Rüyadan yapılma birini buldum
Nazlı Eray'dan çocukluklu, gençlikli, Caprili, Praglı, Malapart'lı, Elvis'li,hüzünlü, şenlikli bir kitap: "Rüya Yolcusu."
NERMİN SAYIN
Shakespeare de bazen çok abartıyor! "Rüyaların yapıldığı maddeden"iz diye tutturmuş! Tamam belki senin efsunlu Prosperon, kafası karışık Hamletçeğizin, hatta mutlaka Ofelian rüyadan mamül olabilir ama, Kambur Richardına ne demeli? Ama tabii, kabus da bir rüya sonuçta! Hepimizi bilemem, ama rüyadan yapıldığına hiç tereddüt etmeden şahitlik edeceğim birini tanıyorum: Nazlı Eray! Yaa Shakespeare efendi, önerme dediğin böyle olur işte! Nedenine gelince... Alın size anı-roman dediği yeni kitabı "Rüya Yolcusu"ndan 25 neden:
• Bütün kitaplarına son derece cömertçe serpiştirdiği hayatını hafif puslu ve narin begonyalara benzettiği için,
• En kötü hatıralara bile nazikçe "Buyrun, hoşgeldiniz" deyip saygıda kusur etmediğinden,
• Bir zabitin parlatılmış pirinç düğmesini anımsatan Haliç'i, aşağı doğru sanki koşan Tozkoparan'ı, Lohusa Kadın Türbesi'ni, Evliya Çelebi İlkokulu'nu, köşedeki turşucuyu, Frej Apartımanı'nı ve Madam Anjel'i, tüm bunları tek kelimeye sığdıran Şişhane'yi, yani çocukluğunun dünyasını en güzel o anlattığı için,
• Koltuğunun altında tek kitabı olan gencecik bir yazarken gittiği Iowa City'de, kendisi gibi tecrübesiz olan Fred aracılığıyla tanıştığı Rosita Serrano ve şarkısı "Carmencita"yı dinlemenin, onu o günlere taşıması yeterli olduğundan,
• Hatıraların tadını şakşukaya benzetebilecek ondan başka gurme olmadığından,
• Malaparte'ın Capri'yle özdeşleşmiş evini; zamanın içinde geriye atılmış bir şut gibi kayalıklara gömülmüş, bomboş ve hüzünlü, iyi pişmemiş somon renginde diye tarif ettiğinde, o pişmemiş etin kokusunu bize de duyurabildiği için,
• İlkgençliği taşıyan, yanak yanağa edilmiş o ilk dansta giyilmiş siyah ayakkabıların akıbetini yalnızca o merak edebileceğinden,
• Babaannesinin çeyizinden olan soluk pembe ve pudra renkli tafta çiçekli tabloyu duvarına asarak o eski ahşap köşkteki günlere döneceğini umabildiğinden.
• Beneklenmiş aynalar, illüzyon aletleri, açık üç televizyon, kitaplar, kitaplar, kitaplar ve Japon maskeleriyle dolu ikinci kocası Metin And'ın evine, 22 yıl sonra, üstelik de o dünya artık tuzla buz olmuşken "gidebildiği", eski hayatının içine hop diye yeniden girebildiği; ama kilitli kalıp bu "Tozlu Altın Kafes"ten çıkamadığı için,
• Suratına kadehindeki Beğendik likörünü fırlatsa da aslında âşık olduğu adama "Kımkım" lâkabını lâyık görebildiğinden,
• Bir akşam ilk kocasının Türkiye Son Durak'tan misafir getirdiği ve sonra da bir daha hiç görmeyeceği Korman'ın dünyaya alışmaya çalışan halini, konuğu daha tek kelime etmeden fark edebildiğinden,
• Bodrum Heredot Otel'i bir sabah erkenden "basan" Hasan Mutlucan türkülerini takip eden bir günde, yalnızca Hilmi Yavuz'un elinde bir kalıp beyazpeynirle koştuğunu yazarak o dönemin ruhunu verebildiği için,
• Yeniden yaşanması güç, yaşlı babaanneli, Hızırlı ve eski ahşap köşklü çocukluk dünyasının tadını gül reçeli karıştırılan tahta kepçede kalan ve ancak soğuyunca yalanabilen köpüğe benzettiğinden,
• Yeşil takımelbiseli, Sümerbank pabuçlu Hızır'ın onu zahmetsizce sokuverdiği anı cepçiklerine özendiğimizden,
• İlkgençliğinde tanıdığı sağır ve dilsiz Işık'ı, onun deyimiyle Kilitli Adam'ı, aradan geçen yıllara, sapılan farklı farklı yollara rağmen bulacağına inanan başka hiçbir yetişkin -maalesef!- olmadığından,
• Aynı Işık'a hiçbir zaman tanık olmadığı yıllarının hesabını hayallerinde bir tek o vereceğinden,
• Gizemli bir hastalıkla çelik kozaya hapis olan çok sevdiği Necla'yı her gün şafağa doğru 4:30'da uyanıp düşündüğü için,
• Las Vegas'ı coşkun bir imgelemle sonsuz kumar makinesi ormanlarına benzettiği, zamanı da geceyarısına zımbalanmış olarak aktardığından,
• Artık Metin And'ın evinde bir lamba olan, Polonya'daki bir toplama kampından alınmış bir Yahudi kafatasına duyduğu çocuksu meraktan,
• Bir süre dargın olduğu kardeşi "Beyaz fisto bir yastıkta yatan koca kafalı bebek" Osman'la iletişimsizliğini Bodrum'daki bahçesine konan mavi pelerinli Kel Maleç kuşunun dilinden anlamamasıyla verebildiğinden,
• Kendisini bir gecede ünlü eden ilk kitabı "Geceyi Tanıdım"ın Rousseau'dan alınma kapak resminde hâlâ kendini bulduğundan,
• Tahteravallideki iki erkeğin, Metin ile Fevzi'nin arasına, yalnız kendi hikâyesini değil, derin düşüncelere saldığı okurunda ilkgençliğini oturttuğu için,
• Rio'dan Prag'a, Seul'den Iowa'ya, Petersburg'dan Capri'ye dünyanın dört köşesini gezdiği, gezmekle kalmayıp o kentlerin ruhuyla sohbet ettiği, sohbet etmekle kalmayıp romanlarında bize de naklettiğinden,
• Elvis Presley, Priscilla Presley, Dostoyevski, Marlene Dietrich, Edith Piaf, Eddie Fischer, Elizabeth Taylor, Marilyn Monroe gibi milyonlarca hayran biriktirmiş hayatlara en ihtiyaç duydukları şey olan merhametle yaklaşabildiği için,
• Ve en çok da yıllarca mandalla tutturulmuş bir mendil gibi rüzgârda uçuşup duran, İstanbul ve Ankara arasında yırtılan, kan içinde kalan ömrünü bütün okurlarına açabilecek kadar yürekli olduğu için
Nazlı Eray, rüyadan yapılmadır Shakespeare Efendi. "Ah Bayım Ah," okusaydınız siz de kendisine meftun olurdunuz...