oturtmazsak kimi dinlesen bir hikaye anlatır. Patatesçiyi dinle başka, hayvan yetiştiricisini dinle. “Et yiyemiyoruz, et pahalı” derler, etçiye gidiyorsun, “Yem pahalı" der. 10 kişiyle konuş hepsine sen haklısın de. Böyle laf olur mu? Vatandaş bunları anlatıyor. Bir bilgi alınıyor ama her tarafı doğru olmayabiliyor. “Efendim bizde elektrik pahalı.” Bir şirket İtalya’da boru fabrikası kurmuş. Konuşuyoruz. “Ya İtalya’da elektrik bizden pahalı" diyor. Ben bugüne kadar devamlı olarak "Türkiye’de elektrik pahalı" diye dinlemişim.