paylaşılamayan cinayet
Hikâyenin örüldüğü mekânlar, Fatih, Piyer Loti, Harbiye, Feriköy gibi kültür donanımı olan, geçmişi ve bugünü birbirine harmanlayan, bu bakımdan yazarın kurgusunu da güçlendiren özenle seçilmiş semtlerde yer alıyor.
ÇİĞDEM SİRKECİ
Melih Esen Cengiz, yeni romanında bizi tarihi bir serüvene çıkarıyor. Kitabın kahramanı Başkomiser Selim'le kâh Abdülaziz Dönemi'ne gidiyoruz, kâh 1950 İstanbul'unda Darüşşafaka Lisesi'nde keşfe çıkıyoruz. Birbiriyle hem ilgili hem değilmiş gibi görünen hayatların izini sürüyoruz.
Melih Esen Cengiz, Darüşşafaka mezunu. İstanbul Üniversitesi'nde İktisat öğrenimini tamamladıktan sonra ABD'de işletme okumuş. Uzun yıllar yöneticilik yapmış. Yazarın edebiyat ve yazı ile ilgisi üniversitede başlamış, ancak yayınlanan ilk romanı 2012 tarihli Bir Osmanlı Yazı. Bu romanı Marlene'in Yetimi, Terk Edilmiş Mânâlar Cenneti ve Kudüs'ün Güvercinleri takip etmiş. Paylaşılamayan Cinayet, yazarın Altın Kitaplar'dan yayınlanan 5. romanı.
Romanımıza dönersek başroldeki Selim, hırslı mı hırslı genç bir başkomiser. Başarılı olma, ünlü olma hevesiyle yanıp tutuşuyor. Çok iyi İngilizce konuşmasının yanı sıra, Fransızca öğrenmeye çabalıyor. Eşi Mine'nin de desteğiyle dil avantajını kullanıp yurtdışında bir pozisyona kapağı atma derdinde. Üniversitede akademisyen olan Mine ise, eşini seven, çok akıllı bir kadın. Öyle ki Selim sık sık üzerinde çalıştığı dosyalarda O'nun fikrini alıyor, takıldığı noktalarda O'na danışıyor. Pierre Loti tepesindeki küçük daireleri, Selim'in emniyetteki dosyalarının akşam mesailerinin görüldüğü bir makam âdeta. Yine de, Mine'nin bu durumdan pek şikâyeti yok gibi. O'nun roman boyunca devam eden en büyük derdi bir çocuk sahibi olmak. Karı-kocanın anlaşamadığı tek noktanın bu olduğuna defalarca şahit oluyoruz. Mine, yaşım geçiyor, diye sızlanırken, Selim, şimdi olmaz, terfi etmeli, daha fazla para kazanmalıyım, diye diretiyor.
Darüşşafaka'nın Fatih'teki binasının restorasyonu sırasında, binanın temelinde bulunan bir cesetle, ikilinin ev, üniversite, emniyet arasında sürüp giden hayatları ilginç bir şekle bürünüyor. Tam da o sırada kırk yılda bir yakaladıkları bir fırsatla tatile gitme hazırlıkları içindeyken, Selim'in araştırmakla ve hızlıca sonuca kavuşturmakla görevlendirildiği bu dosya, onları bambaşka âlemlere, zamanlara taşıyor. Abdülaziz Dönemi'ne ait olduğu ortaya çıkan cesetle, 1950'lerde lisenin penceresinden kaza ile düştüğü iddia edilen, kahramanımızın adaşı genç Selim arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Ortada gerçekten Selim'in iddia ettiği gibi uluslararası bir casusluk savaşı var mıdır? Yoksa Selim, ünlü olma hayallerini abartıp kendini bir polisiye filminin kahramanı mı sanmaktadır? Soruların cevapları romanda saklı.
Cengiz'in yazım dilinin akıcı ve okuyucuyu çeken bir yanının olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Hikâyenin örüldüğü mekânlar, Fatih, Piyer Loti, Harbiye, Feriköy gibi kültür donanımı olan, geçmişi ve bugünü birbirine harmanlayan, bu bakımdan yazarın kurgusunu da güçlendiren özenle seçilmiş semtlerde yer alıyor. Osmanlı, 1950'ler ve günümüz arasında koşup dururken karşımıza ne çıkacak diye sayfaları heyecanla çeviriyoruz. Ancak, bütün bu gerilim arasında ben Selim'in hem meşhur olacağım nidaları atıp hem de davayı çözmek, özellikle adaşı yetim Selim'in ölümünü aydınlatmak konusunda manevi bir sorumluluk taşıyor olmasına takıldım kaldım. Yazar kasten mi böyle bir oyun yapıyor, bize insanın en ulvi gözüken eylemlerinde bile içten içe kendi egosunu tatmin etmekten öte gitmediğini mi anlatıyor, bilemedim. Kararı siz okuyuculara bırakıyorum.
PAYLAŞILAMAYAN CİNAYET, Melih Esen Cengiz, Altın Kitaplar Yayınevi, 320 s.