"Yalan" olmayan bir hayat...
Saydığım, çok sevdiğim bir büyük edebiyatçı daha uğurlandı son yolculuğuna. Bir yıldız daha kaydı, bir kuşağın en önemli temsilcilerinden biri daha geçti öte tarafa.
AYŞE SARISAYIN
Artık 'büyükler için yazılmış kitaplar'ı okumama izin verildiği ortaokul yıllarımda, babamın kitaplığındaki binlerce kitap önüme serilip oburca kitap okumaya başladığımda da, çevirmenler dikkatimi çekmezdi önceleri. Babamın Almancadan çevirdiği birkaç romanı okuyunca ve o çevirileri yapmak için yaz aylarında, tatillerde, fırsat bulduğu her anda kendini odalara, evlere kapattığını fark edince algıladım 'çeviri'nin ve 'çevirmen'in anlamını, önemini. O yıllarda, çoğunu Varlık Yayınları'ndan okuduğum klasiklerde çevirmen olarak Tahsin Yücel'in adı vardı hep.
Annemin önerisiyle okuduğum ilk kitabı Mutfak Çıkmazı'ydı –Behçet Necatigil'in Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü'nde "kaçtıklarından kurtulmak için sığındığını ideali gibi benimseyen bir gencin başarıyla yansıtılan iç dramı" sözleriyle tanımladığı, çok ilginç bir roman. Sıradışı görünürken, yaşadıkça pek çok örneğini göreceğim, kimi zaman kendimi de aynı konumda hissedebileceğim karakter, İlyas Divitoğlu.
Bir yazarın dünyasına girmek açısından doğru bir seçim olduğunu yıllar içinde kavrayacaktım... Ardından kendi tercihimle Haney Yaşamalı geldi ve yıllar içinde öteki kitapları. Salaklık Üstüne Deneme ve Kumru ile Kumru, tıpkı Haney gibi, öncelikle adıyla insanı kendine çeken, okuduktan sonraysa içeriğiyle unutulmazlar arasında giren kitaplarıydı. 1985 yılında Necatigil Şiir Ödülü jürisine katılan Tahsin Yücel, 2013 yılına kadar yanımızda oldu –zorunlu ayrılışı, sağlık nedenleriyle. Dile kolay, tam 28 yıl hiç aksatmadan sürdürdü üstlendiği bu sorumluluğu. Tüm ciddiyeti ve görev bilinciyle hemen her toplantıya geldi, ciddiyetinin altında gizli, daha çok kitaplarında, bazen de sohbetlerinde açığa vurduğu inanılmaz mizah duygusuyla hoş rüzgârlar estirdi, değişmeyen ses tonuyla çok ciddi bir şey söylemesi beklenirken yaptığı müthiş esprilerle her seferinde tekrar şaşırttı bizi. Tahsin Yücel'e kolay yaklaşamadım, yakınlaşamadım uzun yıllar – ulaşılamayacağını düşündüğümden belki. 2002'de Yalan'ın, kurgusuyla, diliyle insanı afallatan o olağanüstü romanının çıktığı yıl, Beyoğlu'nda bir söyleşisine gitmiştik eşimle birlikte –bizi karşısında görünce çok şaşırmış, ne diyeceğini bilememişti âdeta. Kötü hava koşullarından dolayı katılımın pek fazla olmadığı bir toplantıydı. "Bu berbat havada nasıl geldiniz, neden geldiniz?" gibi bir şeyler söylediğini, havanın kontrolü konusunda hoş espriler yaptığını hatırlıyorum, tüm ciddiyetiyle elbette! İlk kez o gün dile getirebilmiştim kendisine duyduğum hayranlığı, çok sevdiğim, yeni kitaplarının çıkmasını sabırsızlıkla beklediğim bir yazar olduğunu.
O günden sonra –her nasıl olduysa- Tahsin Bey değil, Tahsin Hoca demeye başlamıştım ona. Okumadığım kitaplarından biri, Peygamberin Son Beş Günü'ydü. Bir sohbetimiz sırasında Erdal Öz söz etmişti: "Mutlaka oku!" Hemen okumuştum tabii –siyasi hayatımıza, bölünmelere dair bir eleştiri olan bu romanda, gülünç olanla dramatik olan ustalıkla harmanlanıyordu yine.
Erdal abi çok severdi Tahsin Hoca'yı. Tahsin Hoca'nın da onu çok sevdiğini Erdal abinin ölümünden sonra daha iyi anladım.
2008'de, Unutulmaz Bir Atlı Erdal Öz biyografisini yazarken, Tahsin Hoca'yla da görüştüm. Erdal Öz'ün, 1956 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı'na değer görülen Haney Yaşamalı için yazdığı "Haney Yaşamalı mı" başlıklı yazısı ve ardından a dergisi çevresinde başlayan protestolar da konu olmuştu aynı gün. Tahsin Hoca, tüm zarafetiyle o yıllarda yaşananlara, "Gençlik işte! Olmuş bitmiş, konu edilmesi bile gereksiz..." deyip geçmiş, Peygamberin Son Beş Günü'nün 1992'de Can Yayınları'nda çıkmasıyla başlayan dostluklarını anlatmıştı uzun uzun. Tahsin Yücel'in Erdal Öz'e 70. yaş gününde düzenlenen sürpriz partide verdiği armağandan da söz etmiştik; üzerinde 'Nobel Prize to Erdal Öz' yazılı, Erdal abiyi çok güldüren heykelcikten! Tahsin Hoca, bu olağanüstü çalışkan, titiz, üretken edebiyatçı ve bilim insanı, bundan böyle eserleriyle yaşamaya devam edecek elbette. Ama o hep eserleriyle var olmadı mı zaten? Kendi köşesinde karınca misali çalışarak, 83 yıllık ömrüne, bir arada görünce insanı afallatan sayıda eser sığdırarak, belki daha doğru bir deyişle, 83 yıllık ömrünü, daha ilk gençliğinden başlayarak dilbilime, edebiyata adayarak, pek ortalıkta görünmeden, daha çok, en çok çalışarak geçirdi. Toplumsal değişimlere, siyasi olaylara, yozlaşan kültüre ve insana dair tanıklıklarını, tepkilerini romanlarında dile getirdi, bu ülkenin ve yaşadığı kentin tarihine, gitgide bozulan düzene akılcı ve ironik yaklaşımlarıyla, müthiş diliyle unutulmayacak notlar düştü. Tahsin Hoca'yı tanımış olmaktan onur duyuyorum. Nur içinde yatsın...
23 Ocak 2016