Gölge'nin gölgede kalmaması gerek
Güzelsoy'un kurduğu dünya, bir yanıyla alelade, pencereden baktığımız zaman gördüğümüz dünyayı andırmasına rağmen aslında bir yanıyla da başka bir gezegende geçer gibidir. Galiba romanın en büyük başarısı da bu.
ASLI ŞENÖZ
İsmail Güzelsoy'un romanlarını tek sıfatla özetlemek gerekse, "şaşırtıcı" çok uygun olurdu. Gölge çok katmanlı, dinamik kompartımanlardan oluşan bir roman. Surdışı'nda, ip cambazı olmak üzere eğitilen küçük bir çocuğun hikâyesiyle açılır roman. Zihinsel engelli bir dede ve arada bir eve uğrayan Kahkah isimli üvey babadan oluşan tuhaf aile kahraman için dünyanın ta kendisidir.
Ailenin ve onun yaşadığı ıssız vadinin ötesinde bir de Paris vardır. Kahraman, dünyaya ilişkin çok az şey bilir ama meraklıdır, aklındaki soruları babalığına sorup durur. Babalık Kahkah yaşamını hileli zar yapmaya öylesine adamıştır ki, onu yanıtlamaya zamanı ve enerjisi yoktur. Zaten verdiği yanıtlar da ayrı bir gülünçtür. Kahkah, evlatlığının her şeyi bildiği varsayımıyla konuştuğu için, onun yaptığı her açıklama çocuğun kafasını daha da karışık hale getirir.
Dünyadan, onun bilgisinden, şefk atinden uzak, bir ipin üzerinde büyüyen kahraman, romanın başlarında bir şebek ile karşılaşır. Güzelsoy, İstanbul tarihindeki maymun katliamını romanına taşımış ve o katliamdan bir küçük maymunu kurtarmıştır.
Bu aşamadan itibaren roman, masalsı bir arkadaşlık ile dünyanın zulmü arasındaki gerilim ekseninde sürüklenecektir. Bütün bunlar olurken iki kahraman "İstanbul semalarından yürü"yeceklerdir. Romanın ilk bölümünün hedefi zaten başlıklarla belirlenmiş. Yazar "İstanbul semalarında yürüyüşümüzün ... gün öncesidir" diyerek bölümleri o ana göre biçimlendirmiş. Bu görkemli yürüyüş gerçekleştikten sonra da yeni bir hedef belirlenecek ve romanı oluşturan kompartımanlar o hedefe göre dizilecektir.
Gölge, ilk andan itibaren baş döndürücü bir yolculuğa sürüklüyor bizi. Cambazlar, Direklerarası, Zeyrek sırtlarındaki bir konakta ölümsüzlüğün peşinde çılgınca işler çeviren insanlar, beceriksiz bir müneccim, zoraki kehanetleri gerçekleştirmek için yapılan hileler birbirine eklenerek romanı tam bir masal kurgusuna dönüştürürken aslında alt katmanlarda da günümüz dünyasının katı ilişkileri, yıkıcılık, linç ideolojisi, katliamlar sorgulanır.
Romanın bir aşamasında bu gerilim çarpıcı bir imgeye dönüşür. Kahraman ipin üzerinde yürümekteyken üzerine bağlı kandilleri tarif eder yazar. Bildiğiniz bir canlı bomba görüntüsüdür bu. Çocuksu, masalsı dil ile yaşadığımız çağın gaddarlığı arasındaki benzer gerilim unsurları romanın genel atmosferini oluşturur. Osmanlı'da, minareler arasına gerilen mahyaların kandilden yapıldığı ve hareketlendirildiğini de bu arada Gölge'den öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Zaten romanda mahyalar, bildiğimizi zannettiğimiz Direklerarası yaşantısı, İstanbul Karnavalı olarak da adlandırılabilecek Apukurya gibi Osmanlı folkloruna ilişkin çok hoş ayrıntılar yer alıyor. Zat'ul Hareke adı verilen ilk otomobilin İstanbul sokaklarındaki çılgın gezintisi ve kahramanın onu görme arzusu da romanın gülümseten hoş ara motifl erinden biri.
Güzelsoy'un kurduğu dünya, bir yanıyla alelade, pencereden baktığımız zaman gördüğümüz dünyayı andırmasına rağmen aslında bir yanıyla da başka bir gezegende geçer gibidir. Galiba romanın en büyük başarısı da bu. Oryantalist bir ucuzluğa düşmeden Osmanlı İstanbul'unun folklorunu, insan ilişkilerini, hatta trafiğin tıkandığını öylesine canlı sergiliyor ki bize, anlatılanların tarihselliği yitip gidiyor.
Gölge'nin sayfalarında gezinirken bir yanıyla şaşırtıcı hoş sürprizlerle afallarken bir yandan da evimizde olduğumuzu hissediyoruz. Hiç bilmediğimiz ve roman boyunca da öğrenemeyeceğimiz kavramları rahatlıkla anlıyoruz nasılsa. Benim en çok dikkatimi çeken Ruyabaz kavramı oldu örneğin. Bu sözcükle daha önce karşılaşmasam da, yazar hepimizin bildiği bir kavram gibi kullanıyor ve gerçekten de hiç yadırgamıyorsunuz. "Bilmiyorum, ama anlıyorum" diyebileceğiniz bir ilişki kuruyorsunuz romanın kavram dünyasıyla. Böylece roman kendi paradigmasını kolaylıkla kuruveriyor.
Kendi adıma, Gölge'yi bitirinceye kadar "Ruyabaz ne ya?" diye sormadığımı fark ettim. Güzelsoy romanlarının gücü de burada galiba: Bilmediğimiz şeyleri anlayabilme şansı veriyor bize. Roman bittiği zaman tıpkı Kör Aşil'in anlattığı "mesel"lerde olduğu gibi, anlatılanlar birer anıya dönüşmüş oluyor. Yazar biraz da kendi yaptığını Kör Aşil'e yıkmış bana kalırsa. Gerçekten de okuduklarımın birer anı kırıntısı gibi bende sürdüğünü hissettiğim nadir eserlerden biriydi Gölge. Sonuna doğru okuma hızınızı yavaşlatıp "Eyvah bitiyor" diye hayıflandığınız o kitaplar var ya, Gölge onlardan biri. Dili ve anlatımıyla, bölümler arasındaki dinamik bağlantılarla, ara öykülerdeki zenginlikle bu roman yılın en iyi romanlarından biri olacak.
İsmail Güzelsoy'un diğer romanlarında olduğu gibi Gölge de bağımsız birer öykü gibi okunabilecek kadar kendi içinde kapalı birer bütün oluşturabilen ve birbiriyle de etkileşim içinde olan, birbirini sürekli ilerleten kompartımanlardan oluşuyor. Değmez'de ve önceki romanlarında denediği yarı bağımsız fragmanlardan oluşan anlatı tarzını bu romanda çok daha iyi işlemiş Güzelsoy. Eski bir röportajında, Bruegel'in tablolarından etkilendiğini, romanlarında bu tarz bir dünya resmetmeyi denediğini söylediğini hatırlıyorum. Anladığım kadarıyla Güzelsoy o çabasını dört başı mamur bir roman tekniğine dönüştürüyor. Alışması, içine girilmesi çok kolay öykülerden oluşan Gölge farklı, şaşırtıcı ve eğlenceli bir roman.
Gölge'nin dil işçiliği de Güzelsoy'un diğer romanları gibi büyüleyici. Tasvirler, dönemin dilini canlandırmak için kullandığı anlaşılabilirlik sıkıntısı olmayan terminoloji, küçük dönemsel ayrıntılar gerçekten kuyumcu titizliğiyle işlenmiş. Dedim ya, okuduktan sonra "Keşke okumamış olsam, ilk sayfayı şimdi çevirsem" dediğim özel kitaplardan Gölge. Bu serinin diğer kitaplarını beklemek çok zor olacak. Güzelsoy'un bazı kitapları sessizce rafa konulup kaldırılıyor. Gölge'nin kesinlikle gölgede kalmaması gerek.
Gölge, İsmail Güzelsoy,
Doğan Kitap, 296 s.