aşktan ve devrimden...
"Dame de Sion'un son sınıfına geldiğimde tuttum bir roman yazdım. Sarı, ucuz defterler vardı, müsvedde defteri derdik. Öyle bir deftere kurşun kalemle yazılmış, sayfa sayfa bir metin."
Oya Baydar "Yetmiş yedi yaşındayım; sadece Türkiye'de değil dünyada da aydınlık bir gelecek umudunun yeşerdiği dönemi yaşadım, sonra umutlarımızın çöküşüne tanık oldum ve bugünlere geldik. Bu sürecin hem tanığı, hem sanığı, hem kurbanı olan bir kadının hikâyesi olarak okunursa ilgi çekici olabilir belki" diyor, nehir söyleşisi "Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk"u anlatırken…
Kitapta Baydar çocukluğunu, Saint Benoit günlerini, ilk romanını, ilk aşkından başlayarak TİP'e, Deniz Gezmiş'e, darbelere, Almanya'da geçirilen yıllara, 1977 1 Mayıs'ına, ikinci evliliğine ve Aydın Engin'e ve "yetmez ama evet" tartışmasına dönem/dönemlere tanıklıklarını anlatıyor… Kitabı, yazarın tanığı olduğu dönemin perde arkası ya da bu günlere nasıl geldiğimizi anlatan bir tarih çalışmasına katkı olarak da okumak mümkün… "Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk", yalnızca Baydar'ın hayatı değil, 77 yılda Türkiye'de yaşanılanların onun gözünden yansıması...
Oya Baydar "Benim hikâyem anlatılmaya ne kadar değer kuşkuluyum. Benim çevremde, kendi sol kuşağımda öyle insanlar var ki, onların macerasını öğrendiğimde çoğu kez, ne kadar düz bir hayat yaşamışım diye düşünmekten kendimi alamadım" diye başlıyor hayatını anlatmaya, kimi zaman da özeleştiri yapmaktan kaçınmıyor... Notre Dame de Sion yıllarında her sabah karatahtaya yazılan "Je suis responsable de tout" (Her şeyden sorumluyum) cümlesi de var kitapta, "pastoral bir yaşamdı" diye özlemle andığı çocukluğu da… İlk romanının hikâyesini ise şöyle anlatıyor:
"Dame de Sion'un son sınıfına geldiğimde tuttum bir roman yazdım. Sarı, ucuz defterler vardı, müsvedde defteri derdik. Öyle bir deftere kurşun kalemle yazılmış, sayfa sayfa bir metin. Bitirince, Hürriyet gazetesini telefonla aradım ‘Ben on sekiz yaşında bir genç kızım, bir roman yazdım, gazetenizde tefrika edilsin istiyorum,' dedim. Şimdi hatırlayınca bile utanıyorum. Bugün, şu halimde cesaret edemem böyle bir şeye. İnsan gençken ne kadar pervasız oluyor!" (Sayfa: 52)
Baydar, Deniz Gezmiş'le ilk karşılaşmasını ise şu sözcüklerle dile getiriyor:
"Beş dakika geçmiş geçmemişti, kapı vuruldu. Açtım ki kapıda boylu poslu, yakışıklı bir delikanlı. Herkes Deniz Gezmiş'i önceden tanıyorum sanır; hattâ Deniz Gezmiş'le berabermişim gibi gülünç lafl ar bile çıkarılmıştı. Halbuki ben Deniz'i ilk kez orada gördüm. Tabii ki biliyordum kim olduğunu. Öğrenci lideri olarak yeterince ünlüydü. … ‘Tezinizi reddettikleri için Rektörlüğü işgale gidiyoruz!' diye tebliğ etti. Hepsi o kadar; çekti gitti. ‘İşte şimdi belanı buldun Oya,' dedim kendi kendime." (Sayfa: 85)
Kitapta geçen isimlerden birisi de İhsan Doğramacı. Şöyle diyor Oya Baydar:
"Hacettepe Üniversitesi'nin kurucusu İhsan Doğramacı'ydı. Onun krallığı gibiydi üniversite. ‘Bakın biz ne kadar demokrat bir üniversiteyiz, Oya Baydar'ı bile aldık,' diye övünüyormuş. Yani, Hacettepe'ye, ‘incir yaprağı' olarak girdim." (Sayfa: 95)
"Çöplüğün Generali" romanıyla 2009'da Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı ödülünü alan Oya Baydar ile Ebru Çapa'nın yaptığı nehir söyleşi kitabı, Ağaçkakan Yayınları'ndan çıktı.
AŞKTAN VE DEVRİMDEN KONUŞUYORDUK, Oya Baydar ile Nehir Söyleşi, Ebru Çapa, Ağaçkakan Yayınları, 280 s.