sözcüklerin itibarı
Okurunun karşısına "tek kullanımlık" çalışmalarla çıkan son dönem yazarlarının aksine, okura duyduğu saygıyı, tekrar tekrar okunabilecek öyküler, metinler yazarak gösteriyor Recep Yılmaz.
SÜREYYA KÖLE
"Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya" der şair Gülten Akın "İlkyaz" şiirinde. Eklemek gerekir belki de, "Anlatmaya da." O zaman "Kül ve Nal"ın yazarı Recep Yılmaz'a sormalı, "Sahi o kadar çok muydu vaktiniz? Böylesine incelikli cümleler kurabilecek kadar?"
Ne tuhaf günlerden geçiriyoruz. Olması gerekene methiyeler düzmek… Edebiyat dediğin başka ne için yapılır ki? Ne zamandan beri bir yazarın yazdıkları edebi nitelik taşıyor diye övgülere boğularak gazete, dergi sayfalarına taşınır oldu?
Bunun yanıtını geri kalanının yaptığında -ya da yapmadığındaaramak gerekir sanırım; bazı yazarlar neyi eksik bırakıyorlar, öncelikle neyin derdinde oluyorlar da Recep Yılmaz'ın yazdıkları daha bir anlam kazanıyor, bunu sorgulamak…
"Kimi yazarlarda ün ve ilgi görme tutkusu çoğu kere eseri de emeği de kat be kat aşıyor," diyor Recep Yılmaz, deneme türündeki bir yazısında; o anda bir yaranın kabuğunu kaldırırcasına, her şeyden çok, yazıdan esirgenen emeğe dikkat çekerek… Nasıl bir çelişkidir değil mi, olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığı ile estetik bir şekilde ifade edilme sanatı olan edebiyatın, günümüzde, bu anlayıştan uzak yapılmaya çalışılması.
İçinde yaşadığımız çağı bir, iki sözcükle tanımlayacak olsak, "Hız" ve "Tüketim" kuşku yok ki açık ara tüm adlandırmaların önüne geçerdi. Durum bu iken, edebiyatın bu gerçeklikten varlığını soyutlaması, gidişattan payına düşeni almaması mümkün mü? Sırf bu nedenle olabilir mi artık edebiyatta yeni başucu yazarlarının çıkmaması, okunup bir kenara atılan bir kitaba dönülüp bir daha bakılmaması.
sıradaki lütfen!
İyi de bu konuda hırsızın hiç mi suçu yok, denilebilir şimdi. Yazarı birtakım kestirme yollara yönelten, işin avcılığına soyunduran okura ne demeli, diye sorulabilir? İşte bu sorunun yanıtı Emin Özdemir'den geliyor:
"Yazar, neyi anlatırsam, nasıl anlatırsam okurun hoşuna gider; kitabımı ilgiyle okur, sıkılarak elinden bırakmaz, kaygısına kapılırsa, edebiyatın çıtasını aşağı çekmiş olur. Konusal, söylemsel açıdan bir yozlaşma, bir düşüş başlar."
Okurunun karşısına "tek kullanımlık" çalışmalarla çıkan son dönem yazarlarının aksine, okura duyduğu saygıyı, tekrar tekrar okunabilecek öyküler, metinler yazarak gösteriyor Recep Yılmaz. Böylelikle, edebi bir metinde estetik bir yan görme isteğinden sonuna kadar vazgeçmemiş bir okur kitlesinin bu yöndeki özlemini bir nebze de olsa gideriyor.
Sonuç olarak, betimleme ve ayrıntı zenginliği içeren bir öykü kitabı olarak tanımlanabilir "Kül ve Nal". Ülkenin içinden geçtiği siyasi atmosfere sırtını dönmemiş bir yazarın, edebi nitelikten ödün vermemeye çalışarak kaleme aldığı öyküler bütününden oluşan...
çocukluğa yolculuk
Ve elbette duyarlılıklar üzerinden oluşturulmuş bir dil, özenle seçilmiş sözcüklerden yapılı bir yol… Yer yer kitabın yazarının çocukluğuna uzanan…
"Bilirim, bir masaldı çocukluğum. Ben sandığım varlık eksilmelere mi kurguluydu? Bir düşte mi görmüştüm annemi? Babam hangi öykünün düğümünde binip bir buluta çekip gitti? Hangi çınarlar gövdesini acıyla kırarak ve erkenden devrildi içimde? Vakit tamam olunca herkes mi gider bir başka iklime; ömrü boyunca kaç iklimi vardır bir insanın, kaç acısı yangınlar bırakır yüreğinde?" diyor Recep Yılmaz, çocukluğundan söz açıldığında ve ekliyor:
"Kimi zaman genzimde kocaman bir yumru, yüreğimde bir daralma, bir telâş. Bir türkü efk ârıyla köpürür de çocukluğuma duyduğum özlemim, hani, bir of çeksem dağları yerle bir edecekmişim gibi gelir. O an tek arzum vardır: Düşsel güzelliklerimin sınırsız coğrafyasına doğru alevli bir rüzgârın öfk esiyle savruluversem, kaybolsam…"
Kül ve Nal'da dikkat çeken bir taraf da yazarın doğayla olan derinlikli ilişkisi kuşkusuz. Okura sunulanın, ansiklopedik aktarım olmadığı, temelinde yaşanmışlık barındırdığı o kadar açık ki.
Bu durum kendisine sorulduğunda, "Toprağı ana bilirdik biz, ekmeğimizi suyumuzu veriyor derdik," diyor Recep Yılmaz ve devam ediyor, "Orman köyünde doğdum. Çocukluğum doğayla iç içe geçti. Küçüklüğümde kuzu, oğlak, buzağı çobanlığı, sonraları sürü çobanlığı yaptım. O hayvanların dostluğunu bilirim. Sıpanın, oğlakların nasıl şakalaştığını, kedilerin, köpeklerin dostluğunu… Sarıbaş öküzümüzün celebin yedeğinde bizden ayrılırken ağlayışına tanık olmak, aklıma kazınmış bir hüzündür. Orman köyünde büyümek dağlarda kuş senfonileri dinlemek demek bir bakıma. Doğadaki çiçek, bitki, hayvan çeşitlerinin bütün bilinçaltımda bıraktığı zenginlikler ister istemez yazılarıma yansıyor."
Kaç zamandır sizi içine çeken -ve bunu salt özenle seçilmiş sözcükler üzerinden başaran- bir öyküyle karşılaşmadıysanız eğer, en kısa zamanda Recep Yılmaz'ın Kül ve Nal'ıyla tanışın derim; has edebiyatın hâlâ birileri tarafından sürdürüldüğünü görün ve sevinin…
Son söz Recep Yılmaz'da:
"Yazmak, bir bakıma yaşıyor olmanın karşılığı. Yaşamın bunca yükünü görüp sancısını dile getirmek. Düzeltemediğimiz bunca olumsuzluk, vahşet karşısında belki bir avuntu, belki bir haykırış. Tinsel bir rahatlama belki."
KÜL VE NAL, Recep Yılmaz, NotaBene Yayınları, 119 s.