İlk romanda şaşırtıcı bir başarı

Bu satırların yazarı gibi seksene merdiven dayamış ve kendince dolu dolu yaşamış kıdemli bir okuru konusuyla şaşırtacak az roman vardır yeryüzünde...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

EROL ÜYEPAZARCI

Edebiyat tapınağının kıdemli gardiyanlarının hep küçümsediği polisiye roman ise genellikle yukarıdaki değerlendirmemin dışındadır; her zaman konusuyla da sizi şaşırtabilecek bir polisiye roman yazarı karşınıza çıkar. Polisiye roman belki de okuyucunun kendisinden sessiz sedasız beklediği işlevi dolu dolu yerine getirdiği için bu böyle... O işlevse "kaçış zevkini" verme. Hele bugünlerde birçok kişinin, birçok olay ve gelişmenin bir kere daha dönüp bakmaya bile değmediği bugünlerde hepimizin kaçmaya, bütün bu zırvalıkları unutup polisiye romanın sihirli halısına binip başka âlemlere gitmeye gereksinimi yok mu? Tabii Dan Brown veya Grangé gibilerinin yazdıklarını polisiye roman diye yutturmaya çalıştıkları acemice yazılmış turistik gezi rehberlerini veya hamile kadınları öldürüp karnındaki ceninleri parçalayıp kadınların rahimlerini yiyen ultra sapıkların öykülerini kastetmiyorum. Gerçekten "muamma içeren suçu" anlatan polisiye öyküleri ve romancıları kastediyorum. 

Dünya Kitap'ın son polisiye roman ödülünü verdiğimiz Gülce Başer'in ilk polisiye romanı "Bir Ceset, Bir Söz" beni çok şaşırttı; hem konusuyla hem çizdiği ilginç Nihal karakteriyle. 

Gülce Başer, kitaptaki tanıtım yazısından öğrendiğimize göre ilginç bir kişilik sergiliyor... Ömrünün uzun bir süresini banka denilen ömür törpüsü kurumda geçiren kıdemli bir bankacı olarak yeni eleman alırken hep tercih ettiğimiz Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu... Ama yazarımız, bankada yahut benzer bir kurumda çalışmayı tercih etmemiş; şiir yazmış, bu konuda yüksek lisans yapmış ve de kadim edebiyat dergimiz Varlık'ta çalışmış ve en olgun yaşında ilk polisiye romanını kaleme almış. 

Bilinen bir gerçeği yinelemek isterim: Kadınların edebiyat içinde en başarılı oldukları alan "polisiye roman"dır. Bunun nedenlerini uzmanları söylesin, ama inanıyorum ki ne derlerse desinler bu gerçek değişmez. Klasik polisiye edebiyatın gelmiş geçmiş en büyük kalemi Agatha Christie bunun en canlı örneği değil midir? İncil ve bir zamanlar her Çinliye zorunlu olarak verilen Mao'nun "Kızıl Kitap"ından sonra bütün dünyada en çok okunan kitaplar Christie'nin romanlarıdır. Hâlâ da yeni baskıları yapılır ve yeni kuşaklar bunları keyifl e okur. Düşünün tam 128 dile çevrilmiş ve en kötümser tahminle 500 milyon adet satılmışdır. Alanlara da İncil'de olduğu gibi ederinin onda biri fiyata, Mao'nun kitabında olduğu gibi bedava verilmemişlerdir. Onun için yeni polisiyeleri okurken yazarı kadınsa daha dikkatli olurum. 

Polisiye roman eleştirisi yaparken romanın konusunu anlatmak okuyucuya haksızlık olur, ama birkaç söz söylemek zorundayım. Kadın polisiye roman yazarları genellikle Anglosaksonların "Whodonit" dedikleri benim "Katil Kim?" türü dediğim türde yazarlar. Başer'in asıl özgünlüğü yazdığı romanın bu türle gizli servisleri konu alan casus romanlarının başarılı bir karışımı olması. 

Roman geleneksel bir başlangıçla, bir cinayetle başlıyor; başkahramanımız Nihal, kocası Ahmet'i evlerinde öldürülmüş buluyor. Kurgu gayet başarılı ilerliyor; Cinayet masasından iki komiser Özlem ve Hakan geliyorlar; geleneksel incelemeler ve sigortacı bildiğimiz Ahmet'in üst düzey bir istihbaratçı olduğunu öğrenmemizle yapıt hız kazanıyor. Müstakbel okuyucu hiç merak etmesin başka bilgi vermeyeceğim, ama başkahramanımız Nihal'e dikkat etmelerini söylemekle yetineceğim. Nihal sıradan bir kadın değil; okumuş, kıymet hükümleri oluşmuş, ölesiye sevmesini bilen biri ama özgünlüğünü yalnız bunlar teşkil etmiyor; kocasının eski karısıyla sıkı dost olabilmeyi de başaran bir kadın.. 

Yukarıda da değindim 65 yıldır polisiye roman okurum; Türk polisiye edebiyatında Nihal kadar çarpıcı bir kadını bir tek romanda Peyami Safa'nın Server Bedi adıyla yazdığı kadri kıymeti bilinmemiş küçük bir başyapıt olan "Selma ve Gölgesi" adlı polisiye romanının kahramanı Selma'da görmüştüm. 

Yapıtın bir başka başarılı tarafı gizli servis elemanlarının ruh durumlarını anlatışı; sanki kızımız eski bir MİT mensubu; kadim dostum Osman Aysu bu işi iyi yapar, ama neredeyse bütün yaşamı gizli serviste geçmiştir. Özgün, çarpıcı Nihal bir tarafta; gizli servislerin kendi aralarındaki savaşları diğer tarafta polisiye kurguyu o kadar iyi sürükleyip götürüyor ki hani iyi polisiye romanlar için "bitirmeden uyku yok" sözü Gülce Başer'in romanı için aynıyla vâki... 

Sonuç olarak Gülce Başer'in yapıtı, polisiye roman seven veya "kaçış zevkini" doyasıya tatmak isteyen okuyucuya hararetle önerilecek bir roman. Şunu da vurgulamak istiyorum; son yıllarda artık bir zamanların baştacı olan sonra da "post modern roman" gibi biz bunakların bir türlü zevk alamadığı akımlarla unutulup giden "toplumsal roman"ın işlevini polisiye romanın üstlendiği gerçeğini Başer'in romanı da kanıtlıyor. Yazarımız hiç fazla ukalalık yapmadan, nutuk atmadan romanında başörtüsü meselesinden, dergâhlara; değişen koşulların hızla değiştirdiği geçerli kıymet hükümlerinin erozyona uğramasına dek olanları gerek Nihal'in kişiliğinde gerek başarıyla çizdiği bitmiş, tükenmiş ama yine de bir şeyler yapmak için çalışan polis ve gizli servis elemanlarının dili ve hareketleriyle bize iletmesini biliyor.

3-377.jpg