"o güzel atlara binip gidenler"

Atillâ Dorsay'ın yeni kitabı "O Güzel Atlara Binip Gidenler", Remzi Kitabevi yayınları arasından raflardaki yerini aldı…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Sinema eleştirmeni ve yazar Atillâ Dorsay'ın kültür sanat alanında tanınmış simalara dair anılarına yer verdiği kitabı "O Güzel Atlara Binip Gidenler" Remzi Kitabevi'nden çıktı. Dorsay'ın 52. kitabı olma özelliğini taşıyan kitapta Yılmaz Güney, Ayşe Şasa, Çolpan İlhan, İlhan Selçuk, Vedat Türkali, Onat Kutlar, Şakir Eczacıbaşı, Tuncel Kurtiz, Vitali Hakko ve Zeki Müren gibi isimler hakkında anılar yer alıyor.

Atillâ Dorsay, "Sunuş" yazısında kitabı şöyle anlatıyor: "Benim yaşıma gelince o kadar çok insan tanımış, o kadar dost edinmiş oluyorsunuz ki... (Düşmanlarımız ayrı: onlar da çoğalıyor gerçi!)

Ve artık anılarınızı yazıp tüm o sevdiğiniz insanları anmak, onlara bir teşekkür yollamak, gönül borcunuzu yerine getirmek istiyorsunuz. Onlar olmasaydı yalnız siz değil, tüm toplum ve tüm sanat dünyası o kadar çok şeyden yoksun kalacak, öylesine fakirleşecekti ki... Tahmin bile edilemez. Ama artık bir önemli dönüm noktasına (iki yıl sonraki 80. yaş günüme) ve o zaman çıkaracağım kitaba bırakmayı düşündüğüm birçok dost ilişkisini, birçok yaşanmışlığı ve sayısız güzelliği, daha önce davranıp yazmak istedim. Çünkü o kitapta tüm o ilişkileri istediğim kadar geniş ve ayrıntılı biçimde yazamazdım, yer olmazdı.

Önceleri tüm tanıdığım sanatçılar arasından bir seçim yapıp bir çağdaş portreler geçidi sunmak istedim. Ama sonra fark ettim ki, özellikle 2005'lerden beri kültür, sanat, medya ve kitle iletişimi alanlarındaki kayıplarımız dağ gibi olmuş/ oluyor. Ben de ana temayı "çekip gidenler'' olarak almaya karar verdim. Kitabın adı oradan geliyor.

kitabın bölümlemesi

Böylece ilk bölümde yönetmenler yer aldı. Öylesine çok kişi gitmiş ki, bölümün adı "Tam Bir Yaprak Dökümü" oldu. İkinci bölüm"0 Yüzleri Hiç Unutmayacağız" elbette oyuncuları kapsıyor. Onlar yalnızca "yüzler" değil kuşkusuz; yetenekleri de var. Hem de nasıl... Ama onları en çok fizikleriyle hatırladığımızda bir gerçek değil mi?

Son bölümdeyse değişik alanlar var. Adı konmamış olsa da, kendi içinde belli bir düzeni olan: yazarlar, müzisyenler, gazeteciler. Ve birkaç "özel yazı".

sadece tanıdıklarımı yazma ilkesi

Kitapta önce uzun zaman önce yaşamış birkaç isim de vardı. Benim hiç karşılaşmadığım, hiç tanışmadığım... (Adlarını vermesem de olur.) Ben farklı fırsatlarda onlar üzerine de yazmıştım ve o yazıları genişletip kullandım. Ancak 2017 Temmuzu'nda art arda gelen ölümler (Fikret Hakan, Hakan Balamir, Sezer Sezin), onları kitaba almayı zorunlu kıldı. Ben de bunu fırsat bilip o birkaç yazıyı çıkardım: çünkü ilke olarak "40 portre" demiştik. Ve bu sayıyı nedense korumak istedim. Kitabın adında yer almasa da…

Ama bunu galiba bilinçaltımdaki bir fikir yüzünden yaptım. Kitapta yer alan tüm kişileri bizzat tanımıştım; hemen hepsiyle dost olmuştuk; birlikte çok şeyler yaşamış, çok özel olaylara, çok hassas dönemlere tanık olmuştuk. Bu bence kitabın ele; kişilerin temel bir özelliğiydi. Ve öyle kalmalıydı. Böylece o birkaç yazıyı çıkararak bunu sağlamış olduk.

İlk bölümdeki hayli uzun yönetmen yazıları (Lütfi Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ gibi) varlıklarını Sinema dergisine borçlu. O güzel dergideki yıllar süren köşem, böylesi de bana sıcağı sıcağına yazma imkânı verdi: çoğu zaman o köşenin sınırlarını da aşarak... O derginin 2014'le birlikte kapanması ne yazık olmuştur... Böylesi yazılar için pek bir başka mecra bırakmadan...

O yazılar benim için elbette bir kriter, bir ölçüt oluşturdu. O zaman yazamadığım veya kısa yazdığım yazıları da en azından bunlara yaklaştırmaya çalıştım.

sevdiklerim üzerine "nihai" yazılar

Demek ki bunlar ölüm yazılarıdır. Bu demektir ki benim o kişiler üzerine "nihai/sonsal" yazılarım, onlara en kapsayıcı bakışımdır. Son bir hesaplaşma, son bir irdeleme, son bir veda.

Gerçi üzerine daha önce yazdıklarım vardır. Ve eğer bunlar bir kitabıma girmemişse, burada anılmış ve kullanılmıştır. Zaten genel anlamda günü gününe yazılmış yazıyı severim, korurum, kullanırım. Çünkü otantiktir, anlıktır, içtendir. Ve kusursuz bir tanıklık getirir. Ama sonradan gelip çatmış bir ölüm de, o kişiye daha genel bir bakışı gerekli kılar. Yaptığım da budur: eski yazılarla güncel bir bakışı bütünleştirmek...

Birçoğu üzerine elbette daha önce de yazdım. Bunlar kimi kitaplarıma girdiği gibi (Sinema... Ve Unutulmayanlar; Dorsay'ın Penceresinden: Kültür ve Sanat Dünyamızdan Portreler), Yılmaz Güney üzerine tuğla gibi bir kitabım da var!...

Ama yeterli mi? Bunlar öyle kişilerdir ki, bulundukları alemden topluma hep yeni şeyler sunabilir, sürprizler yapabilirler. Benim kendi adıma diyelim ki Yılmaz Güney, Ayşe Şasa, Çolpan İlhan, ilhan Selçuk, Vedat Türkali, Onat Kutlar, Şakir Eczacıbaşı, Vitali Hakko ya da -sürprizi- Zeki Müren üzerine söyleyecek şeylerim hep olacaktır. Belki ve gerekirse bundan sonra da...

ölünün ardından konuşma polemiği

Bir polemik konusu: ölüler hep "iyi biliriz!"- le mi uğurlanır, gidenin ardından sadece iyi şeyler mi söylenir? Bu konuyu yakın zamanda Cengiz Semercioğlu'nun merkezinde olduğu bir tartışma gündeme getirdi: Harun Kolçak nedeniyle...

Ben bu konuyu kitaptaki Fikret Hakan yazımda ortaya attım. Ve tartıştım. Kendi adıma, sonuç olarak orta bir yol seçtim. Elbette bu insanların istisnasız hepsi benim sevdiğim, yıllar boyu dostluk kurduğum kişilerdi. Ama zaman zaman da eleştirdiğim, tartıştığım kişiler. Bunlardan hiç söz etmeyecek miydim?

Böylece diyelim ki Halit Refiğ'den Metin Erksan'a, Attilâ İlhan'dan Vedat Türkali'ye, Çolpan İlhan'dan Tarık Akan'a kimi yanlarıyla eleştirdiklerim de oldu. Ama galip duygunun derin bir sevgi ve saygı olduğunu adım gibi biliyorum. O bakımdan içim rahat!...

birbirleriyle söyleşen yazılar

Kimi yazılar ilk bakışta çok ilgili gözükmeseler de birbirleriyle karşılıklı söyleşti, tartıştı, birbirlerini sanki bütünledi. Bazen beni bile şaşırtan biçimde!...

Okur bunu fark edecektir. Diyelim ki Hakan Balamir'le Vedat Türkali, Ayşe Şasa'yla Yusuf Kurçenli, Sezer Sezin'le Lütfi Akad, Lütfi Akad'la Yılmaz Güney, Yılmaz Güney'le Attila Özdemiroğlu, Şakir Eczacıbaşı'yla Onat Kutlar, Onat Kutlar'la Oktay Akbal, Ülkü Erakalın'la Zeki Müren, Fikret Hakan'la Çolpan İlhan, Çolpan İlhan'la Attilâ İlhan, Metin Erksan'la Müşfik Kenter, Tarık Akan'la Halit Akçatepe, Yılmaz Güney'le Zeki Ökten ve başkaları, kimi yazılarda sanki diyalogdan yola çıkıp bir bütüne ulaşacaklar; bir olayı, bir dönemi, bir süreci tanımlayacaklardır.

son iki "özel" yazı

Tarihin aynı döneminde Türkiye denen dev çelişkiler ülkesinin kültür meydanında cirit atmış tüm bu kişilikler, bu ülkeyi, bu halkı, bu coğrafyayı kavramamıza yardımcı olacaklardır.

Ve kitabın son iki yazısı. Biri sadece Vitali Hakko için "nihai yazım" değil. Aynı zamanda, üç unutulmaz Beyoğlu insanının da katılımıyla, bugün en diplerde sürünen/süründürülen bu eşsiz semt için bir ağıt.

Son yazı ise, görünürde unutulmaz yazar Reşat Nuri Güntekin'in kızı Elâ Güntekin için yazılmış olsa da, aslında benim kaybolan gençliğime yakılmış bir ağıttır.

O GÜZEL ATLARA BİNİP GİDENLER, Atillâ Dorsay, Remzi Kitabevi, 320 s.