Kadın ve erkek "duygu asenalar" çoğaltılmalı!
Duygu Asena'yla 13 yıla yakın çalışmış olan Şadan Maraş Öymen, "tanıdığı" Duygu Asena'yı "Orada Kadınlar Var mı?"da kendi dilinden, kamuya mal olmuş Duygu Asena'yı ise onun dilinden, onun yazılarıyla anlattı.
ŞADAN MARAŞ ÖYMEN
Duygu Asena'nın güzel tebessümü, gülen yüzü unutulur gibi değil benim için. Onu tanımayanların, yazılarını okuyup onu sert biri sanmaları, onunla her gün çalışan ben ve arkadaşlarım için yabancı bir şeydi. Birlikte çalışırken aynı "yöne" baktığımızdan, onun yakın çevresinde olan bizler için o yazılar sert değildi. Çünkü o, sakin ama kararlıydı, güler yüzüyle her türlü haksızlığa, adaletsizliğe, eşitsizliğe isyan ederdi. Aslında isyandı Duygu Asena'nın dünya hali:
Her tür fırsat eşitsizliği; başta kadına, eşcinsellere, gençlere, çocuklara, farklı ırklara ayrımcılığa, inananlara ve inanmayanlara yapılanlara, her tür baskıya isyan. Bu isyan, bizim dergilere dalga dalga yayılır, bütün yazılarda hissedilirdi. Ama onunki her zaman güler yüzlü muhalefet olmuştur
Bu nedenle, 1981-1992 arası yönettiği Gelişim Yayınları'ndaki Kadınca ve daha sonra Milliyet bünyesinde yayımlanan KİM, "kadın" dergisinden çok daha fazla bir şeydi. O dergiler, susturulan, sesleri kısılan kadınların haykırışıydı aslında. Yoksa, 80'li yıllardaki Kadınca'nın tirajı 80 binlere başka nasıl ulaşabilirdi? Duygu Asena bu dünyaya ve tabii aslında Türkiye'ye kadınlar ve kadın hakları mücadelesi için gönderilmiş bir varlıktı sanki. Tüm mücadelesini ezilen, dövülen, horlanan, aşağılanan ve sömürülen kadınlar için verdi ve her zaman tekrarla haykırdı:
"Siz özgürsünüz, gücünüzü bilin!" Onun ektiği tohumların bugün ne kadar yeşerip çiçek açtığı konusunda fazla iddialı olmak istemem. Gördüğüm ve takdir ettiğim şey, 80'lerde şehirli kadınların hayatı çok daha baskı altındayken bugünkü kuşağın, özgürlüklerine sahip çıkma bilinçlerinin daha yüksek oluşu. Duygu Asena, yönettiği dergilerdeki ekibiyle, Kadınca ve KİM dergileriyle, yazdığı romanlarla, televizyon programlarıyla ve gazetelerdeki günlük yazılarıyla uzun, derin ve hırpalayıcı bir savaş verdi.
kadın hareketinin tercümanı
Kadınca yenilikçi, modern, çok satan bir dergiydi. Her kesimden, her sınıftan okuyucusu vardı. Derginin yayımlandığı yıllar, kadınların kaymakam bile olamadıkları yıllar. Namus adına işlenen cinayetlere cezai indirim uygulanıyor. Hayat kadınına tecavüz, suç sayılmıyor. Kürtaj yasak. Kadın mesleği olarak bilinen öğretmenlik, hemşirelik gibi işlerde bile yöneticiler hep erkek. Medeni Kanun "Ailenin reisi erkektir" hükmüyle başlayarak kadının evlilik içinde karar verme yetkisini tamamen elinden almış. Bir işkadınının ödeyeceği vergi için bile devlet kocasının onayını istiyor. Kadınlar aile içinde ve işyerinde şiddete, tacize uğradıkları halde seslerini çıkaramıyorlar... Ve halkın "yarısını", kadınları ikinci sınıf sayan daha pek çok şey...
Duygu Asena bir kadın ve bir gazeteci olarak, kadınların gündelik hayatlarını, iş yaşamında karşılaştıkları zorlukları o kadar içten hissetti ve kadınların sessizliğini sese çevirmek için o kadar cesur, o kadar ısrarlı davrandı ki, bu çabasıyla aynı zamanda kadın hareketinin tercümanı oldu.
Feminist grupların teorik söylemlerini en anlaşılır, en güncel, ayakları en yere basan bir üslûpla kamuoyunun önüne serdi.
Epey eski bir tarihte BİA Haber Merkezi'nin yayımladığı bir röportajında, bu konudaki düşüncelerini her zamanki yumuşak ve mütevazı üslûbuyla şöyle dile getirmiş:
"Ortada feminist bir söylem yoktu. Kadınca'yla birlikte feminist söylem öne çıktı. Yoktu dememin nedeni şu: Vardı da duyulmuyordu, çünkü basın yer vermiyordu. Ne Türkiye'dekine, ne dünyadakine... Kadınca dergisi çıkıp da bu kadar ilgi görene kadar hiçbir yayın ilgi göstermiyordu. Kadınca'nın çıkıp satışların artmasıyla yavaş yavaş bu konular gündeme gelmeye başladı. Onun için bugün feminizm denince akla ben gelirim. Halbuki Şirin Tekeli'ler vardı. Onun yanında nefis bir akademisyen ekip vardı. Ama duyuramıyorlardı seslerini. Ben duyurduğum için ben akılda kaldım. Onlar benden çok daha bilgili bu konuda."
duygu asena olmasaydı!
Eğer Duygu Asena olmasaydı Türkiye'de, Aile İçi Şiddete Karşı Yasa, Medeni Kanun ve Ceza Kanunu reformları ve kadınların elde ettikleri hakların kazanılması için herhalde daha çok beklerdik.
Basının dördüncü kuvvet olduğunu, 80'li- 90'lı yıllarda gazetecilerin düşüncelerini çok daha özgürce ifade edebildiğini hatırlarsak Duygu Asena'nın kadın hareketinin başarısındaki rolünü ve etkisini çok daha iyi anlarız.
2000'de New York'ta yayımlanan Zehra Arat'ın derlediği Türk Kadın İmgesinin Yapıbozumu adlı bilimsel çalışmaya verdiği makalesinde Prof. Arzu Öztürkmen de aynı şeyi savunuyor. "Kadınca ve Duygu olmasa, feminist düşünce, dolayısıyla kadın hakları bilinci sosyal yasaların değişmesini sağlayan bir itici güç olamazdı" diyor.
Bu mücadeleyi verirken hırpalanmadı mı? Hem de nasıl saldırdılar. Ama Duygu Asena bunların hiçbirini gerçekten hiç umursamadı!
O dönemde bazı muhalif aydın yazarlar, apartmanın kapısındaki zile adını yazmazdı, haklı bir endişe vardı. Duygu Asena'nın oturduğu apartmandaki zilde ise adı hep yazmıştır. Öylesine doğal bir korkusuzluk vardı içinde...
"biber sürülecekler" / "öpülecekler"
Yönettiği her iki dergi de siyasi figürler tarafından yakından izleniyordu; en popüler bölüm ise "Ağzına Biber Sürülecekler" ve "Öpülecekler" idi. Bu iki sayfa, dergilerin yayımlandığı ilk günlerde telefon yağmuruna sebep oluyordu. "Biber Sürülecekler" bölümünde adı geçenler telefonda özeleştiri yapmaya çalışır, Duygu Asena onlarla tatlı tatlı sohbet eder, birbirleriyle sıkı bir iletişim başlardı. "Öpülenler" ise teşekkür telefonları yağdırırdı. Bu iletişim, bir dizi olumlu hukuki sonuçlar doğurdu.
Zaman içinde 1978-2004 arası Duygu Asena ve arkadaşlarının hazırladığı yayınların etkisinin hem toplum hem siyasiler için bir eğitim süreci olarak çok ciddi bir rolü olduğunu gördük.
Hayata tutunmaya çalıştığı son haftalardaki en canlı anım ise şudur, bu kitaba onun için bu adı verdim.
Vefatından birkaç ay önce doktorların "Taşıma suyla değirmen döndürüyoruz" dedikleri dönem. İki günde bir beyaz kan veriyorlar. Durum umutsuz, ziyaretçiler gelip gidiyor, Duygu Hanım'ın odasında televizyon genellikle açık.
İki beyin ameliyatı geçirmiş, - iki kez beyninin bir bölümü alınmış - ve artık neredeyse hiç konuşmayan Duygu Hanım'ın kardeşi İnci, televizyondaki bir muhalif protesto eylemine dikkatini çekiyor. Duygu'ya gösteriyor parmağıyla, yürüyüş ve protesto haberini, "Bak neler oluyor" diyor. Hepimiz için artık umutsuz durumda olan Duygu'nun dili çözülüyor ve incecik sesini duyuyoruz: "Orada... kadınlar var mı?"
ezilen anadolu kadınının isyanıydı
Beyinsel üretimi tıbben minimumda iken bu soruyu nasıl sorabilmişti? Bu, ne anlam ifade etmeliydi? Onun için "kadının birey olarak varoluşu" tamamen içgüdüsel bir durumdu. O, ölene kadar önce şehirli genç kız ve kadınların, sonra tüm ezilen Anadolu kadınının isyanı, sesi oldu. Hâlâ aksediyor.
Bu nedenle de o, sevgili dostum gazeteci Alper Görmüş'ün çok sevdiğim tanımlamasıyla Türkiye'de "kadının adını koyan kadın"dır.
Ölümünün üzerinden on yıl geçmiş, yaşadığı zaman diliminde herkesi şaşırtan çok mütevazı, iddiasız, sanki gayet sıradan şeyler yapıyormuşçasına akan yaşamı boyunca yazıp çizdiği, işlediği konuların bugün hâlâ bu derece güncel olması toplum olarak bizleri düşündürmeli. Türkiye 80'li yıllardan bugüne ala ala bir arpa boyu yol mu almış yani? Kadının ekonomik ve sosyal özgürlüğü, güvenli bir hayat yaşama hakkı, toplumda ikinci sınıf vatandaş olarak değil, toplumda eşit vatandaş olarak yaşama hakkı gibi konular 2016'da hâlâ çözümsüz.
ufak tefek, yalnız bir kadındı
Duygu Asena, Türkiye'nin en karanlık dönemlerinden 12 Eylül 1980 darbesini izleyen dönemde ortaya çıkmış, görüşlerini korkusuzca yazmış, tehditlere aldırmamış, her şeyi göze alarak inandığını söylemeye devam ederek tek başına mücadele etmiş, ufak tefek, yalnız bir kadındı.
Her toplum, verdiği mücadele sonucu kazandıklarıyla inşa ettiği düzende yaşamayı hak eder. Gelişmiş ve uygar bir toplumda yaşamayı istiyorsak emek vereceğiz, bunu bize kimse ikram etmez... Ancak kadın ve erkek Duygu Asenaların çoğalmasıyla mümkün olabilir.
*Orada Kadınlar Var mı?, Önsöz'den…