Macron’un vizyonu ve Avrupa Birliği’nin geleceği

Fransa’nın küresel ölçekte liderlik potansiyeli taşıması ve bu potansiyeli fiile dönüştürebilmesi sadece AB üzerinden mümkün olabilir. AB içinde daha ileri düzeyde entegrasyon önerisini ortaya atarak Macron bu potansiyeli hayata geçirmeye çalışıyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 26 Eylül Salı günü ünlü Sorbonne Üniversitesi’nde bir konuşma yaparak Avrupa Birliği’ne ilişkin vizyonunu dünya kamuoyuna açıkladı.

Macron’nun altını çizdiği iki nokta özellikle önemli. Macron’a göre AB bugünkü haliyle "çok zayıf, çok yavaş ve çok etkisiz/işlevsiz." Böyle bir AB'nin ne kendi içindeki sorunlara çözüm bulması ne de dünya ölçeğinde bir aktör olabilmesi mümkün. Dolayısıyla yapılması gereken Macron’a göre AB’yi "daha egemen, daha bütünleşmiş/birleşik ve daha demokratik" bir yapıya dönüştürmek. Bunun yolu da öncelikli olarak avro bölgesini güçlendirmekten geçiyor.

Macron’a göre AB’nin 19 üyesi aralarındaki bütünleşmeyi zaten ileri bir boyuta taşımış durumdalar. 2008 finansal krizinden sonra üyeler arasında ciddi sorunlar çıksa da bütünleşmeyi federal düzlemde daha ileri boyutlara taşımak için gerekli altyapı avro bölgesinde mevcut. Macron çok vitesli AB fikrine çok olumlu bakmıyor ve bütün AB üyelerinin avro bölgesine katılmasını destekliyor. Bunun için gerekli mali ve ekonomik kriterleri taşımaları şart tabii.

AB'nin mali ve askeri gücü

Macron’un açıkladığı vizyonda avro bölgesinin kendine ait bir bütçesi olması ve bu bütçenin de Brüksel’de ikamet edecek bir AB maliye bakanı tarafından yönetilmesi fikri önemli yer tutuyor. AB bölgesinde faaliyet gösteren şirketlerden toplanacak kurumsal gelir vergileri söz konusu bütçenin en önemli kalemini oluşturacak ve bu bütçe ödeme sıkıntısı çeken ve bütçe açığı yaşayan üyelerin sorunlarını kısa vadede çözebilmeleri adına kullanılacak. Ortak bir Avrupa Para Fonu oluşturulması ve ihtiyacı olan üyelere bu fondan kredi kullandırılması Macron’un vizyonunun diğer bir unsuru. Macron bu bütçenin kullanımının denetlenmesinde avro bölgesi üyelerin parlamenterlerine sorumluluk verilerek bu sürecin daha demokratik olmasını hedefliyor.

Ekonomik bütünleşmenin yanı sıra Macron AB’nin ortak stratejik doktrinler üretip, ortak askeri operasyonlar yapabilen ve kendine ait ortak askeri birlikleri olan bir güce dönüşmesini de istiyor. 2009’da NATO’nun askeri kanadına geri dönmesinden sonra Fransa AB içindeki askeri ve güvenlik bütünleşme sürecinin ABD ve NATO’dan bağımsız şekilde evrilmesi fikrinin ateşli bir savunucusu değil artık.

Rusya’nın Doğu Avrupa’daki siyasi ve askeri manevralarının ortaya çıkardığı güvenlik endişeleri, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz bölgesinden AB’ye yönelmiş güvenlik riskleriyle birleştiğinde AB’nin bütün bu sorunlarla kendi başına mücadele edebilecek askeri imkanlara sahip olmadığı görülüyor. AB üyesi ülkelerin toprak bütünlüklerinin garantörü hala NATO ve ABD’nin bu minvalde sunmaya devam ettiği güvenlik garantileri. Bu açıdan bakıldığında Fransa’nın AB’yi NATO’dan tamamen bağımsız ve zaman zaman onu karşısına olacak şekilde hareket eden bir güvenlik aktörüne dönüştürmek niyeti yok. Söz konusu olan AB’nin kendi yakın bölgesinde ve sınır bölgelerinde ortaya çıkacak güvenlik sorunlarıyla bu sorunlar daha ileri boyutlara taşınmadan ilgilenilmesi ve AB üyesi ülkeler arasında teröre karşı mücadelede ortak istihbarat paylaşımlarının ve ortak mülteci politikalarının bir an önce hayata geçirilmesi. Bu minvalde Macron üyeler arasında işbirliğini eşgüdümlü bir şekilde hızlandırabilecek kurumsal mekanizmaların oluşturulmasını da öneriyor.

Fransa'nın küresel liderlik arayışı

ABD’nin Trump liderliğinde Avrupa’nın güvenliğine yönelik sunduğu garantileri tartışmalı hale getirmiş olması, Fransa’yla birlikte AB’nin askeri yeteneklerinin ve kurumlarının gelişmesine an fazla destek vermiş ülke olan İngiltere’nin AB’den çıkıyor olması ve Rusya’nın politikaları başta olmak üzere bazı dış gelişmelerin Avrupa kıtasının güvenliğini daha riskli hale getirdiği bir ortamda Macron’a göre yapılması gereken başta Fransa ve Almanya olmak üzere AB ülkelerinin aralarındaki askeri işbirliğini daha ileri boyutlara taşımaları. Macron Fransa’nın bu süreçte lider ülke rolünü oynayacağından, özellikle İngiltere’nin yokluğunda, çok emin görünüyor. Macron, De Gaulle’den bu yana Fransa’nın AB’ye bakışına şekil veren stratejik düşünceyi takip ediyor görünüyor. Buna göre Fransa’nın küresel ölçekte liderlik potansiyeli taşıması ve bu potansiyeli fiile dönüştürebilmesi sadece AB üzerinden mümkün olabilir. AB içinde daha ileri düzeyde entegrasyon önerisini ortaya atarak Macron ülkesinin bu potansiyelini hayata geçirmeye çalışıyor

Macron’un konuşmasını ilginç kılan en önemli gelişme hiç kuskusuz bir gün önce Almanya’da yapılan meclis seçimlerinde iktidar bloğunda yer alan Hristiyan Demokrat ve Sosyal Demokrat partilerin oy kaybedip muhalefet partilerinin oylarını ciddi oranda arttırmalarıydı. Aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif partisi İkinci Dünya Savaşı sonrası bir ilki gerçekleştirip Neo-Nazi odaklı siyasi düşüncesini meclise sokmayı başardı.

Almanya seçimleri dengeleri değiştirdi

Mayıs ayında yapılan başkanlık seçimlerinde Macron’un ipi göğüslemesi AB karşıtı aşırı sağcı hareketlerin artık Avrupa ölçeğinde çöküş sürecine girdikleri ve iktidar alternatifi olma noktasından uzaklaşmaya başladıkları izlenimi doğurmuştu. Brexit kararı ve Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden sonra Avrupa kıtasını saran karamsarlık duygusu Macron’un seçim zaferiyle yerini AB’nin geleceğine ve liberal demokratik değerlerin devamına yönelik ihtiyatlı bir iyimserliğe bırakmaya başlamıştı. Bu açıdan bakıldığında Almanya’da aşırı sağcıların İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez meclise girmeleri ve Hristiyan demokratların tarihlerindeki en düşük oy oranını almaları dikkat çekiyor. Merkezde yer alan partilerden aşırı uçlarda yer alan partilere doğru bir oy kaybı yaşandığı ortada. “Hoşgeldin kültürü” çerçevesinde Merkel’in mültecilere yönelik takındığı liberal tutumun Hristiyan demokratlara oy kaybettirdiği görülüyor. AB içindeki en sağlam ekonomiye sahip olan, devamlı surette ticaret ve bütçe fazlası veren ve diğer AB üyelerine nazaran ciddi bir büyüme trendine giren bir ülkede aşırı sağ ve sol hareketlerin güç kazanmaları üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir durum.

Macron için önemli olan AB’nin geleceğine ilişkin dile getirdiği federalist ve bütünleşmeci yaklaşımını hayata geçirebilmek için Almanya’da kendisiyle benzer fikirleri paylaşan partilerin, ki en başta Merkel’in başında olduğu Hristiyan Demokratlar ve iktidarın ana ortağı konumundaki Sosyal Demokratlar geliyor, seçimlerden güç kaybetmeden çıkmalarıydı. Her ne kadar Merkel’in başında bulunduğu blok, Hristiyan Demokratik Birliği ve Hristiyan Sosyal Birliği, seçimlerde en fazla oyu almış ve kurulacak olan koalisyon hükümetinin ana ortağı olacaksa da, mevcut hükümetin iki ortağı da ciddi oy kaybına uğradılar.

Merkel’in koalisyon hükümetini kuracağı en yakın iki aday, Yeşiller Partisi ve Hür Demokratlar Partisi, Macron’un avro bölgesine yönelik dile getirdiği reformlara aynı şekilde bakmıyorlar. Yeşiller Partisi federal ve ileri düzeyde entegrasyon fikrine yakınken, Hür Demokratlar bu konuya daha mesafeli yaklaşıyorlar ve avro bölgesinin ortak bir maliye bakanına sahip olması ve avro bölgesi ortak bütçesinin merkezi bir şekilde Brüksel’den yönetilmesi fikrine sıcak bakmıyorlar.

Hür Demokratlara göre ortak bir AB bütçesinin ve Avrupa Para Fonu’nun oluşması zengin Almanların ve Kuzey Avrupalıların fakir ve müsrif güney ve doğu Avrupalıları finanse etmeyi kabul etmelerinden başka bir anlama gelmiyor. Hür Demokratlar, serbest piyasacı kapitalist yaklaşımlarının gereği olarak, mali ve ekonomik kriz içinde olan AB üyelerinin bu durumdan çıkmak için kemer sıkma politikalarıyla dengeli bütçeler oluşturmaları gerektiğine inanıyorlar. Bütçe konusunda üye ülkelerin egemenliklerinin devamından yanalar. Koalisyon hükümeti kurma aşamasında Merkel’in Hür Demokratların çizgisine daha fazla ses vermesi gerekeceğini düşünürsek Almanya’nın Macron’a yüzde yüz destek vereceğini ileri sürmek zorlaşıyor.

Atlantikçi çizgiden Kıta Avrupası çizgisine

Macron’un ileri sürdüğü daha fazla entegre olmuş AB sürecinin yaşama geçmesi için AB'nin en önemli iki gücü olan Fransa ve Almanya’nın birlikte hareket edebilmeleri önemli. İngiltere’nin AB’den çıkmaya karar verdiği bir ortamda, AB’nin daha federalist bir çizgiye evrilmesi teorik olarak daha da kolaylaştı çünkü İngiltere AB’nin daha fazla hükümetlerarası bir yapıda kalmasını, egemenlik yetkilerinin Brüksel’e devredilmemesini ve ABD/NATO’nun Avrupa’nın güvenliğinden sorumlu en önemli aktörler olarak kalmasını savundu yıllarca. İngiltere’nin yokluğunda AB’nin geleceği Atlantikçi çizgi yerine Kıta Avrupası çizgiden daha fazla etkilenecek ve bu süreçte Fransa - Almanya işbirliği belirleyici olacak.

Macron’un savunduğu Almanya-Fransa işbirliğinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi her iki ülkede AB’nin geleceğine ilişkin benzer vizyonlara sahip partilerin iktidarda bulunmalarına bağlı. Macron’un daha ileri entegrasyon fikrini ileri sürmesi benzer görüşlere sahip AB komisyonu başkanı tarafından desteklense de, AB’nin çok vitesli Avrupa fikri etrafında ve ulus devlet odaklı hükümetlerarası işbirliği formatında ilerlemesini savunan ciddi bir kesimin olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Brexit’in ve kıta ölçeğinde yükselişe gecen AB karşıtı hareket ve partilerin Macron’un dile getirdiği ve özellikle de altını çizdiği Fransa-Almanya liderliğini ne derece mümkün kılacağını yaşadıkça göreceğiz.