“Aşk” bu kitapta üç harf değil!

İBB Kültür A. Ş., İstanbul’un şahitlik ettiği 100 sevdayı tek kitapta bir araya getirdi. Bizans’tan Osmanlı’ya, Cumhuriyet’ten günümüze uzanan dönemi “aşk” ile anlatan kitap “İstanbul’un 100 Sevdası” adı ile yayımlandı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İstanbul’un 100 Sevdası, yazar Kadriye Kaymaz ve Eser Postallı tarafından yayıma hazırlandı. Kitapta erken dönemin sevdalarına dair izler şiirler, mektuplar ve seyahatnameler ile sürülürken, 19. yüzyıldan itibaren yerini hatırat, roman ve röportajlara bırakmış. Geniş bir zaman diliminden seçilen “100 Sevda”nın hikâyeleri, yazılı ve sözlü kaynaklardan edinilen bilgilerle teyit edilmiş.

İBB Kültür A. Ş.’nin yayınladığı “İstanbul’un 100 Sevdası”nda aşklarının izlerini bugün bile Ayasofya’nın sütun başlıklarında rastlayabileceğimiz İmparator Justinian ve dansçı kız Theodora’nın aşkından, Yavuz’un Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek dediği Şam güzeli ile bir kerecik bakışmasına, Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”de anlattığı Melek Ahmed Paşa ve Kaya İsmihan Sultan’ın rüyalarla gelen ebedi ayrılığından Abdülhak Hamid Tarhan’ın “hem refikam, hem validem, hem kızımdır” dediği Fatma Hanım’a, Tanburi Cemil Bey’in ölüm döşeğinde “Sizin için bâd-ı ıstırap oldum” diyerek af dilediği eşi Saide Hanım’la münasebetinden Nâzım Hikmet’in kol saatinin kayışına tırnaklarıyla adını kazıdığı Piraye’nin gururlu ayrılığına, Müzeyyen Senar’ın “Hayatımda ilk defa bir erkeğin omuzlarımdan bütün yükü alarak beni sevebileceğini ondan öğrendim” dediği, ayrılsa da ölene kadar sevdiği Tevfik Hamza’dan yakın arkadaşlarının en fazla altı aylık ömür biçtiği Gönül ve Gazanfer Özcan aşkına 100 birbirinden farklı sevda hikâyesi yer alıyor.

Kitapta bahsi geçen aşklar, kelimenin günümüzdeki anlamının yanı sıra muhabbet, sevgi, garâm, dert, dostluk, vefa, fedakârlık, cefakârlık, diğergâmlık, vuslat ve hasret gibi kelimelerin anlamlarını da tam olarak karşılamakta.

“Her şeyde bir hikmet var. Ve güneşin doğuşunda ve kuşların uçuşunda ve senin beni buluşunda… Her şeyde bir hikmet var. Şikâyet Tanrı’ya isyandır ve saadet küçük şeylerde” diyerek, küçük şeylerden payına büyük bir aşk devşiren Behçet Necatigil gibi nice şair, yazar, sanatkârların; dünyaya hükmeden padişahların maşuklarına yazdıkları mektup ve şiirlere, söz ve bestelere de bu kitapta rastlamak mümkün.

işte anlatılan sevdalardan ikisi

yavuz sultan selim ile şam güzeli

Yavuz Sultan Selim bir sefer sonrası kışı geçirmek için otağına dönerken bir handa konaklıyordu. Misafir olduğu bu handa özel hizmetlerine genç ve güzel bir kız bakıyordu. Bu kız bir sabah temizlik için padişahın odasına geldiğinde Sultan Selim’i gördü ve güzel kızın gönlü bir anda Cihangir Padişah’a kondu.

Genç kız padişaha can u gönülden âşık oldu. Aradan birkaç gün geçti. Bir şeyler söylemeliydi padişaha, ancak buna cesaret bulamadı. Bir sabah yine odada iş yaparken gözü Yavuz’un yatağının kurulduğu duvara ilişti. Oraya: “Âşık olan neylesin!” diye sonradan bir şiir kıtasının ilk mısrası olacak cümleyi yazdı. Çehre ve beden güzelliği kadar, şiir zevki de olan genç kızın bu gönülden seslenişi, şair hükümdarı duygulandırmıştı. Tebessüm etti ve kızın mısrasının altına: “Derdi ne ise söylesin!” cevabını yazdı. Kız padişahın yatağını toplarken okuduğu bu cevapla bahtiyar oldu ve duygusunu açıkladı: “Ya korkarsa neylesin?”

tertemiz duyguya değer verdi

Yavuz, bu gönül selinin önünde, heybetinin kapısını araladı, bu tertemiz duyguya değer verdi: “Hiç korkmasın söylesin.” Genç kız heyecandan ne yapacağını bilemiyordu. Koskoca bir cihan sultanına ilân-ı aşkta bulunmak kolay şey olmasa gerek. İçinde bastıramadığı bir korku olsa da genç kız, padişahın duygusuna cevap vereceği vaadinin sevinci içinde en güzel elbiselerini giydi. Gözlerinde dünya mutluluğu, heybetli hakanın odasına girdi. Ancak her tarafı titriyordu. Bütün gücünü topladı, başını kaldırdı, Yavuz’un yüzüne baktı. Güzel kız ayakta birkaç defa sallandı, sonra yere yıkıldı. O masum, tertemiz duygularla atan kalbi bir anda durmuştu.

Koca hünkârı bu ölüm çok sarstı. Bu yüzden Mısır seferini bir süre erteledi. Güzel kız için somaki mermerden bir mezar yaptırdı. İsmini bile bilmediği bu genç âşık kızcağız için yazdığı şiirin bir dörtlüğünü de mezar taşına yazdırdı:

Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek / Giryemi kıldı hûn eşkimi füzûn etti felek / Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân / Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek

orhan veli kanık ile nahit hanım

Orhan Veli’nin “Aşk Resmigeçidi” adlı şiirinde: “Gelelim sonuncuya/ Ona bağlandığım kadar/ Hiçbirine bağlanmadım / Sade kadın değil, insan/ Ne kibarlık budalası/ Ne malda mülkte gözü var/ Hür olsak der/ Eşit olsak der/ İnsanları sevmesini bilir/ Yaşamayı sevdiği kadar” mısralarıyla anlattığı kadın, kısa ömrünün büyük aşkı, Türkçe öğretmeni Nahit Gelenbevi’dir. Nahit Hanım aynı zamanda Orhan Veli’nin liseden edebiyat öğretmeni olan, İstanbul Maarif Müdürü Halil Vedat Fıratlı’nın eşidir.

Güzelliği kadar parlak zekâsıyla da çevresindeki erkeklerin dikkatini çeken Nahit Hanım; Sabahattin Ali, Necip Fazıl gibi isimlerin gençliklerinde gönül düşürdüğü bir kadındır.
Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a 1947-1950 yılları arasında yazdığı mektuplar, Yalnız Seni Arıyorum adıyla kitaplaşmış ve aşklarını belgelemiştir. Nahit Hanım bir gün “Ben başkalarından ne mektuplar aldım!” demiş, Orhan Veli ise bu söze “Ama ne çare ki onlar mektup, benimki hakikat” diye cevap vermiştir. “O zamanlar ne ben ona âşıktım, ne de o bana. Zaten hiçbir vakit bir kadının bana âşık olacağını düşünmedim.” diye bahsettiği kadın, Nahit Hanım’dır